Mustafa Ongun
Birçoğumuz gibi ben de nüfus sayımına tepki verilmesi, katılım gösterilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Diğer bir yandan ise, bu görüşü savunurken endişe duyuyorum, çünkü bu görüşü savunan birçok insanın ırkçı bir noktadan hareket ettiğini düşünüyorum. Hepimizin bildiği gibi, Türkiye kökenli vatandaşlardan veya Türkiyelilerden bahsederken birçok insanımız (solcular da dâhil olmak üzere) ‘gara sakal’, ‘gaco’ ve benzeri (burada bahsedemeyeceğim) bazı terimler kullanıyor. Nüfus meselesi söz konusu olduğunda da bu terimlerle karşılaşmamak mümkün değil. Bu terimlerin genelde ‘dışlayıcı’ ve ‘aşağılayıcı’ anlamda kullanıldığını reddetmek herhalde fazlasıyla saçma olur. Sevindirici olan şudur ki, yakın bir zaman öncesine kadar göçmenlere karşı ırkçılık içeren açıklamalar hiçbir eleştiriye maruz kalmazken, artık az da olsa eleştirel yaklaşımlarla karşılaşmak mümkün. Buna rağmen göçmenlere karşı neden ırkçı tavırlar sergilendiği ve bu ırkçılığa karşı nasıl bir tutum sergilenmesi gerektiği önemli bir tartışma konusu olarak karşımızda duruyor. Bu yazıda bu konuya değinmeyi amaç ediniyorum.
Sanırım öncelikle sorulması gereken soru neden göçmenlerin aşağı insanlar olarak görüldüğüdür. Göçmenlere karşı neden aşağılayıcı bir tutum sergilendiğini sorusu Kıbrıslı Türklere yöneltildiğinde genellikle şu türden yanıtlarla karşılaşmak mümkün: “eskiden insanlar kapıları açık yatarlardı, fakat Türkiyeliler geldikten sonra hırsız doldu her taraf”, veya “eskiden hapishanelerimiz boştu, göçmenler geldi hapishaneler tecavüzcü, hırsız, katil doldu”. Yani birçok Kıbrıslı Türk, Türkiyeli (veya Türkiye kökenli) olmayı, suç islemeye daha eğilimli olmakla özdeşleştiriyor. Diğer bir deyişle, birçok Kıbrıslı Türk açık bir şekilde Türkiye kökenli veya Türkiyeli insanların doğuştan suç işlemeye eğilimli olduğunu düşünüp, bu eğilimin onları bizden daha aşağı insanlar yaptığı sonucuna varıyor.
Üzerine yoğunlaşmayı düşündüğüm nokta, yukarda bahsettiğim türden ırkçılığa karşı duranlarımızın takındığı tutumdur. Görebildiğim kadarıyla, Türkiyelilerin suç işlemeye eğilimli olduklarını düşünmenin ırkçı ve yanlış bir düşünce olduğunu savunanlar, genelde şöyle bir tutum sergiliyorlar: Suçun ırkla veya Türkiyeli olmakla hiçbir alakası yoktur; suç oranının artması, doğrudan eğitim ve gelir seviyesi düşüklüğü ile ilgilidir. Meselenin bu boyutunu ön plana çıkaranlar tabii ki bir ölçüde haklıdırlar. Ayrıca, bu konuya açıklık getirmeye çalışan yazarlarımız ve entelektüellerimiz az da olsa vardır. Dolayısıyla, ben bu konuları tekrar etmek yerine, ırkçılığa karşı yapılan bu tarz savunmalarda bazı eksiklikler olduğunu vurgulamak istiyorum.
