Niyazi Kızlıyürek yazarlık hayatının otuz beşinci yılında… İlk kitabını 1981 yılında yayınladı, hala bıkmadan yazmaya, anlatmaya devam ediyor. Bunu tüm Kıbrıslılar için yapıyor, bize eşi bulunmaz bilgiler veriyor. Yakın zamanda yayınlanan ‘Kayıp Özne’ kitabıyla öncelikle içinde bulunduğumuz durumu her yönüyle ortaya koyuyor, hemen ardından kaleme aldığı ‘Neden Federal Devlet?’ kitabıyla da ortaya koyduğu vaziyetimize çözüm üretiyor. Müzakerelerin yeniden başladığı tam da bu günlerde anlattıkları çok daha fazla önem arz ediyor.
“ÖZNE OLMAK KIBRISLI TÜRKLERİN EZELDEN BERİ KARŞILAŞTIĞI BİR SORUNDUR”
İlk olarak sohbetimize ‘Kayıp Özne’ ile başlıyoruz. Her ne kadar kitabın önsözü neden bu isim sorusuna cevap verse de, detayları yazarından dinlemek istiyorum.
“Kayıp Özne kitabı Kıbrıslı Türklerin yakın tarihinden yola çıkarak toplumu sosyo-politik ve psikolojik olarak ele alıyor. Ana konusu özne olmak ya da olmama kapasitesidir. Bu Kıbrıslı Türklerin ezelden beri yüzleştiği, karşı karşıya kaldığı bir sorundur. Osmanlı hâkimiyetinin sona erdiği andan itibaren Kıbrıs’ta etkin bir özne olabilmenin yollarını aramış, ancak Kıbrıslı Rum toplumunun ekonomik ve nüfus olarak gücünün yanında bunu gerçekleştirmek mümkün olmamıştır. Kitap aslında bir yandan Kıbrıslı Türklerin özne olma iddialarını irdeliyor bir yandan da etkin bir özne, sosyo-ekonomik bir güç olamamanın getirdiği yarılmadan söz ediyor. 1974’ten sonra değiştiği zannedilen artık daha etkin bir özne haline geldiği sanılan toplumun yine etkin bir özne olamadığını ortaya koyarken, aşırı bağımlılık ilişkiler içinde varlığını sürdürmeye çalışan konumda olmaya devam ettiğini açıklıyor. Tüm bunlara bakarken ve bu sorunlara çözüm yolu ararken de ‘Neden Federal Devlet?’ kitabı gündeme geldi, biraz da ‘Kayıp Özne’, bu kitabı beraberinde getirdi.”
“KIBRISLI TÜRKLER GARANTİLERİ GÜVENLİKLERİYLE DOĞRUDAN İLGİLİ SANIYOR”
Kayıp Özne farklı bölümlerden oluşuyor, her bölüm için ayrı giriş yazılarına yer veriliyor… Her bölüm bizler için hayati düzeyde önemli başlıklardan oluşuyor.
“İlk bölüm Kıbrıslı Türklerin Ahvali, bu bölümdeki makaleler Kıbrıs Türk toplumunun yakın dönem tarihi içinde nereye konumlandığı, nasıl bir sosyal siyasal statü yaşadığını ele alıyor. Kıbrıslı Türklerin sembolik de olsa bir yurtsuzluk yaşadığını görüyor, yaşadıkları toprak parçası üstünde etkin bir aktör olmadığını ortaya koyuyor. İkinci bölüm Ayın Karanlık Yüzü; burada Kıbrıs Türk toplumunun yüzleşemediği konular var… Biliyoruz ki Kıbrıs Türk toplumunda mağdur edebiyatı çok yaygındır. Statüsüz olmaktan kaynaklanan durumunu da bu mağduriyet söylemiyle anlatır. Kendisine eleştirel yerden bakmaz, mağduriyet söylemi içinde hem kendini aklamaya çalışır hem de kendi üstünden başkalarına yapılan haksızlıkları görmezlikten gelir. Bu bölümde bu konulara değinirken, üçüncü bölüm kitabın kuşkusuz en önemli bölümlerinden… AKP’nin Nesneleştiren Bakışı bölümü… Bu