“Konferansa katılan tüm taraflar Kıbrıs’ı bir zaman normal bir devlet olarak görmek istediklerini dile getirdi. Süre konusunda anlaşmaya henüz varamadık.
Tarafların iradesine bağlı, BM yorulmadı, ilgili tarafları desteklemek için buradayız.
Kalıcı bir anlaşma istiyoruz, ileride bozulabilecek sahte bir anlaşma istemiyoruz.
Son tarih koyarsak çözüme katkımız olmaz, bu taraflara bağlı bir şeydir.
Biz tarafların olumlu neticeye ulaşmasını istiyoruz. Sabırsız da değiliz. Buradayız ve çözüme destek için buradayız. Ve bu çözüm çok zor, bunu da biliyoruz. Bizim rolümüz ültimatom sunmak değil destek olmaktır.” BMGS Guetteres.
BM Genel Sekreteri Guetteres’in dün akşam üzeri Crans Montana’da yaptığı basın toplantısındaki vurguları oldukça önemli buluyorum.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Kocias’ın “Önce kurulacak devletin şimdiki gibi çağdışı bir sömürge artığı mı olacağı, yoksa çağdaş bir devlet mi olacağına karar vermemiz lazım” demiş olması da, üzerinde durulması gereken bir konudur.
Elbette “normal çağdaş devlet” konusunu güncel tartışmalar üzerinden değerlendirdiğimizde, konuyu “güvenlik” ve “devlet kurumlarının işlevselliği” bağlamlarında ele alabiliriz.
Federal devlette kurumların çağdaş bir işleyişe sahip olması ve etnik kimliklerden dolayı günlük sorunlara çözüm üretmenin ötelenmemesi gerekmektedir. Bu konu oldukça önemlidir. Çağımızın zamanla yarışan anlayışı içerisinde, kimliği ne olursa olsun hiçbir birey, günlük sorunların çözümü için alınacak kararların etnik süzgeçten geçerek gecikmesine tahammül etmez, edemez. Dolayısıyla 1960 sistemindeki veto modeli veya anlamlı anlamsız her konuda etkin katılım modeli ile bireyin/vatandaşın sorunlarına daha da zorluk çıkaracak engeller oluşturulmaması gerekmektedir. Bu nokta etkin katılımın önemini veya anlamını azaltmaz. Tarafların kararlara etkin katılımı, toplumsal varlık, kimlik gibi temel bağlamlarda dikkate alınmalıdır. Ki BM Genel Sekreterinin çeşitli Raporlarında ve Güvenlik Konseyi kararlarında konu bu çerçevede nitelendirilmiştir.
Genelde güvence yaratmak üzere öngörülmüş ara mekanizmaların işlevselliği engellediği bir gerçektir, buna özellikle dikkat etmekte yarar vardır.
Elbette bir diğer konu güvenlik ve garantiler meselesidir. Güvenlik ve garantileri tamamen birbirinden ayıramasak da öz itibarıyla aynı değildir. Değişen dünya koşullarında güvenlik militer güçlerle değil, ekonomik, sosyal ve siyasal sistemdeki payınız, etkiniz ve gücünüzle ilgilidir. Çözümle birlikte AB üyesi bir devlete sahip olacağımıza göre, Kıbrıs’ı Ortadoğu coğrafyasına oturtarak, güvenlik modeli arayışı içerisinde bulunamayız. Kendi coğrafik ve tarihi gerçeğimiz üzerinden güvenlik sorunlarına çare üretmeliyiz. Ve elbette Genel Sekreter’in ifade ettiği gibi bozmak için sahte bir anlaşma değil, kalıcı bir anlaşmaya ulaşmak için hareket edilmelidir.
Çünkü Kıbrıslı Türklerin güvenlik endişeleri yanında, Kıbrıslı Rumların da şu anda yönettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin (haklı-haksız; iyi-kötü) zayıf bir anlaşma ile ortadan kaldırılması korkusu vardır.
Bu noktada, yeni Kıbrıs devletinde, devletin fonksiyonlarını yerine getirebileceği zaman dilimine kadar belli bir askeri unsurun her iki tarafta konuşlanması anlaşılan odur ki masadaki konuların en önemlisidir.
Bu noktada bahse konu güvenlik sorununu kabaca, herhangi bir Birleşik Federal Kıbrıs vatandaşı veya grubunun, etnik nedenlerden dolayı baskıya, şiddete maruz kalması veya bunun organize edilmesi, planlanması v.d olarak anlıyorum. Bu ciddi sorunu çözmek için aslolan, yeni devletin kendi kurumlarını çalıştırabilecek yasal ve idari mekanizmalara sahip olmasıdır. Normal çağdaş devlet budur.
Yeni devletin güvenlik dahil her türlü işleyişinde, Garantör devletlerin geçici ve özel statülerinin olması, toplumları rahatlatacak bir unsurdur. Dört özgürlük veya eşdeğer özgürlük diye tanımlanan konu, yeni devletten öte AB ile ilgilidir. AB Türkiye ilişkilerinin gelişmesi, ümit ettiğimiz bir konu olmakla birlikte, nasıl şekilleneceği yönündeki irade Brüksel ve Ankara arasında ele alınacaktır ki, bu yönde bir ilişkinin mevcudiyeti ortadadır.
Elbette bu son, son olmayabilir. Ancak son olmasa da öngörülebilir zaman diliminde sonuçlanmasını düşünmek, sert ve kırılgan bir tavır geliştirmemek gerekir görüşündeyim. Sonuç ve gidişat ne olursa olsun…