Ulus Irkad
Geçmiş günlerde Burak Erkut kardeşimizden bir mesaj aldım. Bir akrabasının evinin önünde Küçük Kaymaklı Polis Karakolu olarak bilinen ve daha da önce 1964 yılından sonra Kıbrıslırum Polis Karakolu olarak kullanılan evin ninemlerin evi olup olmadığını soruyordu bana. O ev, 1963 öncesi, aslında benim 6 yaşıma kadar hayallerimi süsleyen ve Lefkoşa’ya iki yaşımdan sonra her gittiğimde saatlerimi geçirdiğim güzel bir evdi. Üzerindeki balkon benim anılarımın, oyuncaklarımın, kurgularımın, gelecek umutlarımın ve düşlerimin yeriydi.
Ben üç yaşımdan itibaren Lefkoşa’ya her gittiğimde oyuncaklarımı da alır öyle giderdim tatile. İki halam da Türkiye’de okudukları için Kıbrıs’a geldiklerinde önce Baf’a gelirler, abilerini yani babam Hüseyin Irkad’ı ziyaret ederler, sonra da beni ve kardeşim Tema’yı alıp Lefkoşa’ya gelirlerdi.
Tabii halalarım her ziyaretlerinde bizlere oyuncaklar ve kitaplar getirirlerdi Türkiye’den. Kitap okumaya meraklı olmamda halalarımın bu davranışlarının da etkisi vardır.
En çok hatırladığım, 1960 yılında, 16 Ağustos günü, gelecek olan Türkiye’nin 650 kişilik Türk Alayı’nı görmemiz için halamlar ve küçük amcamla birlikte Lefkoşa’ya Lozan otobüsleriyle gitmemiz ve Alay geldiğinde Gönyeli’deki ovalarda bu Alayın gösterisini seyretmemizdi. O zamanlar üç yaşındaydım ve herşeyi şimdiki gibi hatırlıyorum.Genelde halalarımın yanlarında kardeşlerin en küçüğü Küçük amcamız Ata Yılmaz Irkad da bulunurdu.
İşte ninem Hatice Irkad ve dedem Mustafa Irkad (Hısım) her sabah işlerine giderken ben, benden büyük kardeşim Tema ve halalarımla küçük amcam Ata Yılmaz Irkad evde kalırdık. Amcamızla pek fazla yaş farkımız yoktu. Bazen amcamız ablalarıyla münakaşa ettiğinde halalarımızdan yana saf aldığımızdan olacak, küçük amcamız pek bundan hoşlanmazdı. Lefkoşa’da standart evlerin bir bölümü olarak bilinen bu evde bizimkilerin kalmaya başladıkları yıl 1945 veya 1946 yılıdır.
Dedem 1950’li yıllarda Çağlayan Gazinosu’nda barmenlik yapmış, 1960-1962 yılları arasında Londra’ya çalışmaya gitmiş ve döndükten sonra Tren Yolu Sokağı’ndaki kahvehaneyi çalıştırmaya başlamıştı. 1963 yılında olaylar patlak verdiğinde bu kahvehaneyi çalıştırmaktaydı.1963’e kadar ninemiz Hatice Irkad, Lefkoşa Havaalanı yanındaki İngiliz evlerinde çalışır ve eve katkıda bulunurdu. Ninemiz 1963 olaylarından sonra bir müddet işini kaybedecek fakat daha sonra 1968 yılındaki Beyrut Görüşmeleri sonrasında tekrar 1974 yılına kadar işine devam edecekti. Tabii 1974 yılıyla gene işini kaybedecekti. Savaşlar ninemizin ekmek parasını da etkilemişti. Çünkü 1974 savaşı sonrasında artık Güney Kıbrıs’a geçemeyecekti.
1963 yılında aile göçmen durumuna gelince, bir müddet Abdi Çavuş Sokağı’nda, Rahmetli Özker Yaşın’ın kitabevi’nin karşısındaki eski Osmanlı evinde, daha sonra da dedemin kahvehanesinin yanında bulunan baraka ve taştan tek odalı bir evde kalacaklardı.
1964 öncesi Kaymaklı’daki ninemlerin evinden biraz daha ötede, Rahmetli Ahmet Amcamın ailesinin kaldığı evi dururdu ilk zamanlarda. Hatırladığım kadarıyla kiradaydılar. Daha sonra bu evi terkedip daha aşağılarda Belediye evlerine yerleşeceklerdi.Orada yeğenlerimle “Regis” Fabrikası’na gidip dondurma alışlarımızı hatırlarım. Regis dondurmaları veya bizim Kıbrıslı deyişiyle “Bavodoları” bayağı lezzetli ve meşhurdu o zamanlar.
Tabii haylazlıklar da yok değildi. Arada sırada gene ilerideki mahalle çocuklarıyla da taşlaşmalar olurdu. O dönemlerde çok az ailenin televizyonu vardı ama rahmetli amcamızın evinde hem televizyon, hem de çamaşır makinesi olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Geceleri amcamlarda filim seyrederdik yeğenlerimle. Cuma geceleri Türkçe programlar vardı. Sair geceler Peyton Place, Lucy Ball, Bonanza ve Robin Hood hoşlandığımız filimlerdi. Amcamın çocukları olan, Emine, Mustafa, Sermet, Derviş, Bülent ve Hatice ile televizyon seyretmek ve filimler hakkında konuşmak zevkli olurdu. Amcamın hanımı rahmetli Ayten yengemizin de bize o gecelerde lezzetli nefis tatlılar yaptığını da hatırlamaktayım.