çok önemli çünkü Adalet ve Kalkınma partisi ile Kıbrıslı Türklerin ilişkisi son derece ilginçtir. AKP’nin siyaset sahnesine çıktığı tarih Kıbrıslı Türklerin yoğun olarak barışı aradıkları günlere denk gelir. Böylece yolları kesişir. Çünkü onlar da Avrupa Birliği müzakerelerine başlamayı çok istiyordu, bunun için de Kıbrıs sorununda Türkiye’nin esnek davranması şartı vardı. Böylece Kıbrıslı Türklerle çıkarları örtüşmüş oldu. Fakat gerçekte AKP’nin dünya görüşüyle ve yaşam anlayışıyla Kıbrıslı Türkler arasında çok önemli farklar vardır. Kıbrıslı Türkler Kemalist Türkiye’nin yarattığı en laik topluluktur. Dolayısıyla din kökenli bir hareketle, kendini seküler olarak konumlandıran, bundan gurur duyan Kıbrıslı Türk toplumunun uzun vadede aynı çizgide kalmaları mümkün değildir. Nitekim bugün bu ortak çıkar ilişkisinde kaymalar var. Bu bölümde AKP’nin Kıbrıslı Türklerle olan ilişkisinin seyrini çalıştım. Son bölüm Garanti mi Karantina mı? başlığı garantörlük meselesini ele alıyor. Her iki toplumda da en fazla yanlış anlaşılan konulardan biri garantörlük… Müzakere sürecinde geldiğimiz noktada garanti meselesi çözüm mü çözümsüzlük mü denkleminin tam da ortasında… Eğer çözüm olacaksa, taraflar arasında tüm konularda görüş birliği olsa da buna çok yakın noktaya gelinmiştir de, garanti sorununu çözmeden son hamleyi yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla garantiler bu bağlamda çok önemli. Bu kadar önemli bir meselede bu kadar yanlış bilgilendirilmenin olduğu durumla karşı karşıyayız. Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu garantileri Kıbrıslı Türklerin güvenliği ile doğrudan ilgili sanıyor. Hâlbuki garanti anlaşması böyle bir anlaşma değil. Bu anlaşma 1960 yılında oluşan anayasal düzeni korumakla, aslında Türk garantöre hak değil hükümlülük tanıyan bir anlaşmaydı. O koşullarda neden buna gerek duyuldu, bugün neden buna gerek yok onu anlamak lazım. 1959-1960’da yapılan müzakerelerde garanti ihtiyacına iki nedenden gerek duyuldu. Biri ada bağımsızlığa giderken, hala ENOSİS tehlikesinin olması… Bu bağlamda ENOSİS ve Taksim yasaklanmıştı, garantörler de bu bağlamda anayasal zemini korumakla mükelleftiler. İkincisi de o yıllarda, soğuk savaş ortamındaki komünizm tehlikesiydi. Hatta üç NATO devletinin garantör olması bu nedenledir. Şimdi bugüne baktığımızda arada çok fark var. Kıbrıs’ta kimse artık ENOSİS tehlikesi olduğunu söyleyemez, bu çok aşikar... Diğer yandan artık komünizm tehlikesinden de söz etmenin saçma olduğu ortada. Bu kadar koşullar değişmişken, neden hala ısrar edelim. Ayrıca kurulacak devlet federal bir devlet. Toplumlar ayrı ayrı bölgelerde yaşayacaklar, ayrı güvenlik kuvvetlerine sahip olacaklar, yasama yürütme yargı organları da ayrı olacak. Federal devleti birlikte yönetecekler. Bu şartlarda bu konuya yeniden bakmak gerekiyor. Bu konuyu tartışmaya açmak gerekiyor. Son bölümde de bu konuya açıklık getirmeye çalışıyorum.”
