Mustafa Öngün
m.ongun85@gmail.com
Her zaman kendini kandıranlarımız, yapmadıkları şeyleri yaparmış gibi yapanlarımız ve bundan hiçbir rahatsızlık duymayanlarımız olacaktır. Ancak kendini kandırma niyetinde olmayanlar veya bundan rahatsızlık duyanlarımız, Kıbrıs’ın kuzeyinde siyaset yapmanın ve özellikle de “ev temizlemenin” ne demek olduğunu belki de son bir kez düşünmeli.
Konuyu çok da karmaşık hale getirmemek ve yanlış anlaşılmalara mahal vermemek adına “ev temizleme”den kendimce ne anladığımla başlayayım. Bu söylemden KKTC parlamentosunda iktidar sahibi olarak daha adaletli ve eşitlikçi bir toplumun oluşturulabileceğine duyulan inancı anlıyorum. Bu bakımdan da sadece HP’ye ait bir tutum olmadığını aynı zamanda hem CTP’ye hem de TDP’ye ait bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Tüm bu yapılar, KKTC parlamentosu aracılığı ile daha adaletli, daha eşitlikçi bir toplumsal düzenin yaratılabileceğini varsaymaktadır. Dahası bu öngörünün dışına çıkanları siniklikten tutun da gerçekçi olmamaya ve hatta marjinal olmaya kadar suçlamaktadırlar.
Benim buradaki iddiam ise tam da bu öngörünün gerçekçi olmadığı, toplumu sinik bir noktaya ittiği ve şimdi olmasa bile pek yakında oldukça marjinal olacağıdır. Elbette bu iddia Kıbrıs’ın kuzeyinde hiçbir şeyin değişmeyeceği anlamına gelmemektedir. Kıbrıs’ın kuzeyi pekâlâ değişebilir. Bu, Kıbrıs’ta yaşayan insanların elindedir. Ancak değiştirmek isteyenler, diğer her yerde olduğu gibi, mevcut iktidar ilişkilerini değiştirmek durumundadırlar. Bahsi geçen partiler ise mevcut iktidar ilişkilerini değiştirecek mücadele anlayışı ve örgütlenmesinden yoksundurlar. Bu yüzden de daha adaletli ve eşitlikçi bir kuzey Kıbrıs yaratma arzuları, bir arzudan öteye gidemeyecek kadar vahim bir durumdadır.
Bazılarımıza çok bilindik duyulacak olsa da bu iddiayı Chantal Mouffe’un bir tespitiyle geliştirmeye başlamak istiyorum. Mouffe, siyasetin salt teknik bir pratik olmadığını, teknik konuların ötesinde, farklı değer ve anlayışları barındıran iki veya daha fazla taraf arasında gerçekleşen bir hegemonya mücadelesi olduğunu iddia ediyor (Mouffe, 2013: 23). En basit tabiriyle siyaset yapmanın gerçek anlamda “taraf” olmayı ve mevcut iktidar ilişkilerini değiştirmeyi gerektirdiğini ortaya koyuyor. Mouffe, siyasetin oldukça bariz olan bu unsurunu kendine siyasi diyen birçok yapının dahi anlamadığını iddia ediyor (2001: 55-62). Birazdan ayrıntılarına gireceğim bu unsur, ev temizliğinden dem vuran CTP, HP ve TDP gibi siyasi partiler için de geçerli gibi gözüküyor.
Mouffe’un felsefesindeki en önemli unsurlardan bir diğeri ise, insan toplumlarında, üzerinde rasyonel olarak hemfikir olunması mümkün olmayan meselelerin zorunlu olarak ortaya çıkacağı fikridir. Burada anlatılmak istenen, toplum içerisinde farklı grupların birbirlerinden ayrışmadan, zıtlaşmadan tüm konularda hemfikir olmasının mümkün olmadığı ve ayrıca bu ayrışmaların da her zaman siyasetin temelinde yer alacağıdır. Her toplumsal düzen kendi içerisinde zıtlıklar barındırır. Bu engelleyebileceğimiz veya yok sayabileceğimiz bir durum değildir. Dahası, siyaset bu ayrımdan kaçabilecek bir pratik hiç değildir. Mouffe, felsefesinin bu boyutunu Carl Schmitt’ten etkilenerek oluşturuyor. Schmitt’e göre, istesek de istemesek de her toplumsal düzen bir “biz” ve “onlar” ayrımını ortaya çıkarır. Bu ayrım hem iktidar ilişkilerinin belirleyici unsuru olur hem de siyaset özünde bu ayrım üzerinden şekillenir. Yani siyaset yapma bir “biz”e dahil olmayı ve kendini “öteki”den ayrıştırmayı gerektirir (Schmitt, 2006).[1] Daha sonrasında ise “biz”in “onlar”a karşı bir hegemonya mücadelesine girmesini gerektirir. Mouffe’a göre siyaset tam de bu ayrım ekseninde gerçekleşen bir hegemonya (hakimiyet) mücadelesidir (2010). Diğer bir değişle siyaset, özünde biz ve onlar arasında gerçekleşen mücadelede hangi tarafın toplumsal düzene hakim olacağı ile alakalıdır. Dolayısıyla siyaset yapmak, öncelikle iktidar ilişkileri nezdinde oluşan “biz” ve “onlar” ayrımını kabul etmeyi, daha sonrasında ise bu ayrım dahilinde taraf olup mücadele etmeyi gerektiren bir pratiktir.