En önemli eksiklik şöyle tanımlanabilir: Irkçılığa karşı dururken, Kıbrıs’ta suç oranının artmasını sadece eğitim seviyesi ve gelir düzeyiyle bağdaştırmak yeterli değildir. Bunun en önemli nedeni ise, birkaç kuşak geriye bakarak anlaşılabilir. Suç oranının Kıbrıs’ta düşük olduğu dönemler, aslında hayat standartlarının ve eğitim seviyesinin “yüksek” olduğu dönemler “değildi”. Birçoğumuzun dedesinin ve nenesinin, bizim gibi üniversitede okuma şansı olmamıştır. Ayni şekilde birçoğumuzun dedesi ve nenesi bizim hayat standartlarımızın çok daha altında yaşamışlardır ve gelir düzeyleri de muhtemelen bizden ve anne-babamızdan çok daha az olmuştur. Buna rağmen, bize eskiden hiç suç olmadığını, insanların kapıları, pencereleri açık yattığını söyleyen ve öğreten de, yine eğitim seviyeleri, hayat standartları ve gelir düzeyleri düşük olan nenelerimiz ve dedelerimizdir. Bu durumda sorulması gereken soru şudur: Neden dedelerimiz, sonradan adaya gelen göçmenler gibi eğitim seviyeleri ve hayat standartları düşük olmasına rağmen, daha az suç işliyorlardı?
Irkçı kişilerin bu soruya verdikleri yanıt, dedelerimizin ve dolayısıyla bizlerin, doğamız gereği (veya doğuştan) Türkiyeli göçmenlerden daha iyi insanlar olduğumuzdur. Diğer bir deyişle, baskın görüş; Türkiyelilerin doğuştan suça eğilimli, bizim, dedelerimizin ve nenelerimizin ise doğuştan suç işlemeye yatkın olmadığımızdır. Burada önemli olan nokta, bu türden ırkçılığa karşı yapılacak olan savunmada suçu gelir ve eğitim seviyesinin düşüklüğüne bağlamanın yetersiz kalacağıdır. Bu durumda savunulması gereken, dedelerimizin ve nenelerimizin, eğitim seviyeleri düşük olmasına rağmen suç işlememelerinin, doğuştan getirdikleri özelliklerle hiçbir alakası olmadığıdır. Yani, Kıbrıslı Türklerin bir şeyi iyice öğrenmesi gerekiyor: İnsan doğası bir potansiyeller bütünüdür. Bu bağlamda her insan doğasında, her türden iyiliği potansiyel olarak taşıdığı gibi, hırsızlığı, tecavüzcülüğü ve katilliği de taşımaktadır. Bu potansiyellerin hangilerinin ortaya çıkacağı ise büyük ölçüde toplumsal ve kültürel yapıya bağlıdır. Türkiyeliler doğuştan kötü biz de doğuştan iyiyiz inancımızı artık bir yana bırakmak gerekiyor. Bu yanlış ve çağ dışı bir düşüncedir.
Kıbrıs Türk toplumunda hırsızlık, katillik ve benzeri ağır suçların birkaç kuşak önce az olması, küçük ve interaktif bir kültürel yapıya sahip olmasıyla çok yakından bağlantılıdır. Diğer bir deyişle Kıbrıslı Türkler, genel olarak belli bir şive, espri anlayışı, vücut dili, yemek yeme/içki içme biçimi, dedikodu yapma gibi özellikleri paylaşıp, yaşadıkları yerel bölgede sürekli olarak iletişim halinde olup, birbirlerini tanımaktadırlar. Bu bağlamda birey, kendini bu kültürel yapı içerisinde yapılandırır, bu ilişkilerin dışında, kendini düşünemez ve var edemez. Bu türden bir interaktif kültür içerisinde bulunan bireyin suçla olan ilişkisi, böyle bir kültürün dışında yaşayan bireylere oranla önemli farklılıklar gösterir. Örneğin, bu tip toplumsal ve kültürel bir yapının görülmediği metropol şehirlerde (İstanbul, Londra gibi), suç işlemek her şeyden önce yasaya karşı gelmek ve suça maruz kalan bireye ve haklarına zarar vermek anlamına gelir. Suça karşı verilen ceza ise, çiğnenen hakka ve verilen zarara karşı para cezası veya suç işleyen bireyin özgürlüğünün elden alınması olur.
