Özlem Onar
Niyeti sorgularken “Niye” veya “Niçin” ile başlayan soru cümleleri oluştururuz. Bir başka deyişle “Niyetin nedir?” sorusuyla niye böyle davrandığınız, kastedilmektedir. Doğal olarak nedensiz bir davranış yoktur. Bizler davranışlarımızın ve davranışlarımızın ardındaki niyetlerimizin ne kadarının farkındayız? Niyetimizi kendi özgür irademizle inşa edebilir miyiz? Yoksa niyetimizi salt içinde bulunduğumuz toplumsal koşullar mı belirler? Niyetimizi kurgularken duygular mı yoksa akıl mı daha baskındır? Bir insan başka bir insanın niyetini oluşturabilir mi? Niyetimizin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu nasıl anlarız? Kendi niyetimizi değerlendirirken objektif olabilir miyiz?
İrade ve Kimliksizlik
Genellikle kendi niyetimizi sorgulamak yerine, başkalarının niyetlerini okumaya meraklıyızdır. Niyetimizi de aklımızı kullanmak yerine, bir şekilde önem verdiğimiz veya etkisi altında kaldığımız kişilerin yönlendirmelerine, bilinçli veya bilinçdışı izin vererek oluşturma eğlimindeyizdir. Bu kişiler, en yakınlarımız olabildiği gibi falcılar da olabilmektedir. Çünkü düşünmek, karar vermek dolayısıyla sorumluluk almak zahmetlidir. Oysa gerçekte bir insan başka bir insanın yaşamını yaşayamayacağı gibi niyetini de oluşturamaz. Kendi iradesini ortaya koyma cesaretini gösteremeyenlerin özerkliği; seçimleri, niyetleri, eylemleri ve kimlikleri olamaz.
Başarı-Başarısızlık
Niyetimizi keşfederken salt aklı kullanmamız mümkün mü? Alman filozof Immanuel Kant’a göre mümkündür. Kant, insanın aklını kendisinin kullanma cüretini göstermesinin gerekliliğine vurgu yapar. Kant’ın kast ettiği akıl nasıldır? Duyguların etkisinde kalmamaya çalışan, kendi sınırlarını çizen ve kendisinin belirlediği sınırları aşmamaya çalışan akıldır. Sınırlı bir özgürlüğe sahiptir. Özgür olmayan akıl, eleştiriye tabi tutulmayan ve duyguların etkisine kapılandır. Kant’ın felsefe öğretisi eleştiriciliktir. “Eleştiri” Yunanca aslına uygun olarak (krinein=ayırmak, yargılamak demek) ayırmadır. (1) İnsanlar günlük yaşamda törel bilinçlerinin (vicdanlarının) sesine uyarak içinde bulundukları bir olayı iyi ya da kötü olarak kabul ederlerse de, “iyi” ve “kötü”nün kendisinin neyi dile getirdiğinin hesabını veremezler. (2) Psikososyal bir varlık olan insan, ruh ve beden sağlığını korumak için bir takım savuma mekanizmaları geliştirir. Kendisine benzemeyenleri hor görme, benzeyenleri hoş görme söz konusudur. İnsan kendisini olduğundan daha iyi görme eğilimindedir. Vicdanımızın şekillenmesinde toplumsal yapının etkisi oldukça baskındır. İyiliğin veya kötülüğün topluma, zamana, mekana, inançlara, kültüre, değerlere hatta kişiliğe göre değiştiğini savunanlar çoğunluktadır. Başarısızlık pek çok toplumda utanç kaynağı olurken, Finlandiya’da her yıl 13 Ekim’de “Başarısızlık Günü” törenlerle kutlanmaktadır.
