New York’ta, KKTC Cumhurbaşkanı ile TC Başbakanı’nın imzaladığı kıta sahanlığını sınırlandırma ile ilgili anlaşma, anlaşıldığı kadarıyla, Kuzey Kıbrıs gündemini değişik yönleri ve tartışmaları ile daha işgal edeceğe benziyor.
Anlaşmanın sahibi ve destekçisi olan Cumhurbaşkanlığı ile hükümet, bu konuda birbirlerini eleştiren ve hatta çatışan açıklamalar yapmaktadır. Böyle olmasının nedeni, Kıbrıslı Türklerin bu yanlış girişim ve yaklaşımı benimsememsi, sahiplenmemesi, tepki koyması ve uluslararası politikada da olumsuz imaj yaratmasıdır. Günahın ortakları vebali paylaşmak istemiyor.
Anlaşmayı desteklemeyenler ise değişik açılardan muhalefet yapılmaktadır. Örneğin bir Cumhurbaşkanı ile bir Başbakan’ın imzalamasının protokol açısından doğru olmadığını söyleyenler var; bu iddia çok tutarlı değil… KKTC Cumhurbaşkanı ile TC Başbakanı, devletlerinin, doğrudan halk tarafından seçilmiş en üst düzey yöneticilerdir. Örneğin, Fransa’nın da hem Cumhurbaşkanı, hem de başbakanı var, ikisi de doğrudan halk tarafından seçilmiştir ve uluslararası antlaşmaları Fransız Cumhurbaşkanı yapıyor, Örneğin Sarkozy Alman Başbakanı’na “Sen git de Cumhurbaşkanın gelsin” demiyor. Veya Obama, Fransız Başbakanı ile uluslararası antlaşma imzalamayacak herhalde… Esas ölçüt, devletlerin halk tarafından doğrudan seçilmiş en üst düzey yöneticilerinin imzacı olması olmalıdır.
KKTC Cumhurbaşkanı’nın anayasada böyle bir yetkisi olmadığı iddiası da yapılıyor. Eğer, Kıbrıslı Türkleri ve KKTC’yi yurtdışında temsil edecek tek kişi olan Cumhurbaşkanı’nın böyle bir yazılı yetkisi yoksa o anayasanın eksikliği ve hatta ayıbıdır. Kıbrıs sorununu çözmek üzere masada görüşme yapan kişinin, Kıbrıslı Türkler adına uluslararası antlaşma yetkisi yokmuş?!... Böyle yetkisiz bir kişinin görüşme masasında ne işi var?!. Tabir mazur görülsün ama halk tarafından doğrudan oyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı kenef bardağı değildir. Ve Cumhurbaşkanı’nın yetkisiz olması iddiası, sadece, “cumhur”un vicdanını rahatsız eder ve yasal teknik açısından doğru olsa bile, onu oylarıyla o makama seçen “cumhur” bunu benimseyemez… Hele ki bu vaveyla, sırf Eroğlu o makamdadır diye çıkarılıyorsa, demokrasi bu “çifte standart” ayıbını temizleyemez…
“O anlaşma”ya muhalif olanların muhalefetlerini bunlara dayandırması ve anlaşmanın kendisine ve içeriğine muhalefeti, yapılıyorsa eğer, kısık tonda yapması, doğal olarak, anlaşmaya şeklen karşı olmak yorumunu getiriyor. Yani, konu anlaşmayı Küçük-Erdoğan veya Eroğlu-Gül imzalamış olsaydı, hem protokol eşitliği hem de anayasal yetki sağlanmış olacaktı, sorun olmayacak ve dolayısıyla anlaşmaya itiraz da olamayacaktı?!..
Bir diğer öneri de böyle bir sınırlandırma anlaşması değil de, onun yerine ve gene bu anlaşmanın misyonunu yerine getirmek üzere, KKTC-TC arasında “dayanışma antlaşması” imzalanmasıdır. İlk bakışta parlak gibi görünen bu öneri de aslında, mevcut tepkileri saptırmaya ve konunun esasını da gözden kaçırmaya yönelik bir girişimdir. Yani Türkiye şimdi yaptığını gene yapabilecek ama bunu hazırlayan zemin daha ‘şirin’ olacak!.. Kıbrıs’ın garantörü olan Türkiye’nin, Kıbrıslı Türklerle “dayanışma antlaşması” imzalamasının ne anlamı olabilir ki?... Temmuz 74’te, tüm dünyaya, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bozulan anayasal düzenini ve yaşamı tehdit altında olan soydaşlarını garantör olarak kurtarmak için geldiğini söyleyen Türkiye, Kıbrıslı Türklerle bir dayanışma anlaşması olmaması bir eksiklik mi duydu?! Kuzey Irak’taki Türkmenlerin Kürt bölgesel yönetimi ile sorunu olduğunda Türkiye’nin müdahale yapması da oradaki Türkmenlerle bir dayanışma anlaşmasına mı dayanıyordu?!.
Konunun özü saptırılmamalıdır; kıta sahanlığı ile ilgili anlaşma, Kıbrıslı Türklerin ihtiyacı olan bir anlaşma değildir ve Kıbrıslı Türklerin deniz sularındaki haklarının da Türkiye’ye devredilmesinden başka bir anlam ve gerekçe de taşımıyor. Rumların yaptığı sondaj çalışmalarına karşı yapılacak her türlü ‘misilleme’nin Kıbrıslı Türkler tarafından ve onların inisiyatifi ile yapılmaması, hem Kıbrıslı Türklerin kimliği ve kendi coğrafyasının egemeni olması açısından yanlıştır, hem de uluslararası politikada tutarsızdır.
Dolayısıyla, bu anlaşma, değil Eroğlu-Erdoğan imzaladığı için, ama Eroğlu-Gül veya Küçük-Erdoğan da imzalasaydı bile, gene de doğru olmayacaktı, gene de Kıbrıslı Türkler ve eğer egemense, egemen KKTC açısından da kabul edilemezdi. Ve bunu başka türlü sunup şirin göstermeye zemin hazırlayan “dayanışma anlaşması” gibi öneriler de aynı niteliktedir ve yanlıştır.
İlkeli olmak gerek… Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ın kuzeyinde de, tümünde de, öznedir ve bu özneliği Türkiye’ye aktaracak tüm anlaşmalar yanlıştır, kabul edilemezdir. Kıbrıs Türk politikası, iktidarı muhalefeti ve hele ki demokrat ve ilerici muhalefeti, kuyudan sepetle su çekerse, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’taki özneliği de öznelliği de tehdit altındadır.