Salı sabah, ses duvarını yıkan uçakların gürültüsüyle başladı; geceye “ithal” fener alayının yarattığı trafik karmaşası; çarşamba sabahına sarktı…
Çarşamba sabah erken saatlerde bir yakınımı havaalanına götürürken gördüklerim içimi karartı.
Lefkoşa Otobüs Terminali’nde “akşamdan kalma kutlama çadırları” ile gecekondu mahallesine dönmüş alan tam bir çöplük halinde…
Hava puslu; toz bulutu, diyor metoroloji ama sisle pus; tozla duman birbirine karışmış… Haspolat sanayi bölgesi bacalardan çıkan griden koyu karaya kadar dumanlarla örtülmüş…
Her yere çekilen devasa bayraklar bile örtemiyor memleketin pisliğini; devlet bayram havasında!
Meydanlarda nutuklar, havai fişekler; ovalarda av fişekleri (pazarlar yetmedi Çarşamba da av var).
Hava, çevre kirliliğine, ses kirliliği de karışıyor. Savaş uçakları tuz biber ekiyor üstüne…
İktidarın pisliği örtüyor tümünü…
Egemen’lere verilen sahte vatandaşlıklar; OY karşılığı dağıtılan “hali araziler”; 1 Dolara kiralanan binalar…
Hükümet, motorlu elemanlarla paket servisi yapan mama sektörüne dönmüş.
Gözünü hırs bürüyenler, boy gösterdikleri cenazelerde bile iki damla gözyaşı biriktiremediler.
Bilim üretmek yerine, beton biriktirenler; bayraklarla; sayfa sayfa gazete ilanlarıyla örtüyorlar ayıplarını…
Bu hafta Bayram Haftası!
Sonra Seçim havası!...
Bir yılda basılan kitap sayısını yüz misli “aday kitapçığı/broşürü” basılacak bir ay içerisinde; yollar sokaklar kirlenecek yine…
Ve nutuklar sürüp gidecek; boş vaatlerle.
Bin Ali gelecek; topu istediği noktadan sokacak oyuna…
200 Bin Ayşe cibbana tutacak bayramlara!...
Ve sürecek Nutuklar….
NUTUKÇU
I
Uçsuz bucaksız bir sessizlik uzanır düşlerime
sesini yitirmiş soluk, şeffaf ve kıpırtısız.
Kent sokaklarında yaşamı arar
anlamsız ölüm kurbanı genç gövdeler,
yeşil elbiseli metalik sesler bulaşmış
yaralı çocuk dünyaları koşar peşlerinde...
Ateşli söylevleri donduran kahkahalar atarak
izliyor ölüm köşeye sıkışmış gölgelerini…
yüzleri renksiz ve şaşkın nutuklardan...
Toprağı yıkayan yağmur siliyor gölgeleri,
nutukçular çoğalıyor fırlayıp bataklıklardan,
çoğalıyor kara kalabalıklar çığlığına söylevin...
II
Elleri gökyüzüne asılmış ruhsuz kalabalıklar
nutukçuyu dinliyor sağır kulakları avuçlarında.
Vadedilen Cennet ve Huriler hakında
Binbir Gece Masalları anlatıyor
metalik sesi cızırdayan nutukçu...
"Ya, yarattığınız bu cehennem..!" diye
homurdandı hassas kulaklı biri arkadan.
İlahi bir parmağın işaretiyle koşuşan
Zebaniler taşıdılar onu vadedilmeyen Cehenneme
kör kalabalığın gözüne baka baka...
III
Kuru parmakları tırpanladıkça havayı
havaya girdi nutukçu...
'hı' deyici melekleri kurulmuş
köprücük kemiğine, biraz yorgun hafiflikten...
Şakşakçı Musalar'ın haykırışlarını bastıran
Göksel Sloganlar desteğinde sürüyor NUTUK...
Mahçup, pembe yanaklı,
tombul inek postlarına bürünmüş
görevli -ve doğallıkla, ücretli- meleklerle kolkola,
dalları kamçılayan rüzgarın
keskin ıslıklarını kuşanmış kurtçuklar giriyor
MEYDAN'a...
IV
Nutuklardan bunalmış bir kadın,
çökmüş göğsünden çıkarıp
çürümüş fotoğrafını oğlunun, öpüp
volta atıyor kokuşan kaldırımlarda...
Sesi kendine uzak, yabancı kulaklarda
sonsuz bir nakarat gibi
takip ediyor yorulmaz bedenini...
"Ben kimim şimdi,
çocuklarım nerede,
nerede o peşimden koşan dostlar?
Battıkça batıyor gemi,
bu şatafatlı yıldız yağmuru
bu tufan, nereden çıktı ansızın,
nereden çıktı bu karanlıklar,
kim çaldı gözlerimden güneşi,
dudaklarımdan narı, kim çaldı?
Gemi battıkça dökülüyor her yanım,
batıkça kirleniyor toprak...
Yükselmek istiyorum,
yükselmek istiyorum ışığa
- her yanım boşluk-
Kimim ben şimdi ,
nerede defne taçlarım,
yasemin kolyelerim ,
çocuklarım ve hayat nerede ?
Temmuz, 1995 Lefkoşa
TAMER ÖNCÜL