Simge Çerkezoğlu
Nico Carpentier Belçikalı bir profesör… Medya konusunda kaleme aldığı kitaplarıyla bilinen, araştırmacı, yazar. Dört yıl Ada’da farklı üniversitelerde çalıştıktan sonra, Kıbrıs’a ilişkin gözlemlerini iki kitapta topladı ve tüm Avrupa’yla paylaştı… Son olarak Respublica ismini verdiği çok kültürlü bir demokrasi projesiyle de Limasol’da bir sergi küratörü olarak karşıma çıktı. Kitaplarıyla tanıdığım araştırmacı yazar, bu kez Respublica projesiyle demokrasi kavramını farklı boyuta taşıdı. Projenin detaylarıyla birlikte Kıbrıs konusunda dair önemli saptamaları bizimle paylaştı.
Öncelikle medya konusunda onlarca kitap yazan, araştırmalarıyla bu alana katkı koyan Profesör Nico Carpentier’i biraz daha yakından tanıyoruz.
“Eğitim olarak kendimi anlatacak olursam, biraz karışık bir geçmişim var. Aynı anda birkaç bölümü birden okudum. Felsefe, politika ve sosyal bilimler, uluslararası ilişkiler ve bunlara ek olarak ekonomi üzerine yüksek lisans yaptım. Çok erken yaşta akademik hayata girdim. Eğitimlerim sırasında asistanlık yapmaya başladım. Daha sonra İsveç’te Uppsala Üniversitesi’nde profesörlüğümü aldım. Akademik olarak bu güne kadar pek çok araştırma yaptım. Hayatın karanlık ve aydınlık yüzü üzerine çok çalıştım. Hayatın aydınlık yüzünde demokrasi, katılımcılık, siyasal anlamda toplumu güçlendirme gibi konular yer alırken, karanlık tarafta ise çatışma, karmaşa, travmalar olduğunu gözlemledim. Tüm bunlar yanında alternatif ve toplum medyası üzerine de pek çok çalışma yaptım.”
“RESPUBLİCA PROJESİ İÇİN KIBRIS EN UYGUN YERDİ”
Limasol’da gezme şansı yakaladığım küratörlüğünü üstlendiği Respublica isimli medya ve sanat sergisi oldukça etkileyici bir fikrin, uzun soluklu bir çalışmanın ürünü… Sergiye dair tüm detayları en ince ayrıntısına kadar anlatmaktan sıkılmayan Carpentier;
“Respublica projesi benim üzerine çok düşündüğüm toplum medyası kavramının örneği niteliğinde bir çalışma. Toplum medyası farklı grupların bir araya gelerek seslerini duyurmak için gerçekleştirdiği tüm yayınları kapsayan bir kavram olarak özetlenebilir. Okuduğum bir kitaptan etkilenerek bu projeyi hayata geçirmeye karar verdim. Kıbrıs’ta yaşadığım günlerde edindiğim fikirlerle sergi için en uygun yerin burası olduğuna karar verdim. Bunun için de aktivistlerle, farklı sivil toplum kuruluşlarıyla çalışarak onlar sayesinde demokrasinin nasıl işlediğini, kitaplarda okuduğumuz bilgileri nasıl gerçekleştirebileceğimize yanıt aradım. Sonuçta ortaya farklı grupların yer aldığı bu proje çıktı. Böylece Kıbrıs’ta toplum medyasının ne olduğunu, demokrasiye ne denli katkıda bulunduğunu da gözlemleyerek, sanatçıların da desteğiyle Respublica Projesi’nin geniş katılımlı şekli oluştu. Kıbrıs’ta demokrasi ve katılım kavramlarını tartışmaya açarak, demokrasinin önemini toplumlara anlatarak, adadaki farklı grupların güçlenmesine katkı koymak için çalıştım. Tüm bu fikirleri sanatla birleştirerek de daha çok insana ulaşmasını sağladım. Respublica projesi on altı farklı başlığı bir araya getiren, kendi içinde farklı fikirleri, farklı grupları, farklı çalışmaları barındıran bir çalışmadır. Katılımcılığın çok sesliliği ve demokrasiyi nasıl çoğalttığını bir kez daha bu proje ile herkese göstermiş oldum. Tabii bu proje Aralık ayında adanın farklı şehirlerinde gerçekleştirdiğimiz bir dizi etkinlikle başladı. Limasol’da yer alan bu sergi ‘katılım fark yaratır sergisi’ ise bu projenin sonu ve en geniş kapsamlı çalışması oldu. Respublica ile sınırları tamamen ortadan kaldırdık. Sadece Kıbrıslılara değil dünyanın farklı ülkelerinden sanatçılara demokrasi ve katılımcılığa dair yaptığımız sergimizin kapılarını açtık.”