Dedem Mustafa Irkad (Hısım), Karpaz’ın Kaleburnu Köyü’nden olduğundan dolayı Kaleburnu’ndan devamlı misafirleri gelirdi ve dedem onları da evinde devamlı ağırlardı (İki dedem kardeş ve Kaleburnulu’ydu, babamın annesi Hatice ninem de hem Kuruovalı ve hem de Kaleburnulu’ydu). Hatta bu evde eğitim için gerek Kuruova’dan, gerekse Kaleburnu’ndan gelen akrabaları da zaman zaman yanlarında kalmışlardı. Ninemin de Kuruova ve Kaleburnulu olduğundan dolayı onun da aynı bölgelerden gelen akrabaları olurdu bu eve.
Ninemlerin, kaldığım standart evlerinde, halamlarıma, babama ve amcama ait kitaplarla dolu kütüphanesi de vardı. Halalarımın ve amcamın hoşlandığı kitaplarla doluydu rafları. Hatta o dönemlerde en önemli resimli romanlardan Doğan Kardeş Yayınları ciltlenmiş olarak dururdu raflarda. Halamlar bana o kitaplardan hikayeler okurken, bazen gene vakit geçirmek için kütüphaneden aldığım Doğan Kardeş ciltlerini gözden geçirir, oradaki resimli romanları anlamaya ve okumaya çalışırdım. Sanırım bana okuma aşkını aşılayan ilk önce bu resimli romanlar olmuştur. Evimizde bir de köpeğimiz Cimi’yi hiç unutmam. Cimi o kadar güzel ve terbiyeli yetiştirilmişti ki eve girmez, dışta kulübesinde kalır, hatta tuvaleti geldiğinde tuvalete gider ve küçük abdestiyle büyük abdestini oraya yapardı. Cimi evi beklediği için halalarım Cimi’ye söyleyeyim diye bana hiç unutmadığım şu şarkıyı da öğretmişlerdi;
“Hav hav hav, benim cici köpeğim
Evimi bekle
Sana kemik vereyim, gel biraz da seveyim
Evimi bekle….”
Ben bu şarkıyı söylediğimde Cimi, adeta havalara seker ve zevkten kendini yere bırakır top gibi düşerdi. Sanki de bu güzel şarkıyı o da beğenmiş gibi olur, yüzünün insan gibi güldüğünü sezerdim.
Çok akıllı bir köpek olan Cimi’yi maalesef 1963 yılı çarpışmalarından önce ninemler bir araba kazasında kaybetmişlerdi. Ninemin işten eve gelişini duyan Cimi sevinçle kapıdan dışarıya çıkar çıkmaz onu bir araba basmış ve ölüp gitmişti. Ninem ölene kadar Cimi’yi devamlı andı. Ne yazık ki, 1963 çarpışmalarıyla ninem, dedem ve amcam evi terketmek mecburiyetinde kalmışlardı. Ninem ve dedem bir müddet yukarıda da yazdığım gibi Abdi Çavuş Sokağı’nda kaldılar daha sonra dedemin kahvehanesinin ek Baraka ve tek odalı arka tarafındaki bölümlere yerleştiler.
Halalarımdan, Sultan halam, 1965 yılında daha 24 yaşında matematik öğretmeniyken hayata gözlerini kapamış, küçük halam, Fatma Malik Said (O zamanlar Fatma Irkad) eczacı olduktan sonra 1965 yılında Ürdün’de evlenmiş, küçük amcam da Ankara’da arkeoloji eğitimi gördükten sonra, 1974 sonrasında bir müddet Değirmenlik’te Belediye amirliği ve çeşitli işlerle uğraştıktan sonra emekliye ayrılmıştır. Ev konusunda en son anım, 1962 yılında evlenecek olan rahmetli halam Şifa Sultan’ın düğün hazırlıkları olurken benim yemek masalarına bir bıçakla vurmam ve dedemin bunu yapmamam için babama beni şikayeti olmuştu. En son anım buydu. Halam Sultan Şifa, 1962 yılında yine anne tarafından ailemden büyük teyzemin oğluyla evlenip matematik öğretmeni olarak Baf’a tayin edilmişti.Kocası da matematik öğretmeniydi. Ninem ve dedem 1963-64 yılında rahmetli halama Lefkoşa’dan eşyalarını getirmişler ama maalesef 7-9 Mart 1964 çarpışmaları sırasında Baf’ta kısılmışlardı. Bu sırada Lefkoşa’da, Küçük Kaymaklı’da kaldıkları ev dahil, o çarpışmalar sırasında tüm eşyalarını ve herşeylerini evde bıraktıklarını ve evin soyulduğunu haber almalarıyla ne kadar üzüldüklerini hatırlıyorum. Ev de, eşyalar da tümüyle harap olup gitmişti.
Küçük Kaymaklı’daki ninemlerin evi, halamlar ve amcamlar, hep hayalimde ve geçmişteki güzel hayallerimi süsleyen anılar olarak hiç ama hiç aklımdan gitmeyecek...
Ortada gözlüklü olan dedelerimin kızkardeşi büyük halam rahmetli Ayşe Derviş, solda 24 yaşında ölen rahmetli Sultan Şifa Halam ve sağda da Fatma halam, yerdeki çömeli çocuk da küçük amcam Ata Yılmaz Irkad…
Yine o evde çekilmiş olan en başta annem Aysel Irkad, Dedem Mustafa Irkad (Hısım), ninem Hatice Irkad, bir tanıdık olmalı ondan sonra rahmetli halam Sultan ve teyzem Ayla, oturanlar da küçük amcam Ata ve halam Fatma...
PAZARTESİ DEVAM EDECEK