Son yağmur damlası ıslattığında toprağı, bir mevsim önce yolunu kaybetmiş tohum gülümser güne...
Bir damla daha düşer mavinin kalbinden, teni boşalır gökyüzünün, akar teri, sevişir badem çiçeğiyle...
***
Uzun bir yürüyüşün ardından yolculuk bitmese de yol bitmişse eğer ve ince bir sancı geziniyorsa hâlâ bedeninde...
“Yine görüşürüz” demek yetmez...
Bir 'sarılma' ister insan ve kulağına fısıldanan birkaç kelime...
O birkaç kelime fıçıda şaraptır, dağda kekik, tende ürperiş, denizde tuz, istiridyede inci...
***
En sıcak ve şehvetli dokunuşlardan sonra bir patlama yaşanır, titrer bedenler hani, uçsuz bucaksız ormanda özgürce koşan ceylan misali çıkacak olur insanın vücudundan kalbi...
Yummak ister gözlerini ve dinlemek ister haz mevsiminin nefesini...
Yetmez...
'Güzeldi' diyen bir bakış ister, o an dört bir yana savulmuş nar taneleri kadar cömerttir ömrü ve kızıldır yüreğin rengi....
Yeniden okşanmayı bekler, tül perdenin sabah serininde ‘cam’a dokunuşu gibi...
***
Diyelim 'mahkumusunuz' gizli bir sevdanın ve o gün 'görüş günü'...
Bir sevgili var karşınızda...
Kirli adımlarıyla gelen 'gardiyan' böler şarkınızı bir anda...
'Süre dolmuştur' der...
‘Ayrılık’ vakti...
Akrep boynunu büker yelkovana...
Hani gitmeden önce son bir bakış ister ya insan, paslı gözlerine...
O son bakış olmazsa "mahkumluk" o an, orada başlar işte...
Yoksa, aslında “özgürlüktür” sevda!
***
Hani ilk günüdür okulun ve bırakmak istemez elinizi yavrucuk, salya sümük iç çeker, içinizden çeker adeta canınızı...
Kuytularında kaybolursunuz kendi çıkmazlarınızın...
Bilirsiniz, orada bırakmak ve gitmek gerek, gelmiştir vakti..
Gidersiniz...
O en son bakışınız , bir mum ışığının kendi bedenini erittiği sıcaklık gibi iz bırakır us'unda...
Kim daha çocuktur, kim daha büyük, hesabı tutulmaz o anda...
***
O son bakış...
O son dokunuş...
O son öpüş...
O son sözcük yoksa...
Eksilirsiniz...
Her 'veda'dan önce o son gülüş olmadan 'yitik'tir yeni bir buluşma...
------------------------------
‘Şimdi okullu olduk’
Yeniden okullar açılıyor ya, eğitim tartışılıyor.
Bu artık usanç veren bir ezber...
Eğitim uzmanı Salih Sarpten'den okudum, 'ezber bozan' birkaç satırı...
"... Öğretmen yetiştirme politikasını eğitim sistemimizin en ciddi konusu olarak ele almamız gerekliliğine rağmen, ülkemizde bu iş başına buyruk bırakılmıştır. Bir yandan nitelikli politikaların belirlenmemesi, bir yanda da eğitim sendikalarının eğitimsel kaygılardan uzak duruşları öğretmenlik mesleğinin niteliği ve statüsünü gittikçe düşürmüştür. Oysa kaliteli bir eğitim sisteminin en temel özelliği öğretmenlerin entelektüel birikimleridir. Bizde ise öğretmen, memurlaştırılmıştır... Çünkü öğretmenlik; meslek olarak münhali doldurulması gereken bir kadro; görev olarak ise sadece müfredattakini öğretme olarak algılanıyor."
Tüm diğer sorunlar elbette saklı kalmak kaydıyla; politikasızlık, istikrarsızlık, altyapının döküntü hali, özelin tasarlanmış cazibesi gibi meseleye yine de, 'öğretmenlik' mesleği üzerinden de bakabilmek gerekiyor!
