Tekrar seçimin üzerinden 14 gün geçti ama Türkiye’de sular durulmadı. 3 Kasım’da ilan edilen ve 12. gününü tamamlayan “ağırlaştırılmış” sokağa çıkma yasağının Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) tarafından yayınlanan bilançosu, Diyarbakır Silvan’da “korkunç şeyler” yaşandığını ortaya koyuyor.
86 bin nüfuslu Silvan’da 3 mahallede (6340 nüfuslu Mescid, 5193 nüfuslu Konak ve 2812 nüfuslu Tekel mahalleleri) son 2 ayda 6 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yine THİV raporuna göre ilk sokağa çıkma yasağının ilan edildiği 16 Ağustos’tan 11 Kasım’a kadar toplam 14 sivil hayatını kaybetti. Adı geçen mahallelerde elektrik ve su hatları kesik olduğundan insanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda. Telefon ve internet servisleri de sağlanamadığından, mahallelerin bırakın dünyayı, ilçe merkezi ile bile ilişkisi kopmuş durumda. Raporda Özel Harekâtçıların zırhlı araçlardan ve camilerden megafonlarla halka evlerini boşaltmaları, aksi takdirde evlerin taranacağı uyarısı yapıldığı bilgisi yer alıyor.
THİV raporunda çok çarpıcı bir bilgi daha yer alıyor: 20 bin insan, her geçen gün ağırlaşan yaşam koşulları nedeniyle, yanlarına birkaç parça eşyalarını alarak ilçeyi terk etmiş. Yaygın medyanın belli ki süzerek verdiği Silvan haberlerinde yer alan görüntüler, “süzülmüş haliyle bile” raporu destekler nitelikte. Son olarak ilçede inceleme yapmak üzere bulunan HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ’a “hedef alınarak” gerçekleştirilen gaz fişekli polis saldırısı, milletvekillerine, bir muhalefet liderine bile yapılandan hareketle, sivil halka yapılanlara dair yeterince fikir veriyor.
İnsan Hakları Derneği de bir rapor yayınladı ve 7 Haziran- 9 Kasım tarihleri arasında yaşanan ihlalleri gözler önüne serdi. İHD raporuna göre, bu tarihler arasında “çatışma ortamında” 41’i çocuk olmak üzere 261 sivil, toplam 602 kişi hayatını kaybetti. Şiddet olaylarında yaralanan sivil sayısı 759. Aynı dönemde hayatını kaybeden asker-polis- korucu sayısı 150, PKK mensubu olduğu ileri sürülenlerin sayısı ise 181.
Olaylarda gözaltına alınanların sayısı 188’i çocuk olmak üzere toplam 5.713. Bunun 1.004’ü tutuklanmış durumda.
İnsan Hakları Vakfı ve İnsan Hakları Derneği’nin raporu yan yana okunduğunda ortaya çıkan tablo Türkiye’de ilan edilmemiş bir iç savaş görüntüsü veriyor.
Bu görüntünün bir ucunda AKP iktidarı varsa, diğer ucunda da Kandil yer alıyor. Öcalan’ın tecrit edildiği, HDP’nin siyasi olarak etkisizleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda AKP “kendisine ihanet ettiğini düşündüğü nankör Kürtleri” hizaya getirmek üzere çatışma ortamını körükleyecek ne varsa yaptı. Bundan çok daha kötü dönemlerde münferit olaylar dışında sıcak çatışmadan uzak durmayı beceren Kandil ise AKP’nin hazırladığı çatışma ortamına adeta balıklama atladı. Bölgeyi bir anda saran şiddet ortamının yaratılmasında sadece AKP’yi suçlamak ve olaylarda Kandil’in dahli yokmuş gibi davranmak, bazıları için kabul edilebilir gelebilir. Ama olayların seyrine bakıldığında, Kandil’in en az AKP kadar bu çatışma ortamından siyasi fayda sağlamaya çalıştığı ortada.
AKP, 7 Haziran- 1 Kasım döneminde, iktidarı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anda Çözüm süreci kartını son koz olarak masaya sürerken, ilk iş olarak Öcalan’ı tecrit etti ve HDP’yi hedef gösterdi. Devletin ve sivil faşistlerin saldırılarına rağmen seçim kampanyasını yürütmeye çalışan HDP, bir yandan da Kandil’in çatışma siyasetine göğüs germeye çalıştı. Kandil ise HDP’yi küçümseyen bir üslup tercih ederken, 7 Haziran’da Meclise 80 milletvekilinin sokulabildiği ve HDP’nin AKP’yi dizginleyecek yegane güç haline geldiği fikrinin çok geniş kesimlerde karşılık gördüğü bir ortamda demokratik siyasetin tüm koşulları tıkanmışcasına çatışmaların kentlere yayılmasına göz yumdu. Kim ne derse desin, 7 Haziran’da 80 milletvekili çıkarabilmiş HDP’nin, 1 Kasım’da ancak ve zorlukla 56 milletvekili çıkaracak kadar destek kaybetmesinde AKP kadar Kandil’in de sorumluluğu büyük.