Mouffe’un yaklaşımı elbette bu anlattığımdan çok daha derinlikli ve kapsamlı. Ancak sadece anlattığım kısmı bile Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi durumla ilgili yukarda belirttiğim iddiayı geliştirmemiz için oldukça faydalı. Şimdi Kıbrıs’ın kuzeyine dönecek olursak, açık bir gerçekle başlayalım. Kıbrıs’ın kuzeyindeki iktidar ilişkilerine baktığımız zaman Kıbrıs sorunundan ekonomiye, kültürden spora kadar birçok hayati alanda T.C. hükümetinin etkin rol oynadığını söylemek herhalde kimseyi şaşırtmayacaktır. Belki bazılarımız bunu duymaktan sıkılmıştır ama gerçekler sıkıcı olsa da ortada durmaktadır. Suyun özelleştirilmesi, toplumun belli bir İslam anlayışına doğru yöneltilmesi, ekonomik paketler ve tüm bunların T.C. hükümeti tarafından dikte edilmesi gün gibi ortada durmaktadır [2] Tüm bunlar apaçık bir şekilde karşımızdayken iktidar ilişkilerini ve dolayısı ile siyaseti T.C. ile olan ilişkilerden ayrı düşünmek odamızda duran bir filin odada olmadığını iddia etmeye benzeyecektir. Bu yüzden gelin filin odada olduğu gerçeğini kabul ederek konumuz üzerine düşünelim.
Bu açıdan baktığımızda “ev temizlemek” iddiasında olan CTP, TDP ve HP odada bir fil olmasına rağmen, fil yokmuşçasına hareket etmektedirler. Bu yapıların “dik duran ancak kavga da etmeyen” tarzındaki söylemleri bizi yanıltmamalıdır. HP, CTP ve TDP gibi partiler rasyonel tutum sergilendiği taktirde iki taraf arasında (T.C. ve Kuzey Kıbrıs) gerçek bir uzlaşı zemini oluşabileceğine inanıyorlar. Buradaki “dik” duruş, Kıbrıs’ın kuzeyindeki toplumun çıkarları adına hareket etmek (hükmedilmemek), “kavga etmemek” ise rasyonel olup gerekirse T.C. hükümetini ikna etmek anlamında kullanılıyor. Rasyonel hareket edildiği ve toplumun çıkarları savunulduğu taktirde T.C. ile olan ilişkilerin düzenleneceği ve geriye esas meselenin, yani evimizi temizlemenin, kalacağı düşünülüyor. Burada T.C hükümetinin Kıbrıs’ın kuzeyiyle ilgili rasyonel bir tutum içinde olduğu varsayılıyor. Oysa gerçeklere baktığımız zaman TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik hegamonik, yani hâkimiyet kurmaya yönelik bir tavır içerisinde olduğu aşikârdır. Bu tutum rasyonel olmaktansa hükmetme istencine dayalı bir tutumdur. Böyle bir istence karşı “biz rasyonel olursak onları ikna ederiz” yaklaşımı gerçeklerle örtüşmemekte ve önemli ölçüde apolitik bir tutum olarak kaşımızda durmaktadır.
Sözü geçen yaklaşımdaki bir diğer sorunlu nokta ise “temizlik” meselesinin T.C. ile olan ilişkilerden, yani siyasetin en temel noktasından, tamamen ayrıştırılmasıdır. Kıbrıs’ın kuzeyindeki yolsuzlukların, menfaat ilişkilerinin ve tüm bunların ortaya çıkardığı adaletsizliklerin TC/Kuzey Kıbrıs ilişkileriyle adeta hiçbir şekilde alakalı olmadığı varsayılmaktadır. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Kıbrıs’ta yaşayan neredeyse her birey yaşanan adaletsizliklerin, yolsuzlukların ana mimarının UBP-DP ikilisi olduğunu (ve daha sonrasında yaşanan CTP iktidarında CTP’nin de bu yapılara benzemeye başladığını) bilecektir. Bunu bilen herkes aynı zamanda şunu da bilecektir: UBP-DP her zaman T.C. iktidarları tarafından gerek finansal gerekse de siyasi olarak desteklenmiştir. Bu da açıkça şunu göstermektedir: Kıbrıs’ın kuzeyindeki “pislik” buraya hâkim olma istenci içerisinde olan T.C. hükümetleri tarafından desteklenmiş ve bugün hala desteklenmektedir.
