Bülent EVRE
bulentevre@yahoo.com
Bir müddetten beri kamusal söylemde giderek belirgin hale gelen ve neredeyse bütün siyasilerin cümlelerinde eksik olmayan ve kendinden önce gelen bir sözcüğün ardından, daha çok bir edat olarak kullanılan moda bir sözcük var: “noktasında”! Öyle anlaşılıyor ki, bu “noktasında” sözcüğü; hususunda, konusunda, bakımından, bağlamında gibi sözcükleri yerinden ederek, hepsinin yerine kullanılır hale gelmiştir. Aşağıda, sağdan-sola kadar KKTC’de özellikle başbakanlık veya bakanlık makam(lar)ında bulunmuş/bulunmakta olan çeşitli siyasetçilerin beyantlarında geçen “noktasında” sözcüğüne ilişkin birkaç örnek verelim:
“yerel yönetimler noktasında KKTC’li belediyelere destek...” (6 Ağustos 2015)
“manevi değerler ve tarihi bilinç noktasında zafiyetlerin toplumu çökerteceği...” (20 Ocak 2016)
“özellikle yönetim noktasında Kıbrıslı Türklerin yönetmesi konusu...” (16 Şubat 2016)
“seyruseferin kaldırılması noktasında araç sahiplerinin mağdur olmaması” (22 Mayıs 2016)
“Türkiye’nin bize bir şey dayatma noktasında olmadığını iyi biliyorum. Gerek denetleme gerekse yönetme noktasında KKTC’den bir talep gelmemesi durumunda bir girişimler olmayacak. Bu noktada herkesin içi rahat olsun.” (7 Haziran 2016)
Fakat bu yaygın kullanım şekli, ilk bakışta göründüğü gibi salt dilbilimsel bir sorun değildir; bunun ötesinde yaşadığımız çağın dinamiklerinden biri olan parçalanma/bölünme eğilimiyle de uyumlu olan bir zihniyet kalıbına tekabül etmektedir.
Dilin, gerçekliği temsil edici veya şekillendirici işlevleri bir yana, özellikle zihniyetimizle olan organik ilişkisi bağlamında, kullandığımız her sözcüğün düz anlamının yanı sıra, zihniyetimizle ilgili birtakım kodları da içinde taşıdığına dikkat çekmek isterim. Bu çerçevede özellikle siyasilerin ağızlarından çıkan cümlelerini “noktasında” sözcüğüyle bezemeleri neye delalettir?
Monadlaşan Düşünce Tarzının Sorunları
Bu kullanım şeklinin, aslında giderek yaygınlaşan bir düşünüş tarzının bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorum. “Noktasal düşünme biçimi” olarak adlandırdığım şeyin, bir tür monadlaşma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Leibniz’den mülhem monadlaşmayla kastettiğim şey ise gerçekliğin veya onu oluşturan unsurların, tek bir töze indirgenmesi ve başka unsurlarla olan bağının kesilmesi durumudur. Giderek monadlaşan düşünce tarzımızın, sorunlu olduğunu ve en azından şu sorunları ima ettiğini düşünüyorum:
1. Bir şeyin nokta olarak görülmesi, sözkonusu şeyi çevreleyen veya onunla bağlantılı olan diğer bütün şeylerin, algılamamızın dışında bırakılması veya dikkate alınmaması sonucunu doğurmaktadır. Yukarıdaki “yönetim noktasında” örneğinden hareket edecek olursak, yönetim faaliyetinin, noktaya indirgenerek, esasen bir süreç olduğu ve bu sürecin yöneten-yönetilen-meşruiyet gibi unsurları içerdiği ıskalanmaktadır. Bu durumda KKTC’deki gerek yasal düzenlemelerde gerekse ekonomik protokollerde, yönetilenlerin rızasının alınmaya çalışılmamasına şaşmamak gerekir.
2. Bu düşünüş biçimi, nereden bakarsanız bakın, son derece dar ve sığ bir zihniyet kalıbını karşımıza çıkarmaktadır. Örneğin TC makamlarıyla bağlantılı olan KKTC’ye yönelik her girişim, kategorik olarak ya onaylanmakta ya da reddedilmektedir.
3. Karşılaşılan karmaşık sorunlar karşısında, sorunun sadece bir boyutu üzerinde odaklanılmakta ve büyük bir kısmı göz ardı edilebilmektedir. Nokta olarak kavranan şeylerin varlığı, genellikle siyah/beyaz gibi ikili karşıtlıklar üzerinden değerlendirilmekte ve diğer alternatifler çoğu zaman hesaba katılmamaktadır.