İnsanlar ölürken, çatışmalar hızla yayılırken, HDP’nin milletvekili hesabının peşine düşülür mü denebilir. Ama düşülür ve düşülmelidir de. Zira, başta Kürtler ve Türkler olmak üzere, Türkiye’de tüm kimliklerin birlikte siyaset yapabilme, birlikte temsil edilebilme olanağını veren HDP projesinin zayıflaması, Türkiye’nin bir arada yaşama perspektifinin de zayıflaması anlamına geliyor.
AKP “fıtratı gereği” tıpkı Suriye’de olduğu gibi, Türkiye içerisinde de ateşle oynamış olabilir. AKP liderliği, şuursuz bir kibirle Ortadoğu’da da Türkiye’de de bütün kartları dilediği gibi, kendi yararına karabileceği vehmine kapılmış olabilir. Suriye politikasının nasıl çöktüğünü, “tehdit olarak görülmeyen IŞİD’in” Suruç ve Ankara katliamlarıyla nasıl bir tehdide dönüştüğünü ve AKP’nin ateşle oynamasının bedelini hep birlikte nasıl ödediğimizi gördük. Fakat iş Türkiye’de bir arada yaşama perspektifinin zayıflamasına gelince, bunun, “birlikte ödeyemeyeceğimiz kadar ağır” bir fatura olacağını hepimiz biliyoruz. AKP, canı isteyince masaya sürüp, canı isteyince cebine sokabileceğine inansa da, Çözümün siyasi bir “kart”, bir “koz” değil, yeni Ortadoğuda, Türkiye’nin kaderi olduğunu biliyoruz. Son derece kırılgan bir ortamda, HDP’nin “çok kimlikli, demokratik siyaset projesi” Kürtlerden çok Türklerin sıkı sıkıya sarılması, pamuklara sarması gereken bir projeydi. Hâlâ da öyle… Kandil’in sorumluluğu da burada başlıyor. Öcalan’ın çok daha ağır çatışma koşullarında şekillendirdiği bir arada yaşamaya dayalı yeni demokratik siyasetine karşı, onun tecrit altında olduğu bir dönemde yeniden çatışma siyasetine dönmenin, üstelik onun perspektifinin Türkler ve Kürtler arasında ilk kez ortak kabul görmüş meyvesinin yok edilmesine zemin oluşturacak adımlar atmanın bir hesabı olmalı.
Silvan’da çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine, 90’lardan bu yana ilk kez bu çapta bir zorunlu göçün yaşanmasında AKP’nin çatışmacı siyaseti kadar Kandil’in çatışmacı siyasetinin de sorumlu olduğunu söylememek doğru olmaz. Evet, AKP “nankör Kürtleri” cezalandırmaya, sindirmeye ve “bir daha AKP dışında bir çözüm aramamaya” zorlayacak şiddetli bir ders verme peşinde. Fakat bu dersin “materyallerini” de Kürt kentlerinde “Serhıldanlar yaratma peşindeki” gençleri sokağa salarak, Kandil’in sağladığı da ortada. Şimdi birileri bunun “Halk Savaşı” olduğunu söyleyebilir elbette… Ama bu bir “Halk Savaşı” ise, halkın Silvan’da evini barkını bırakıp neden kaçtığını da açıklamak zorunda! Silvan’da yaşanan korkunç olaylardan hareketle “Serhıldan” çağrıları yapanlar ve Türkleri (TC’yi değil Türkleri) katliamla suçlayanlar, aynı anda dönüp “Silvan’a Ses Ver” derken kimden ne istediklerini de açıklamak zorundalar. Bir arada yaşamak üzere mi mücadele ediyoruz yoksa AKP ve Kandil’in Türkiye’yi batısından doğusuna bir cehenneme çeviren çatışmacı siyasetlerinin başarıya ulaşması için mi?
Kandil eğer Öcalan’ın perspektifine sadık biçimde “bir arada yaşamanın mücadelesini veriyorsa”, demokratik siyasetin zarar görmesine yol açacak her adımdan, her söylemden kaçınması gerektiğini kabul etmeli. Ancak bu şekilde AKP’nin çatışmacı siyasetini çırılçıplak ortaya serebilir ve AKP’yi Türkiye halklarının gözünde yalnızlaştırabilir.
Tersi durumda AKP ve Kandil birbirini suçlamaya devam ederken önce HDP ölür, ardından da 40 yıldır olduğu gibi Türkler ve Kürtler ölmeye ve öldürmeye devam ederler. Ama yanıbaşımızda Irak ve Suriye cehennemi dururken, Türkiye’nin önünde bir 40 yıl olmadığını da bilerek…