Şimdi bu gerçek gün gibi ortadayken birtakım sorulara cevap vermeden siyaset yapmak aslında siyaset yaparmış gibi yapmaktan başka bir şey değildir: Adadaki “pisliğin” önemli kaynaklarından biri olan T.C. hükümetleri, şimdi “temiz” bir Kıbrıs mı istemektedir? Yoksa T.C. hükümeti Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik hükme istencinden vaz mı geçmiştir? Bu soruların cevaplarını bize vermekten kaçınan CTP, TDP ve HP Kıbrıs’ın gerçekleriyle örtüşmemektedir. Kendilerine siyasi parti demelerine rağmen gerçek iktidar ilişkilerini görmezden gelmekte ve iktidara karşı herhangi bir hegemonya mücadelesinden uzak durmaktadırlar. Diğer bir değişle apolitik yapılanmalar halinde seyir etmektedirler.
Farklı bir şekilde anlatacak olursak, odada bir fil durmaktadır ve fil ile ilgili ne yapacağını konuşmaktan bile kaçınan, hatta filin odada olduğunu kabul etmeye çekinen merkez partiler gerçeklerden kaçmakta ve siyaset yaparmış gibi yapmaktan öteye gidememektedir. Siyasetin ne olduğunu tam olarak anlamamakta ve bunun sonucunda biz/onlar ayrımını iktidar ilişkilerinden arındırılmış saf etik bir mesele gibi kurgulamakta, zıtlıkları “temiz”, “iyi” olanlarla “pis” “kötü” olanlar arasında kurgulamaya çalışmaktadır. Eski “pislerlere” karşı yeni “temizlerin” daha adaletli, daha eşitlikçi bir toplum yaratacağını iddia etmektedirler. Oysa onlar da dâhil hepimizin bildiği bir gerçek gözden kaçmaktadır: Adaletsizliklerin, yolsuzlukların mimarı olan siyasi elitleri her zaman destekleyen T.C. hükümetleri bir anda ortadan kalkmamıştır. Aksine T.C.’nin şu anki AKP hükümeti, hükmetme istencini daha da aktif bir şekilde harekete geçmiştir. Buna karşı herhangi ciddi bir mücadele içinde olmayan, yani taraf olmayan CTP, TDP ve HP daha “temiz” bir toplum yaratamayacaktır. Bu yaklaşımın onları götüreceği yer ise iddia edilenin aksine UBP ve DP gibi yapıların güçlenmesi olacaktır.
Odada bir fil durmaktadır, onlar ise ısrarla “odada bir fil yok!” demektedir. Sizi bilmem ama ben filin olmadığına dair bizi ikna etmeye çalışanların, gerçeklerden uzak bir oyunun içinde olduklarını düşünüyorum. Bu oyunu oynamak için bir seçim yapılmasını da gerekli bulmuyorum…
Kaynakça
Mouffe, C. (2001). Demokratik Paradoks. Çeviren, A. Cevdet Aşkın. Ankara: Epos Yayınları.
Mouffe, C. (2010). Siyasal Üzerine. Çeviren, Mehmet Ratip. İstanbul: İletişim Yayınları.
Mouffe, C. (2013). Dünyayı Politik Düşünmek: Agonistik Siyaset. Çeviren Murat Bozluolcay. İstanbul: iletişim Yayınları.
Schmitt, C. (2006). Siyasal Kavramı. Çeviren, Eve Göztepe. İstanbul: Metis Yayınları.
[1] Mouffe’u Schmitt’ten ayıran önemli noktalar bir tanesi de Mouffe’un Schmitt’in aksine gerçek anlamda bir demokrat olmasıdır. Mouffe, demokratik bir sistemin biz/onlar ayrımını ortadan kaldırmaya veya yok saymaya çalışmak yerine, bu ayrım üzerinden ilerlemesi gerektiğini söyler. Mouffe’a göre demokratik bir toplumda ortaya çıkan biz/onlar ayrımları birbirini yok etmek isteyen düşmanlar şeklinde tezahür etmek yerine, hakim güç olmak adına birbirlerine karşı mücadele eden hasımlar olarak gelişmelidir. Siyaset özünde biz/onlar ayrımını barındırır fakat bu ayrımın düşman/dost mu yoksa hasımlar arası bir mücadeleye mi dönüşeceği büyük oranda siyasal sistemin demokrasi mi yoksa başka bir sistem mi olacağını da belirler (Mouffe, 2005: 22-4).
[2] Bu konuyla ilgili daha detaylı bir analiz için bkz: H. Yıkıcı (2017), ‘Adı Konulmamış Entegrasyon’ http://gazeddakibris.com/adi-konulmamis-entegrasyon/