‘YABANCILAŞMA’
Elbette her bir makale kendi içinde çok önemli, değerli… “Kıbrıslı Türklerin yurdu neresidir?” sorusuna cevap aradığınız makale ise bana göre ayrıca önemli…
“Önce yabancılaşma kavramına ilişkin bir şeyler söylemek isterim, Bernhardt Schlink’den yola çıkarak daha önce Almancadan çevirdiğim ‘Yurt Ütopya’dır kitabı bu bağlamda çok önemlidir. Orada Schlink, sürgünü bir yabancılaşma metaforu olarak kullanır. Yabancılaşmayı ‘kendi irademiz olmadan her şeyin değiştiği, değiştirildiği ve kurallarını başkalarının belirlediği bir ortamda yaşamaktan kaynaklanan, kısaca bireylerin kendi yerlerine dair söz söyleme hakkının olmadığı, her şeyin başkaları tarafından değiştirildiği ortamlar yabancılaşma’ olarak açıklar… Kıbrıslı Türkler de tam da böyle bir yabancılaşma, sürgün hali yaşıyor. Yaşadıkları yerde iradeleri olmadan her şey değişiyor. Başkaları tarafından değiştiriliyor. Adeta gurbette yaşıyorlar. Bu nedenle Schlink’in tanımladığı yabancılaşma üzerinden sürgün haline çarpıcı örnek oluşturuyorlar. Bu bakımdan henüz yurtları olmayan, ütopyanın, olmayan yerin peşindedirler. Bizim bir yurt ütopyamız vardır ama yurdumuz yoktur. Bir topluluk olarak hak sahibi olduğumuz, yönettiğimiz, yönlendirdiğimiz, değiştirdiğimiz, yön verdiğimiz bir toprak parçası üstünde maalesef yaşama hakkına sahip değiliz.”
“FEDERAL DEVLET; TEK ÇÖZÜMDÜR”
‘Neden Federal Devlet?’ kitabı ‘Kayıp Özne’nin peşi sıra çıkan bir başka çalışma… Kitapta Kant’ın edebi barış makalesine atıfta bulunarak özgür ulusların bir araya gelmesiyle oluşturulacak federasyonun barışın en önemli güvencesi sayılacağına değiniyor Niyazi Kızılyürek… Kayıp özne durumundan kurtulmanın federal bir devletle mümkün olacağına vurgu yapıyor, bu bağlamda iki kitap birbirini tamamlıyor.
“Neden Federal Kıbrıs?’ kitabı ‘Kayıp Özne’den sonra kaleme alındı. Burada Türk toplumunun Kıbrıs ülkesindeki devletlik olgusuna bağlanmasının önemini irdelemeye çalıştım. Kıbrıs Türk toplumunun sosyo-ekonomik güç olması, aktif olması, özne olması mümkün diyerek, bunun nasıl olabileceğini anlattım. Böyle bir konuma erişmenin en doğru yolunun federal devletin parçası olmaktan geçtiğini, gerekçeleriyle açıkladım. Dolayısıyla iki kitap birbirini tamamladı. Bana göre edebi, sürdürülebilir, kalıcı barış son derece önemlidir, mesele herhangi bir anlaşma yapmak değildir. Nitekim Kant da yapılan uluslararası anlaşmaların ne denli kolay çökebileceğinden yola çıkarak daha federatif örgütlenmelere önem veriyor. Makalelerimin birinde anlattığım Kıbrıslı Türklerin çok uzun yıllardır olağanüstü hal durumunda yaşıyor oluşu, aslında büyük oranda 1974 yılından itibaren Kıbrıslı Rumlar için de geçerlidir. Bu bakımdan kalıcı barış nasıl sağlanır sorusunu çalıştığınız zaman pek çok ülkenin daha 19. yüz yılda çözdüğü sorunla karşı karşıya kalırız. Bu coğrafyaya nasıl bir devlet örgütlenmesi gerekiyor ki kalıcı bir barış sağlansın. Bu tartışmalar dünyanın farklı yerlerinde farklı sonuçlar doğurdu. Genellikle üniter devletler kuruldu. Fakat Kıbrıs üniter devlet kurmaya uygun coğrafya değildir, birden fazla etnik grubun yaşadığı, hiçbir etnik grubun ötekine baskın olmadığı bir coğrafyadır. Etnik gruplar arasında güç dengesi vardır. Diyebilirsiniz ki bir diğer çözüm meşru olarak ayrı ayrı iki devletin, aynı coğrafyada kurulmasıdır. Buna bakınca bunun da koşulları yok. Kıbrıs coğrafyasında iki meşru devlet üretmenin imkânı yok. Zaten geçen yıllar bize bunu gösterdi. Bize kalan devlet şekli federal devlettir. İki toplumun iradesini kaynaştırarak, bu coğrafyadaki siyasi devleti birlikte yönetebilecekleri ortama geçerek, etnik çatışma tarihini sonlandırabilecek perspektif ile federal devlet olmaktan geçiyor.”