O gülüşü siz bilemezsiniz

Cenk Mutluyakalı

“Henüz aşık olmadım” dedi.
Genç kadın 20 yaşındaydı.
Aynanın karşısına geçmek ve bir taş savurmak geçti içimden... Bir an gökyüzü kırıldı sandım.
Utandım bakmaya, tiksindim...
18 yaşında ‘düşmüş’ yıldızı bol kerhanelerimize...
Gece kulübü adları, doğru ya...
“Kulüp” deyince daha bir şirin (!)
On-se-kiz dedim!
O yaşı siz de bilirsiniz.
Liseden mezun olduğunuz zamanlar.
“Gençlik başımda duman” halleri!
Yine “ana kuzusu, baba yarısı...”

***

Paraya bakar bu işler, işaret parmağının baş parmağa sürttüğü yerde...
Ödeyen alır!
Bu topraklar ki -tek karışı verilmez- geceler rengarenk ışıklarda devrilir.
Dağda al yanar, beyaz söner; gölgesinin düştüğü yerde yaldızlı!
O yaldızlı yalnızlıklarda çoğalır sesler ve morartılır bilekler...
Böylece dürtülür erkeklik...

Güç kabarır akdenizde, böylece!

***

Aşık olmamış henüz…
Gecenin ayıp saatlerinde, ayık durmaz insanın bedeni...
Aşk yoktur çünkü...
“Öpüşmek” tarifeye göre!

Ve onun küçük dünyasında tek bir hayal dolanır:
Ayda yüz dolar paranın girdiği evine geri dönmek ve yeniden başlamak.
Daha umutlu bir yerden başlamak, yeniden, eğer mümkünse!

***

Yüreğimde duydum sesini… Ve “aşk” diyordu, “henüz tanışmadım…”
O duyguyu siz de bilirsiniz.
“Seni sevdiğim kadar keşke sen de beni sevebilseydin” dersiniz.
Ve yarışa tutuşursunuz böylece, kim daha çok seviyor diye...
“Sever...”
“Sevmez...”
Her gece...

***

“Kendi tercihi” mi dediniz?
Öyle de “devlet” dediğin “ucube”,  gözünü kirli bir duvara dayamış, gözetliyor!
Ve onlarcası kırık kanatlarıyla çırpınıyor.
Yürekleri ay ışığına ayarlı...
Üzerinde bir “erkek”, yaşın on sekiz, pasaportun bir kasada kilitli, dudağına eğreti bir ruj, yüzünde satın alınmış bir gülüş...
O gülüşü siz bilmezsiniz.

(Özel notçuk! Kıbrıs Postası’ndan Nadire Bahadi’ye röportajı için teşekkürler, o röportaj olmasaydı eğer, bu yazı da yazılamazdı.)

 


Tükenmiş kurumlar

“Evlilik tükenmiş bir kurum” diye, özetlemiş, Metin Solmaz.
O kadarla da kalmamış.
“Esas itibarıyla miras ve soyun devamı yüzünden icat edilmişti” demiş.

...

Bence bu yüzyıl için gereksiz!
Geleneksel toplum yapısı “çocuk” meselesini evliliğin üzerine yapıştırmasa, “mış gibi” sürdürülen bu kurum aslında ortadan kalkacak.
Ve böylece türlü yalanlar ve gösterişlere de gerek kalmayacak.

Ve yazar dostumuz Metin Solmaz daha ileriye taşıyor meseleyi…
“Tükenmiş kurumlar” listesi yapıyor.
Devlet, sendika, okul gibi pek çok kurumun tükendiğini söylüyor.
Elbette “bugünkü” yapılarına göre bu değerlendirmeyi yapıyor.
“Ayakta durmalarının tek sebebi (yerlerine) ikame edecek bir şey bulunabilmiş değil” diyor.
Peki arayış var mı?
İnsanoğlu giderek daha bir “rahatına” düşkün çünkü!
Yenilenmek “emek” istiyor ve değişime direnç var her yerde...

“Çocuklar bu sistemle niye okula geliyorlar, hiç anlam veremiyorum” demişti, çok bilge bir öğretmenim.
“Evlerinde, bilgiye ulaşmak için çok daha ileri imkanlar var. Ve geçtim evlerini, bu imkanlar artık ellerinde var” diye de anlatmıştı.
Haklı!
Okullar eğer düşünmeyi, sorgulamayı, sosyal sorumluluğu, çözüm üretme becerisini falan geliştirmeyecekse ne “ezber”e gerek kaldı bugünkü çağda, ne de eski yüzyılın küflenmiş müfredatlarına!
Çocuklara internetten iki parmak hareketiyle öğrenecekleri bilgi için bir çanta kitap taşıtıyor, ezber yaptırıyor, bir de sınavdan sınava terletiyorlar!
Niye?
“Diploma” verecekler çünkü...

...
Dünya bu kadar süratle değişirken, bazı kurumların yerinde sayması bakalım daha ne kadar devam edecek.

 


Ortak zenginlik

Bir ada ülkesinde, en önemli adım, denizleri halkın yapmaktır.
En toplumcu işlerden biridir bu!
İşte yine Limasol’dan bir fotoğraf.
Sık sık gündeme getiririm.
İsteseler onlar da “denize sıfır” üleşir, satar, siyasi rant kapısı yapar, oteller diker, evler inşa ederlerdi.
Bir yürüyüş yoluyla denizi topluma mühürlediler!
Adanın kuzeyinde ise halkın denize erişimi neredeyse imkansız oldu.
Paralı baronların, casino patronlarının, otel sahiplerinin ya da hatırlı zenginlerin oldu, çoğu plaj!
Kimileri de askerin...
Beton ve araçtan boğulduk, denize yürüyemez olduk.
Hem de Anayasa’ya rağmen!
“Ortak zenginlik” mi dediniz?
Önce buna sahip çıkınız!


Notçuklarım

-“50 paket kemiksiz dana etine polis el koydu.”
Peki sonra ne oluyor bu etler?
Meraktayım!
Mangal mı?

Emekçi Kadınlar Günü’nde, AKEL, Kıbrıslı kadınları bir araya getirdi.
Peki kuzeyde?
Müzakereler yok diye, barış kültürüne dair temaslara da mı ara verildi?
Barış inşasından vazgeçtik mi?

Ahmet Okan’dan okudum, bayıldım...

...

19. yüzyılın başlarında Kıbrıs’ta bir kölenin fiyatı 400-500 kuruştu.

...

Yüzyılın sonlarına doğru Bin kuruşa kadar yükselmiş…

...

Osmanlı adayı fethettiğinde Lefkoşa’da ilk yaptığı iş köle pazarı kurmak olmuştu.

Kızlı erkekli asansöre binmenin halveti tetikleyeceğini, ya da yorgan ile battaniyenin cinsel arzuları dürtükleyeceğini söyleyen Müslüman günümüzün Müslümanıdır.

...

Gel gör ki,

Böyle Müslümanlar siyasi güç oluşturmuşlardır…

...

Bu zihniyete meydanın hepsini ver,

Değil Kıbrıs’taki camilere doluşarak vaaz verip eylem yapmayı,

Köleliği bile geri getirebilirler.