Kıbrıs gibi küçük ve interaktif kültürel bir yapıya sahip olan toplumlarda ise suç, yasaya karşı gelmekten önce toplumsal ve kültürel yapıyı bozmak ve dışlanmak anlamına gelebilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken, suç işlemeyi engelleyen unsurun hapse girmek ve bireyin bir süreliğine özgürlüğünü kaybedecek olması değil; toplumsal ve kültürel yapıdan dışlanacak olmasıdır. Bu dışlanma etkisi, hapis ve benzeri cezalardan çok daha etkilidir çünkü yukarda bahsettiğim gibi birey, Kıbrıs toplumu gibi toplumlarda, kendini interaktif bir kültürün içinde var eder ve bu kültürden dışlandığı zaman, kendini var etmekten yoksun kalır. Kendi bireyselliğini var edememe tehdidi ise suçu engellemekte, hukuksal ceza sisteminden çok daha efektiftir.
Sonuç olarak denilebilir ki, Türkiyeli göçmenlerin gelmesiyle suçun artmasının Türkiyelilerin doğuştan getirdiği özelliklerle hiçbir alakası yoktur. Ayrıca Türkiye kökenli insanların gelir düzeylerinin ve eğitim seviyelerinin düşük olmasının yanı sıra (ve bence daha önemlisi), kültürel yapıya yabancı kalmaları, suçu tetikleyen önemli bir etkendir. Çünkü Türkiyeli veya Türkiye kökenli olanlarımız, bireysel varlıklarını belli bir interaktif kültür içerisinde var edemiyorlar ve dolayısıyla suç işlemek onlar için, yasaya karşı gelmek dışında bir anlam taşımıyor.
Tabii ki, yukarda bahsettiğim kültürel yapı ve bu kültürün suçu engellemesi aşırı bir nüfus artışına eş oranla yıpranır ve yok olur. Çünkü insanların birbirlerini tanıdıkları, belli yaşam biçimlerini paylaştıkları ve bireyselliklerini bu tip bir kültür içinde oluşturabilmesi, nüfusun nispeten az olmasıyla ilişkilidir. Ancak nüfusun artışına karşı çıkmak, Türkiyelileri aşağılamak ve onlara karşı çıkmaya dönüştüğü zaman (ki çoğu zaman bu böyle oluyor) gelinen nokta yine ırkçılık oluyor. Hâlbuki nüfus artışına karşı çıkmak, aslında Kıbrıslı Türklerin üstünlüğünü ve suç işlememeye eğilimli olmalarını savunmak anlamına gelmemelidir. Nüfus artışına karşı çıkmak, bireyin kendini kültürel bir yapı içinde var edebilmesini ve suçu yasa yolu ile değil kültürel yollarla azaltmayı talep etmektir.
Bütün bu söylediklerimden yola çıkarak diyebiliriz ki, Kıbrıslı Türklerin, Türkiye kökenlileri ifade etmekte kullandığı aşağılayıcı terimler (yani yaptığımız ırkçılık), onların kültürel yapıya adapte olmasını daha da zorlaştırıp, suçun daha da artmasından başka hiçbir işe yaramamaktadır. Bugün Lefkoşa surlar içinde, Mağusa’nın Maraş bölgesinde ve benzeri yerlerde, adeta gettolar içerisinde yaşayan Türkiye kökenli (veya Türkiyeli) insanların, topluma adapte olabilmeleri ve kendi bireyselliklerini interaktif bir kültürel yapı aracılığı ile oluşturmaları için ne yapılması gerektiğini sormamız gerekiyor. Fakat birçoğumuz bu soruyu sormaktan kaçıp “onlar gara sakaldır, hepsi geldiği yere gitsin” demeyi tercih ediyoruz ve buna toplumumuza ve kültürümüze sahip çıkmak adını veriyoruz. Bu tip tavırların, aslında toplumumuza ve kültürümüze sahip çıkmakla hiçbir alakası yoktur. Dahası, bu tavırların toplumumuza ve kültürümüze zarar verdiğinin farkında olmalıyız; çünkü toplumun belli bir kesimini bazı yakıştırmalar aracılığı ile dışlamak ve aşağılamak (yani ırkçılık yapmak), onların kendi kültürel bireyselliklerini oluşturmalarını engelleyip, suç oranının daha da artmasını sağlamaktadır.