“BİZİM DUVARLARIMIZ BENİ EN ÇOK ETKİLEYEN ÇALIŞMA OLDU”
Profesörü bu sergide en çok etkileyen çalışma Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü anlatan fotoğraf projesi oldu... Bu çalışma beni de en çok etkileyen bölümdü.
“Daha önce de söylediğim gibi sergi farklı kişilerin hazırladığı, sivil toplumun da katkı koyduğu on altı çalışmadan oluşuyor. Aralarında hasta insanlarla çekilen, hayatı anlatan kısa belgeseller, barış gazeteciliğine ilişkin röportajlar, radyo program kayıtları, şiirler, şehir turu fikriyle hazırlanan ışıklı bisiklet projesi, fotoğraflar, beş farklı ideolojik fikri anlatan, demokrasiye vurgu yapan video çalışması gibi çok değişik projelerin bir araya gelmesiyle oluşuyor. Beni aralarında en çok etkileyen çalışma ara bölgede, eski Lefkoşa’nın fotoğraflanmasıyla oluşan, Bizim Duvarlarımız projesiydi. Bu fotoğraflar sayesinde Lefkoşa’nın duvarlarını Limasol’a kadar taşıdık. İnsanlar burada yaşarken bazen yaşadıkları adadaki bölünmüşlüğü unutuyor, bu çalışma ile bu durumu daha görünür kıldık. Eğer gerçekten istenirse duvarların aşılabileceğini de anlatmak istedik.”
“AVRUPA’DA PEK ÇOK İNSAN KIBRIS SORUNUNDAN HABERDAR DEĞİL”
Kıbrıs konusuna dışarıdan bakan, bu konuda iki kitap kaleme alan yazara Kıbrıs’a dair düşüncelerini, bu kitapları neden yazma ihtiyacı hissettiğini de soruyorum… Gülüyor, en zor soruların başladığını söylüyor.
“Hayatın içindeki aydınlık ve karanlık yönleri Kıbrıs’ta çok gördüm. Burada yavaş yavaş gelişen toplum medyası fikri, aktivist eğilimler ve sivil toplum algısı var. Elbette bu dinamikler arasında zaman zaman çatışmalar da yaşanıyor. Bu durum bir araştırmacı için bir fırsat anlamına da gelir. O nedenle, bu kitapları yazmam biraz da kaçınılmazdı. Tabii daha önce başka akademisyenler Kıbrıs’a gelerek, burada birkaç hafta kaldıktan sonra, bazı makaleler yayınladılar. Beni onlardan farklı kılan dört yıl boyunca burada yaşamış olmam. Böylece adada gerçekten ne olduğunu daha iyi anlama ve gözlemleme şansına sahip oldum. Ben zaten her zaman için uzun soluklu araştırmalardan yanayım. Adanın tarihsel bağlamını anlamadan, bugüne dair bir şeyler söylemenin anlamsız olduğunu düşünüyorum. Bu kitaplarda da kendi bakış açımı, gözlemlerimi anlattım. Burada pek çok insanla ilişki kurdum. Bu kitapları yazdıktan sonra Avrupa’da hala pek çok insanın Kıbrıs sorunundan haberdar olmadığını fark ettim. Çoğu insan adaya tatile geliyor, güzel kumsallarda yüzüyor, içkilerini yudumluyor ama buradaki bölünmüşlüğü bilmiyordu. O nedenle bu kitapların bu anlamda da önemli olduğunu Avrupa’nın Kıbrıs’ı çok daha fazla tanıması gerektiğini düşünüyorum. Bunun yanında milliyetçiliğin Kıbrıs’ta çok dramatik bir rolü var. Pek çok zorluğa sebep olduğunu da söyle bilirim. Bu bağlamdan bakıldığında Avrupa’ya milliyetçiliğin kötülüğünü Kıbrıs üzerinden anlatmak istedim. Aynı hataların Avrupa’da da yapılmamasını istedim.”