4. Tartışılan bir konuyla ilgili yeni bilgi arayışına girmek yerine, varolan sınırlı bilgiyle yetinilebilmektedir. Bu sorunu özellikle kamuya yönelik atamalarda, liyakatin veya bilgi birikiminin göz ardı edilmesi örneğinde de görmekteyiz.
5. Siyasal karar alma süreçlerinde, sorunlara kapsamlı çözümler yerine, günü birlik palyatif çözümler getirme eğilimi daha ağır basmaktadır. Bu eğilim, örneğin, hükümetlerin bir sonraki seçimi kazanmak uğruna, en basit yol olan popülist politikalara başvurma alışkanlıklarından da anlaşılmaktadır.
Bu sorunlar dizisini daha da uzatmak mümkündür; ancak sözkonusu zihniyet kalıbının, pratikte de sınandığını ve yukarıdaki sorunlarla neredeyse hergün boğuştuğumuzu söylemeye bile gerek yoktur. Dolayısıyla “...noktasında” edatıyla kurulan cümleleri, sadece bir retorik değil, monadlaşmış bir zihniyetin göstergelerinden biri olarak değerlendirmek gerekir.
Noktasal Düşünce Biçiminin Bağlamı
Her türlü düşünce ve düşünüş tarzının izini sürmek ve geçmişte bulmak mümkün olmakla birlikte, her tarihsel dönemde hakim olan belli bir düşünce tarzının ve ona karşıt düşüncelerin bir arada olduğunu kabul etmek gerekir. İçinde yaşadığımız dönem, çeşitli düşünürlerce “geç modern”, “postmodern”, “sanayi-sonrası toplum”, “enformasyon toplumu”, “risk toplumu”, “ağ toplumu” gibi çeşitli sıfatlarla nitelenmektedir. Nasıl adlandırırsak adlandıralım, bugün tecrübe ettiğimiz toplumsal gerçekliğin barındırdığı küreselleştirici, bütünleştirici, entegre edici dinamikler karşısında; yerelleştirici, bölücü, parçalayıcı dinamiklerin giderek yükselmekte olduğunu daha çok hissediyor ve sezinliyoruz.
En makro düzeyden en mikro ölçeğe kadar yaşadığımız parçalanma dinamiklerinin, noktasal/monadlaşan düşünme biçimi olarak adlandırdığım zihniyet kalıbının bağlamını oluşturduğunu ve onu beslediğini düşünüyorum. Üretimin mekansal parçalanmasından tutun da toplumun parçalanmasına ve toplumsal sınıfların kendi içindeki parçalanmasına kadar (ör. proletaryanın giderek prekaryalaşma sürecine girmesi); giderek yükselen ayrılıkçı hareketlerin, Avrupa Birliği’nin varlığını tehdit edecek düzeye gelmesi, mikro milliyetçi hareketlerin artması gibi makro ölçekli dinamiklerden, gündelik hayatlarımızın parçalanması, ailelerin dağılması ve bireysel bilincimizin parçalanmasına kadar yaşadığımız bir dizi mikro tecrübe, küresel ölçekte kendini hissettiren monadlaştırıcı dinamiklerin ilk akla gelen örneklerindendir.
Noktasal düşünce biçimi olarak nitelediğimiz bütünlüklen kopuk, parçalı düşünme biçimi tam da bu tarihsel ve toplumsal bağlamda iş görmektedir. Bu düşünce biçimini, özellikle siyasal bağlamda ele aldığımızda, sağ-sol yelpazesini yatay kesen bir eğilim haline geldiği dikkat çekmektedir. Bu eğilimi, sağın hegemonyası olarak da değerlendirmek mümkündür. Zira sağ tasavvur çoğunlukla meseleleri parçalı ve birbirinden kopuk bir biçimde ele alırken, sol düşünce metodolojik olarak yapısal analiz içinde farklı unsurlar arasında ilişki kurarak bütünü açıklamaya ve değiştirmeye girişmiştir. Oysa bugünkü kamusal söylem(ler)e bakıldığında, sol düşüncenin bütünlüklü yaklaşımı cılız kaldığı gibi, aktör düzeyinde de daha çok parçalı yaklaşıma tabi olmuş bir izlenim vermektedir.
Kendi yurdumuzda da kendini solda-sağda veya merkezde tanımlayan siyasilerin söyleminde kendini dışa vuran noktasal düşünce biçimi, gerek küresel gerekse yerel ölçekte tecrübe ettiğimiz parçalayıcı eğilimlerden sadece biridir. Ve bu düşünme biçimi, açık/örtük bir biçimde, çağımızın parçalayıcı dinamiklerine ve onların yeniden üretilmesine, bilişsel anlamda çanak tutmaktadır.