Nikolaos Stelya
Gene bir akşam vakti. Gene ara bölge. Gene börekler, kahveler ve boş bir koşuşturmaya kapılmış olan basın emekçileri. Ve gene başarısız bir liderler zirvesi. Malumun ilanı: Müzakerelerde bir arpa boyu yol kat edilemedi. Türk tarafı topu Rum tarafına atar, Rum tarafı da aynı şekilde topu Lefkoşa'nın kuzey kesimine iade eder. Kıbrıs'ta çözüm bekleyenlerin payına yine hayal kırıklılığı düştü. Ayrılıkçı politikaları her iki tarafta da destekleyenlere ise bir anlamda mutluluk...
Kıbrıs Müzakerelerini yakından takip eden uzmanlar, Pazartesi günkü zirveden bir sonuç bekliyor muydu? Hayır. Baştan belirtmekte yarar var. Uzun zamandan beri müzakereler sırf BM ve uluslararası toplum için makine desteğinde hayatta tutuluyor. Bir anlamda, her iki taraf için de müzakereler çoktan bitmiş durumda. Rum tarafı 1974-76 döneminde varmış olduğu noktada ısrar ediyor: Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bir şekilde federal bir yapıya dönüştürülmesi, başka bir deyişle çok kapsamlı bir anayasa değişikliliğinin gündeme alınması. Türk tarafı babında ise 1974 Ağustos'undan ve özellikle 1983'ten bu yana -2003-2004 dönemindeki zikzağı saymazsak- değişen pek bir şey yok: İki ayrı, bağımsız devlet olgusuna ısrarla atıf.
Hepimizin malumu. Geçtiğimiz dönemde hem Rum hem Türk medyasında sık sık gündeme geldi: Türkiye'nin Kıbrıs için o meşhur B Planı. Adanın kuzeyinde bazı politikacılar bir adım daha ileriye giderek açıktan Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'ye bağlanması fikrini desteklediler. Bu köşe yazısı kapsamında özel bir bilgiyi okuyucularla paylaşmış olalım: Yakın dönemde, Ak Parti iktidarına çok yakın duran bir analist benzer bir fikri Ankara'nın siyaset kulvarlarına taşıdı. Ona göre, Türkiye'de oluşturulacak yeni bir federal yapı Ankara'nın etkinlik alanını de facto olarak Doğu Akdeniz'de ve Mezopotamya'da genişletebilir. Federal anayasa Doğu Akdeniz'de Kuzey Kıbrıs ile yeni bir birliktelik tesis ederken, Mezopotamya'da Kürdistan yapılanması ile yeni ilişkiler geliştirebilir.
Kıbrıs'ın kuzeyinde "Türkiye - Kuzey Kıbrıs birleşimi" fikri bugüne dek toplum desteği bulmuş değil. Hatta bazı kesimlere göre bu fikir bazı marjinal çevrelerin eseri ve yakın zamanda Kıbrıslı Türklerin desteğini sağlayabilecek bir konumda değil. Bu fikre kısmen katılmakla beraber, müzakerelerde gelinen son noktanın bu varsayımı tekrardan gözden geçirmemiz gerektiği düşüncesini taşımaktayım.
Lafı dolaştırmadan, evirip çevirmeden soralım: Varsayalım ki, önümüzdeki aylarda müzakereler kesilecek. Kıbrıs Türk tarafının bundan sonraki stratejisi ne olacak? Türkiye ile birleşme fikri şimdilik gündemde yok. Gündemde olan, 1983 Anayasası temelinde kurulmuş olan ve bugüne dek sadece Türkiye tarafından tanınmış olan KKTC'in uluslararası zeminde kuvvetlendirilmesi ve tanınmasına yönelik bir takım adımların atılması. Kanımca, sorulması gereken soru, bugünkü konjektürde bu adımların başarı şansının ne olduğudur? Doğu Akdeniz'deki dengelerin Ankara'nın aleyhine dönüşüme uğradığı, İran - ABD yakınlaşmasının gündemleştiği, Gezi Olayları ile beraber görmüş olduğumuz üzere Ankara - Washington ilişkilerinin sık sık hava boşluklarına kapıldığı ve Rum tarafının adada iki devlet olgusunu kabul etmediği yeni bir dönemde Kıbrıs Türk tarafı ayrı bir devlet olarak dünya kamuoyunca tanınır mı? Kanımca bu olasılık oldukça düşük. Hal böyleyken Kuzey Kıbrıs'ın payına ne kalıyor? 1974 sonrası de facto durumun devamı. Belki bu olasılık tüm Kıbrıs Türk siyasi partilerin çıkarına olabilir. Sonuç itibariyle bu partiler bu sistemden mayalanıyor bir şekilde. Ancak, Ankara'dan gelen son mesajlar ve Kuzey Kıbrıs'ın kapılmış olduğu siyasi ve sosyoekonomik buhran de facto durumun ilelebet süremeyeceğini göstermekte. Hal böyle olunca, ister istemez, yakın gelecekte "Anadolu ile daha yakın ilişkiler" şıkkı üzerine yoğunlaşmak durumunda kalacağız.
Kıbrıs Türk tarafının Rum tarafıyla, dış dünya ile ilişkilerinin koptuğu, ekonomisinin çöktüğü, siyasi yapısının kilitlendiği bir dönemde "Anadolu ile daha yakın ilişkiler" nasıl hayata geçirilecek? Bu yeni düzlemde kuzey Lefkoşa'nın Ankara ile ilişkilerinin karakteri ne olacak? Eşit düzeyde iki "iş arkadaşı" mı yoksa "talimat veren-talimatı uygulayan" taraf mı? Müzakerelerin çöktüğü bir esnada Kıbrıslı Türklerin bu soruları sorma hakkına sahip olduğu kanısını taşımaktayım. 21. Yüzyılın ilk yarısında, Doğu Akdeniz halkları geleceklerini sorguluyor. Libya'dan Suriye'ye dek, tüm bölge halkları alternatif yönetim arayışları içerisinde. Suriye'nin kuzeyinde, Rojava'da, Kürt, Arap ve gayrimüslim unsurlar alternatif tahayyüller geliştiriyor. Aynı hakka Kıbrıslı Türkler neden sahip olmasın?