Yaşam düz bir çizgi değil. Ne bugün dünden kopuktur, ne yarın bugünden... Kültürlerin hiçbiri geçmişinden soyutlanamaz. Yaşanmışlıkların silinmesi, sayacın sıfırlanması olası değil. Ve hiçbir sonuç, nedensiz olamaz. Bir birikimin sonucudur olanlar... An gelir, olur.
“An gelir gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
ve an gelir
şarkılar susar
heves kalmaz...”
* * *
Karamsar bir tablo yaşıyoruz. Kimsenin ağzından pozitif bir cümle işitilemiyor. “Nasılsın?” sorusuna en yaygın cevap “İdare eder”di eskiden... Şimdi belli ki kimse ‘idare’ edemiyor!.. Negatif cümleler kuruyor, olumsuz düşünceler ve karamsarlık içinde gün geçiriyoruz. Toplumun yüzde 85’inden fazlası yarınını göremiyor. Kendi yarınını görmeye devam edebilen yüzde 15’lik azınlık ise, bir sonraki neslin, yani çocuklarının akıbetini bilemiyor!
* * *
Hayat zor. Hayat pahalı. Kıbrıs çözümsüz. Dünya savaş alanı. Alım gücü düştükçe şirketlerin de ailelerin de bütçelerindeki ‘borç’ kalemleri yükselmeye devam ediyor. Piyasadaki para dolaşımı azaldıkça tefecilik faaliyetleri çoğaldıkça çoğalıyor. Hükümette ‘koltuk’ ve ‘Ankara’ya methiye düzme’ yarışından başka gaile yok!
Kafasını devekuşu gibi kuma gömmüş durumdaki iktidar mensupları “ülkedeki gidişatın iyi” olduğunu söyledikçe, insanların tansiyonu, şekeri fırlıyor. Müzakere masası belirsiz... Umut verici olmaktan hala uzak…
* * *
Bunların hepsi ve daha fazlası var hayatımızda... Bu karamsarlık, bu belirsizlik ve bezginlik ortamında ‘umut ışığı’ yakabilmek giderek güçleşiyor. Toplumun üzerindeki bu ölü toprağının atılması için ne lazım, kestirmek çok zor.
Bunca yasa dışılık, bunca keyfi idare, kuralsızlık ve etiksizlik, devletin çürümüş görüntüsü ve daha neler neler...
Peki ama ne yapmalı? Çıkış yolu ne? Ya da var mı öyle bir çıkış yolu?
* * *
Tarihin bu dönemini yaşayan bizler için içinden geçtiğimiz süreç çok uzun, sıkıcı, hatta yok edici olarak algılanabilir. Ancak meseleye başka bir perspektiften bakılınca, manzara daha ‘çekilebilir’ hale gelebiliyor. Madem ki herşey bir birikimin sonucu... Madem ki dünün mirası bugünü, bugününki yarını etkiliyor, tetikliyor... Madem ki ‘sonuçlar’ı ‘nedenler’ belirleyecek. Demek ki ‘an’ gelecek!.. Ve şimdi iş, o ‘an’ı beklemek yerine, süreci hızlandırmak... ‘An gelir’ yani, mutlaka...
“Tahrip gücü yüksek saatli bir bombadır, patlar...”
Gelir o an!..
(Arşivimden)