İyilik-Kötülük
Kant ahlak kavramları arasında, eylemlerin ahlak bakımından değeri yargılandığında, insanın başvuracağı bir kavram arıyor. Genel olarak kabul edilen ahlak yargılarını, ahlak kavramlarını çözümlemesinde böyle bir şey de buluyor: İyi istenç. Burada iyi istenç yalnızca iyiyi istemekle, ya da iyi duruma erişmeyi istemekle karıştırılmamalıdır. İyi istenç güçlü bir düşünüştür. Bir eylemin ahlaksal değeri de ortaya koyduğu başarıda değil, o eylemin arkasındaki düşünüştedir. (3) İnsanlar genellikle iyi niyetli olduklarını savunurlar. “İyilikten maraz doğar.” ”İyilik eden iyilik bulur.” Atasözlerinde iyliğin veya kötülüğün daha çok kişilikle bağlantılı olarak tanımlandığını söyleyebiliriz. Kant’a göre iyi olmanın kişiliğimizle, duygularımızla alakası yoktur. Tek ölçüt aklını kullanarak, seçim yapabilmektir. Genç adamı gördüğünde ona karşı tiksinti hisseden, ancak ödevi olduğu için yine de ona yardım eden birini hayal edin. Kant’ın gözünde bu kişi, şevkatle eyleme geçen birinden daha ahlaklı biri olacaktı. Bunun sebebi tiksinti duyan kişinin açıkça ödev duygusuyla hareket etmesiydi. (4)
Ahlak İlkeleri
Kant ahlakın temel ilkesini ortaya çıkaracağına inanır. Kant yeni bir ahlak kurmak istemediğini, yalnızca zaten var olan, ama içgüdülerle duyulan ve işlenmiş olan ahlaklılığı kendi varlığının bilincine yükseltmek ve geçerliliğinin ilkesini ortaya koymak istediğini özellikle belirtir. (5) Başarılı da olur. Kant görüşleriyle ahlak felsefesine büyük bir katkıda bulunmuştur. Eylemlerimizi oluşturan ahlak ilkelerini belirlerken Kant şu soruyu sormamızı ister: “Ya herkes böyle yapsaydı?” Şartlar ne olursa olsun ahlak ilkelerine uyulmalıdır. Çok sevdiğiniz birinin canını korumak için de olsa yalan söylenmez. Kant bu konuda oldukça katıdır. Yalan söylersek herkesin zor bir durum karşısında yalan söyleyebileceğini kabul etmiş oluruz. Sonucu ne olursa olsun ahlak ilkelerine koşulsuz saygı göstermeli ve uymalıyız. Çıkardan dolayı yapılan eylemler sonucu iyi de olsa ahlaki değildir. Kant, ahlaki ilkelerin uygulamadaki karşılığının başkalarını kullanmamak, insanlara saygı çerçevesinde, onların otonomilerini, kendileri için mantıklı kararlar alan bireyler olarak kapasitelerini hesaba katarak davranmak gerektiği olduğunu düşündü. İnsan onuruna ve bireylerin değerine gösterilen bu saygı modern insan hakları teorisinin özüdür.(6)
Kalıcılık
Kant’ın belirttiği gibi mutluluk, sağlık, başarı, onur v.b. hiçbir çıkar içermeden, duyguları yok sayarak iyiyi sırf iyi olduğu için isteyen bir insan olmak mümkün mü? Aslında Kant da böylesi ideal bir insanın olamayacağını biliyordu. Amacı insanın aklını ve eylemlerini sorgulamaktı. Bu yazımın da amacı; insan olma yolculuğunda kendimizi tanımak ve niyetlerimizi keşfetmek için bir nebze de olsa birlikte düşünmekti. İnsan sorguladıkça, okudukça, tanıdıkça, bildikçe, iyiyi seçebilir. İyiliğin tekrarı, iyiliğin yayılması da güzelliklerin, hoşgörünün, dostluğun, insan kardeşliğinin, kalıcı barışın temel basamaklarını oluşturacaktır.
KAYNAKÇA
1) (Bedia Akarsu, Ahlak Öğretileri I. Mutluluk Ahlakı II. Kant’ın Ahlak Felsefesi, İstanbul, Remzi Kitabevi Yayınları, 1982, s.154)
2) (Bedia Akarsu, s.196)
3) (Bedia Akarsu, s.208)
4) (Nigel Warburton, Felsefenin Kısa Tarihi, İstanbul, Alfa Basım Yayım Dağıtım San. Ve Tic. Ltd. Şti., 2017, s.176, 177)
5) (Bedia Akarsu, s.196, 197)
6) (Nigel Warburton, s.180)