Çağlayan’daki evimizde rahmetlik annem Türkan Uludağ’ın çok eski bir dolabı vardı... Çift kapılı, koyu renk keresteden yapılmış bu basit dolabın içinde kendimi bildim bileli, bohçalar dururdu... Bohçalarda eski entariler, giysiler için kumaş parçaları, yanları sökülmüş elbiseler, çocuklar büyüyünce küçülmüş giysiler dururdu...
Rahmetlik anneciğim bir şey aradığında bu dolabı açar, bohçaları teker teker çıkarır, aradığını buluncaya kadar durmazdı...
Kimi zaman yırtılmış ya da sökülmüş bir giysiye yama yapmak için bir kumaş parçası arardı... Ama aslına bakılacak olursa bence bu dolabı geçmişine yolculuk etmek için orada hazır tutardı... Bohçaların her birinde binbir hatırası olan binbir giysi parçası dururdu...
Rahmetlik Afet teyzesinin uzun donlarını bile atmamıştı anneciğim... Aslında annemi büyüten, okula gidebilmesini sağlayan, ona Ermu Sokağı yakınında bir ev, bir dükkan bağışlayan ve son vaktinde annemin severek baktığı sevgili teyzesiydi Afet teyzesi... Ben küçük bir çocukken ve genç bir kızken tüm bunları pek anlayamazdım...
“Anne neçün atman bu eski büskü şeyleri?” derdim.
Her zamanki cevabını verirdi:
“Sen garışma! Belki bir gün lazım olur... Bak bu entariyi kaç sene evvel geyerdim bilin? Az daha yanıyordum, bak gapgara lekeler daha durur... Ama bakan düğmeleri lazım olur başka bir şey diktiğimizde...”
Bu entarilerin çoğunu annem kendi elleriyle dikmiş, nakışlarını işlemiş, düğmelerini gidip çarşıda seçip satın almıştı... Kadife entarilerdi bunlar, tafta entariler, keten entariler... Tüm bunları atmaya asla kıyamazdı anneciğim, her birinin ne çok hatırası vardı...
Ablamın çocuklarının – onlar artık yetişkin birer insandı – bebeklik giysileri bile bu bohçalardaydı...
Rahmetlik Ziba nenemin lacivert renkli ipek keten çarşafından tutun da rahmetlik Hasan dayımın sevgili eşi İsmet yengenin anneme verdiği eski bir pilise etek veya bir dantel buluz da bu bohçalarda dururdu...
HORNİMANS MARKA KIRMIZI RENKLİ TENEKE ÇAY KUTULARI...
Bu bohçalardaki hiçbir entari, hiçbir giysi aslında giyilemezdi ama hep bir işe yarayabilirler diye tutardı annem onları, atmaya kıyamazdı... Çok büyük bir fukaralıktan geldiği için sahip olduklarını asla atmazdı... Atılacak, giyilmeyecek bir şey varsa da düğmelerini keser, ziplerini ya da kopçalarını veya sustalarını söker, bunları Singer marka dikiş makinesinin iç kapağındaki çekmecelere ve düğmeleri de teneke çay kutularına koyardı... Hornimans marka kırmızı renkli teneke çay kutuları, çeşit çeşit, renk renk düğmelerle doluydu... Gerçekten de bu düğmeleri pek çok bluzumuzda, entarimizde, paltomuzda kullanırdı anneciğim zaman zaman... Sustaları da, kopçaları da, zipleri de... Ablamın çocukları İl, Kut ve Er küçükken, abimin oğlucuğu İlke, annemin severek bakıp büyüttüğü kiracımız Tülin ve Özkan Murat’ın kızı Aslı, oğlum Burak minikken hep bu düğmelerle oynamışlardı – annem onları bu düğmelerle çok oyalardı... Düğmeleri bir tepsiye ya da yerde bir yorganın üstüne döker, bunları sıralar, yok trencik, yok uçacık, yok ayıcık yapar, çocuklar zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdı... Bu düğme kutularındaki düğmeleri şimdilerde çarşıda bulup almak pek mümkün değil – artık antika olmuş, en az 70-80 senelik düğmeler bunlar... Işıtlılarından hiçbir şey kaybetmemişler... Ve hala Hornimans teneke çay kutularında duruyorlar... Olur da bir gün lazım eder diye...
Ressam Nilgün Güney'in sergisindeki bu fotoğrafını Yıltan Taşçı çekti...
“PATCHWORK” BOHÇALAR...
Annemdeki bohçalar, genellikle eskimiş ve kesilerek bohçaya dönüştürülmüş çarşaflardan oluşurdu. Bazı bohçalar “patchwork” dediğimiz şekilde üretilmiş çok eski bohçalardı, bunlar herhalde en az 100-120 yıllık olmalıydı... Bu bohçaları ben şimdilerde bahçedeki küçük masaya örtü olarak kullanıyorum... Bu bohçaların oluştuğu parça parça kumaşlar da annemin teyzesi ya da annesinin giysilerinden kesilmiş çok değerli kumaş parçalarıdır... Eminim her birinin kendi yaşadıkları vardı – ağzı dili olsa ve bu kumaş parçaları konuşabilselerdi, kim bilir bize neler neler anlatırlardı...
