Son günlerde gözüme çarpan en güzel şakalardan biri şuydu:
“… Sevgili matematik, artık biraz büyü ve kendi problemlerini kendin çöz!”…
-*-*-
Covid 19, özellikle ülkemizde öğrencileri iki yıl okullardan uzak bıraktı…
Yüz yüze dersin yerini hiçbir şey tutamaz…
Kaldı ki, bizimkisi gibi yoksul veya teknolojik açıdan geri kalmış ülkelerde, yüz yüze eğitim, var olan eşitsizliği daha da artırdı ve çok kötü bir dönem geçirildi.
-*-*-
HP Girne Milletvekili Jale Refik Rogers dün sosyal medya hesabından şu paylaşımı yaptı:
“… Bu günlerde basındaki yeni slogan ‘okullarda Covid19 paniği’. Halbuki bütün yaz düğünlerde ciddi bulaş olmasına rağmen, ne ‘düğünlerde Covid19 paniği’ diye manşet gördük ne de düğünleri iptal ettiler…”
-*-*-
Bu paylaşıma yüzde yüz katılıyorum…
Canlarım benim; haftada 90 öğrenci, yüz öğrenci veya 30 bin öğrenci ve 6 bin öğretmen pozitif çıksa da, artık bu beytamballa birlikte yaşamayı öğrenmek ve okulları kesinlikle kapatmamak zorundayız!
-*-*-
Evet abarttım biraz ama söylemek istediğimi sanırım anladınız!
Bu matematik denen illet, büyüyüp kendi sorunlarını çözmeyecek!
Okulda öğrenilmesi yüzde yüz şart olmayabilir elbette ama okulsuz hiç öğrenilmeyeceği net bir gerçektir.
-*-*-
“Panik vaaaar!” diye yazmak, üç beş tık veya “like” artırımına sebep olabilir…
Ama “panik vaaar” diye yazmak, olmayan paniği yaratır!
Ve eğitimde hiç işe yaramaz!
Zaten eğitimde geri bıraktırılıyoruz, Dünya’dan uzaklaştırılmış durumdayız; okuyan öğrencileri de geri alamıyoruz ki o da ayrı bir mesele…
Neyse!
Yapmayın lütfen; atmayın böyle başlıklar…
Rakamları zaten Eğitim Bakanlığı açıklıyor, “şu kadar pozitif” tamamdır…
No panik ha!
Lâ Tahzen! İnnallâhe Meassabirin
Aklımda öyle kaldı!
Bir yakınınızın ya da bir tanıdığınızın beğenmediğiniz bir davranışı ya da sözü olursa, “innallahım menessabirin” diye bir söz söylerdik!
O sözün doğrusu, “Lâ Tahzen! İnnallâhe Meassabirin”miş!
Peki ne demek?
“Üzülme! Allah sabredenlerle beraberdir”…
-*-*-
Yani taraf tutar gibi olmasın ama benim gibi “federal çözüm yanlıları” da sabretmek zorunda; “egemen eşit devlet” yanlıları da!
Çünkü ikincisi imkansız bunu biliyoruz ama birincisini de imkansız hale sokan bir siyaset, şu anda “Anadolu’da bunun propagandası ile uğraşıyor!”…
-*-*-
Evet, “egemen eşit ve bağımsız bir Kıbrıs Türk Devleti” imkansızdır!
Neden imkansızdır?
Çünkü bırakın Rumları, tüm Dünya buna karşıdır!
Ve bırakın tüm Dünya’yı, en başta Türkiye buna karşı silah bile kullanabilir!
-*-*-
Hatırlatmakta fayda var; geçtim Misak-ı Milli sınırlarını, Irak’ta, Suriye’de bağımsız Kürt devleti talebini savaş sebebi sayan; bu nedenle örneğin Uygur Türkleri’nin kavgasında Çin’den yana durmak zorunda kalan ve aynı siyasetle, Ermenistan’a karşı silah kullanıp, Karabağ’dan çıkaran Türkiye; garantörlerinden biri olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti sınırlarında ayrı bir devleti destekleyemez, desteklemez!
-*-*-
Çözümsüzlüğe razıdır ve şu andaki tek siyaset de budur!