“ÖNEMLİ OLAN ÇÖZÜMÜ KENDİ İÇİNİZDE ARAMAK”
Kıbrıs konusunun çözümüne ilişkin fikirleri de bulunan Carpentier, çözüm için sivil inisiyatifin bir an önce harekete geçmesi gerektiğini söylüyor. Aksi halde çözümün yakın zamanda imkânsız olduğuna vurgu yaparken, “kimse yanlış anlamasın, ben dışarıdan gelip de size akıl veren bir profesörden çok, Kıbrıs’ta çözümü en erken zamanda görmek isteyen birisi olarak bunları anlatıyorum” diyerek de mütevazılığı elden bırakmıyor.
“Milliyetçiliğin adanın bu günkü durumundaki etkisi çok büyük. Bunun yanında geçmişte yaşanan ciddi acılar, kederleri de bir diğer problem. Kıbrıs konusunu anlamak bu travmaları da kabul etmek gerekiyor. Bazı insanlar aradan elli yıl geçti bunları boş verin diyor ama bu öyle kolay değil tabii. Bahsettiğim bir toplumun yaşadığı acılar değil, her iki toplumda aslında çok benzer acılar var. Bunlar paylaşılmadıkça adanın birleşmesi, çözüme ulaşması mümkün görünmüyor. Tabii bunlar yanında toplumun anlaşmaya varmak isteyen insanlarının da ciddi hayal kırıklıkları, umutsuzluklar yaşadığını da unutmayalım. Bu insanlar belli dönemlerde çözüm olacak diye heyecana kapılıp daha sonra yine olmayınca ciddi umutsuzluklara düştüler. Benim için en acı olan bu insanları gözlemlemek oldu. Çözüm için ben her şeyden önce katılımcılığa inanıyorum. Kıbrıslı halkların çözüme ulaşmak için, çözüme katılımın şart olduğunu düşünüyorum. Oysa sizler seçtiğiniz insanların çözüme sizin adınıza ulaşmasını bekliyorsunuz. Biri seçiliyor, olmuyor hadi bir başkası seçiliyor… Yine de olmuyor. Bence kontrolü sizler ele almalı, çözüme ulaşmak için birlikte çalışmalısınız. Kimse söylediklerimi size akıl vermek gibi algılamasın ama bence doğru olan bu. Halk meclisleriyle, farklı grupların bir araya gelmesiyle barışı tartışıp, ortak bir noktada buluşup belki de bir öneriyle sürece katkı koymanız gerekiyor. Bu yapılmadığı sürece yaşanan bu travmalar, var olan bu milli duygularla yakın zamanda çözüme ulaşmanın zor olacağını düşünüyorum. Çözüm uzun zamanda ulaşılacak kültürel bir süreç aslında. Bu süreci gerçekleştirmek için de insanların daha fazla görüşmesi, konuşması, birlikte hareket etmesi gerekiyor. Bu noktada da sivil topluma büyük görev düşüyor. İki toplumlu bazı gruplar olsa da buradaki insanların sayısı çok sınırlı kalıyor. Önemli olan çözüm sürecine çok daha fazla insanı dâhil etmek, çözümü kendi içinizde aramak.”