BİR BOHÇA DANTEL, BİR BOHÇA YATAKÖRTÜSÜ...
Annemin kendi çok eski aynalı dolabında da dantellerin bulunduğu başka bohçalar vardı... Bu dantelleri kendi elleriyle örmüştü bir zamanlar ya da Fattuş teyze ona vermişti veya bir yerlerden satın almıştı ama hepsi de çok eskiydi... Bir de başka bohça vardı ki orada da evlendiği zamandan bir yatakörtüsü dururdu... Yatakörtüsünün iki de yastık kılıfı vardı... İpekli, bej rengi, solmuş kumaşın etrafında çok eski, çok narin danteller vardı... Yatakörtüsünün üstüne menekşeli sarılı çiçekler işlenmişti... Bu yatakörtüsünü kullanmak mümkün değildi, kumaş o kadar eprimişti ki, dokandığınızda dağılabilirdi...
NİLGÜN GÜNEY’İN “BOHÇA” SERGİSİ...
Çok değerli arkadaşım ressam Nilgün Güney’in “Bohça” başlıklı olağanüstü resim sergisi bana bu eski dolabı, annemin bohçalarını düşündürdü... Bu sergideki resimleri tetikleyen giysilerden biri de annemin de, ablamın da, benim de giymiş olduğumuz eski bir kokteyl elbisesiydi... Gece mavisi – lacivert taftadan olağanüstü güzellikteki bu elbiseyi Nilgün’e verdiğimde, o da bunu tuvale monte ettiğinde, henüz bu sürecin başlarındaydı. Sonrasında o kadar olağanüstü şeyler yaptı ki eski kumaşlar, eski bohçalar ve eski giysilerle, sergiyi gezdiğimde gözlerime inanamadım da, inandım da... Çünkü Nilgün annesinin, teyzesinin, kendisiyle kızkardeşinin, yeğeni Övgü’nün giysileriyle, ninesinin gelinliğiyle, olağanüstü şeyler yaratmıştı... Bu sergiyle ilgili olarak Nilgün şöyle diyordu sosyal medya paylaşımında:
“Tuval üzerinde kolaj tekniğini kullanarak, geçmiş yıllardan kalma elbise, bohça, yemeni, tül gibi malzemelerle resimlerimi ürettim. Bu şekilde ada kültürünün yakın geçmişi gündeme geldi. Geçmişe ait gerçek elbiseler ve eşyalar kullanıldığım için resimler etnografik özellik de taşımaktadırlar. Resimler, elbiselerin eski sahiplerinin soyut bedenlerini oluşturdular.
Bohça sözcüğünün çağrıştırdığı çeyiz bohçası, düğün bohçası gibi olumlu duyguların yanında göç, yola düşme, kaçma gibi olumsuz duyguları da konu olarak işledim. Gündelik hayatı, giyilmiş, kullanılmış elbiselerle anlatmaya çalışırken, savaş ve göç yaşamış olan Kıbrıs insanını, sevinçleri ve acılarıyla tuvale aktarmaya çalıştım
'Bohça' daha çok kadınla ilişkilidir. Bu konseptle, kadınların günlük yaşam, çeyiz, düğün dernek gibi etkinliklerdeki yerini irdelerken, savaşlarda yaşadıkları kayıplara ve acılara da dikkat çekmeye çalıştım. Mutlu ve mutsuz duyguları kadın imgesi üzerinden aktarmak istedim.
Resimlerde, kendi soyutlama tekniğimi kullanarak geleneksel olanla güncel olanı çakıştırdım. Kendi özüm olan gelenekselden evrensele geçiş yapmak istedim.”
TANRILARDAN ATEŞİ ÇALAN PROMETHEUS GİBİ, UMUDU BİZE GERİ VERİYOR...
Nilgün Güney’in “Bohça” sergisi, 2-10 Kasım 2023’te Lefkoşa’da, AKM’de yer aldı... Serginin başka kentlerde de açılması bekleniyor... Bu konuda Kültür Dairesi yetkilisi Şirin Zaferyıldızı da sosyal medyada bunun müjdesini vermiş bile, okuduk ve sevindik... Umarız sergiyi Kıbrıs’ın güneyine de taşıyabiliriz ve orada da insanlar bu olağanüstü yaratıcı sergiyi izleyebilirler...
“Bohça” sergisindeki her bir kumaş, her bir giysi, her bir dantel, her bir bohça, her bir bale elbisesi öyküler anlatıyor bize, kendimize dair... Eprimiş, güveler kemirmiş de olsa, artık giyilmese de, parçalanmış olsa da, her bir giysi bizi biz yapan kimliğimizin parçası... Geçmişten gelip geleceğe uzanan düşlerimizin, acılarımızın, sevinçlerimizin, hayal kırıklıklarımızın ve umudumuzun birer yansıması bunlar hep...
Umutsuzluğun ortasında ışıktır sanat... Nilgün Güney, Tanrılardan ateşi çalıp insanlara veren Prometheus gibi, umudu, unuttuğumuz bir ferahlığı, ışıltıyı, parçalanmış olsa da kimliğimizi bize geri veriyor... Çok teşekkürler Nilgün! Her zaman yaptığın gibi gene bizlere dayanma gücü verdin, mümkün olan en yaratıcı biçimde...