-*-*-
Kısacası, Ersin Tatar’ın savunduğu siyaset, hem federal çözüm şansını azaltmakta veya çok yavaşlatmaktadır hem de ayrı devlet siyasetinin de hikaye olduğunu “ispat” etmektedir!
-*-*-
Şimdi ne yapıyor Sayın Cumhurbaşkanı?
Yarın yine Anadolu’da, Türkiye’de bu siyaseti anlatmaya gidiyor!
-*-*-
“BM’de bazı devlet başkanları ile görüştük” diyor.
“Yalan söylüyorsunuz” dediğimizde kızıyor, “Cumhurbaşkanı’na yalan söyledi diyemezsiniz”e getiriyor!
Haklı!
Özür dilerim Sayın Cumhurbaşkanım!
Yalan söylemediniz!
Ama söylediklerinizin o kısmında, yani “New york’ta devlet başkanları ile görüştük” kısmında, “Erdoğan’ı al dışarı”, doğru bir şey yoktur!
-*-*-
Haaa federal çözüm yanlıları ve Tahsin abim dahil; eski bayrak yakıcılar, emekli ya da müstafi tümamiraller, emekli büyükelçiler sizin “bağımsız KKTC” veya “Egemen eşit Kıbrıs Türk Devleti” senaryolarınız da iptal!
-*-*-
Hep birlikte ne diyoruz?
“Lâ Tahzen! İnnallâhe Meassabirin”…
-*-*-
Ya da, “Sabreden derviş, muradına ermiş”…
-*-*-
Tabii bunun bir de başka “türden” veya bağlantılı bir sözü var…
Neydi o?
“Sabreden derviş sabretmekten gebermiş”…
-*-*-
Özet: Ersin Tatar’ın savunduğu siyaset, tamamen çözümsüzlük çabası içeren, Kıbrıs Türk toplumunun hiçbir şekilde savunmadığı, savunmayacağı bir siyasettir.
Yalan makinesi!
Bize şart!
Kim yalan söyler, kim söylemez, kim New York’ta devlet başkanları ile buluştu, buluşmadı, yalan makinesi çözsün!
Siyasette yalan bol!
Ama yalan, özellikle “özel hayatı” kesinlikle öldürür…
Bizimkisi gibi geri kalmış demokrasilerde, söylemeyen zaten siyasetçi olamaz!
Neyse; hafta sonudur, “yalan” dedik de aklıma bir fıkra geldi…
-*-*-
Adamın biri evine yalan makinesi almış…
Makine, yalan söyleyene tokat atıyor…
Anne – baba ve genç oğulları masaya oturmuşlar, heyecanla makineyi deneyecekler…
Adam oğluna sormuş:
“… Bugün okul saatlerinde neredeydin?”
Oğlu, “okuldaydım baba” demiş; makine oğlana “şraaak” diye tokat atmış!
Oğlan, “arkadaşıma film izlemeye gitmiştim” diye düzeltmiş.
-*-*-
Baba bir soru daha sormuş:
“… Ne tür bir film izlediniz?”
Cevap: “Kung Fu”…
Makine’den oğlana yine tokat!
-*-*-
Oğlan yine düzeltmiş…
“… Hafif erotik bir film izledik baba…
-*-*-
Baba söze girmiş; “… Bizim zamanımızda erotik film nedir bilmezdik bile”…
“Şraaaak” diye tokadı basmış makine!
-*-*-
Anne gülmüş:
“… Hah, sonuçta senin oğlun…” diye kocasıyla alay etmeye kalmış ki, makineden sert bir tokat da ona gelmiş!
“Kıbrıslı” olan “hellim”, Kıbrıs sorunu nedeniyle bundan böyle “Greek” olma tehlikesiyle karşı karşıya… Dünya’nın neresine giderseniz gidin, “Kıbrıslıyım” dediğinizde size “Elence” birkaç kelime söylemeye çalışan züppelerle karşılaşırsınız… İşte Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle artık “hellim” hiç olmayabilir… Hep “hallumi” olacak… Ve bu durum, “bizimkilerin” zerre umurunda değil… Kıbrıslılığı da ürünlerini de kaybediyoruz; kendi kendimizi tüketiyoruz, zerre umursamıyorlar!