Eğer bize kızmazlarsa (!)
------------------------------
Neler var!
“Hoşgeldiniz! Çok misafirperveriz. Kıbrıslı nüfusumuz 60.000 - Misafir: 300.000” diye bir tabela dönüyor sosyal medyada.
Elbette ruh halini anlıyorum da rakamlar doğru değil.
Ve bu tabelaya “ırkçı” göndermeli bir yanıt: Ganimetçiler 100 bin!
Buna, “kimseyi beğenmem”ciler eklenebilir... Bir de “bu memlekette partizanlık var ama ben işime hakkımla girdim” diyenler... “Düzen değişsin, benden gayrı”cıları unutmamak gerek. “En güzel iş ter dökmeden para kazandığın iştir” uzmanlarını yazmayalım mı nüfusa! “Şükrancılar”ı eklemeyelim mi? Ayrıca, “Ötekiler”e sığınarak kendini “yüceltenler” de var sahi...
“Bana dokunmayan yılan bin yaşa”cılar en kalabalığı... Peee! Neler neler var daha!
------------------------------
Unutmamalı
Hüseyin Özgürgün
İrsen Küçük’ün seçime başbakan girdiğini ve sandıkta kaldığını...
Mustafa Akıncı
“Tüm KKTC vatandaşları yeni devletin de yurttaşları olacak” dedikçe bu sayının arttığını...
Tufan Erhürman
“Bir sorunu, onu yaratan zihniyetle çözemezsiniz” sözünün her daim geçerli olduğunu.
Zeki Çeler
Siyasette “alkış almak” önemli olsa da “popüler çıkışların” bir yerden sonra sırıttığını!
Kutlu Evren
Bakanların 2 senede bir değiştiğini ancak aldıkları kararlar eğer kalıcı hasarlar oluşturursa, belleklerde hep acıyla yer ettiğini....
------------------------------
Bedel
AYLAN'ı nasıl unutmuşsak, dalgaların kıyısında, kırmızı fanilasıyla, nefessiz...
Unutacağız Ümran'ı da...
Dünya o nedenle kanıyor hâlâ!
ACILARI popüler kültürün kancasına asmak ve tekrarlamak değil mesele, barış için bedel ödemeye karar vermek...
Ne kadar hazırsınız buna?
Kendi coğrafyanızdan başlayarak, dünyaya uzanan bir yolda, barış için kendi adınıza ne yaptınız ve nedir ödeyeceğiniz bedelin ölçüsü?
Bu soruların yanıtı çok önemli!
------------------------------
haftanın notcukları
- "Milliyetçilik, akıl hastalığı" dedi Evren! Güzel benzetme..
-LEFKOŞA’nın girişinde ‘Çin işi’ çevre düzenlemesine karşı M.Harmacı’nın gösterdiği hassasiyete teşekkürler... (Saksılar, bir garip simetriyle halen dursa da)
- “Carretta kaplumbağaları avlanma mevsimi” dense kıyamet kopar! Ama ‘üveyik’ avlanıyor. İkisinin de nesli tükeniyor işte!
- “ADAM ÖLDÜRME” suçu var halen, hukuk sistemizde! Peki "kadın"sa öldürülen ne oluyor? Suçun tanımı yine "adam öldürme."!
- Rüya Yılmaz’a hak vermeyen var mı?
“Artık gidilen yol çok , varılacak yer az kalmıştır.40 yaş, büsbütün, şekil değiştirdiğin bir noktadır aslında,
Karar verme zamanıdır.
Başkaları için değil, kendin için yaşama zamanıdır.”
- Yedi böğrümden çatlamaca!
Şu YOGA’cıların fotoğrafları var ya, sekiz oluyorlar, eller ayaklara karışıyor ha bire!.. Yani, biraz da acıyınız bize!
- Yeni abonelere türlü ‘ikram’ı esirgemeyen markalar... Eskiler şamar oğlanı mı?