‘Ödeyecekler’

Cenk Mutluyakalı

 

Adamın altındaki araba değil tank!
Gösteriş mi dersiniz, saltanat mı, budalalık mı bilemem...
Peki ya lüks tatil maceralarının yayınlandığı sayfalar...
Üstelik ülke çok küçük, bir avuç, biliyor ki pek çok yakını “mış” gibi yapıyor, aslında çalışmıyor.
İşi var, işi yok!
Ter yok... Maaş var, aybaşı...

Sonra oturmuş ağlıyor.
İşte sinir bozan bu!
Çünkü böylesi profiller, gelir dağılımındaki eşitsizliği iyice deşifre ederken, farklı sınıflar arasında da ‘tahrik fişeği’ne dönüşüyor.
Böylece her ay eline geçen parayı iki cebine pay etsen biner lira düşmeyen daha kalabalıklar çıldırıyor.

***

Kamu reformunun tartışıldığı bir program izliyorum.
Sendikacı hararetli.
“Reform”a karşı.
Tam da “mevcut durum”un devamından yana.
Ama açık açık da diyemiyor.
Kıvranıyor.

***

Şaşkınlıkla izliyorum.
Yasada "hizmet içi eğitim"e geliyor konu.
Ama sendika başkanı öfkeli…
- “Saati belirtilmiyor!”
Eğitime ayrılmış saati az buldu, sanıyorum.
Şunu diyor.
- “Ya mesai saatinde olacak eğitim, ya da mesai saati dışındaysa ödeyecekler.”

***

Bu!
En sihirli sözcük: “Ödeyecekler.”
Bu sözcüğü iyi öğreniniz.
Ülkenin son 40 senesine damgasını vuran ölçüsüzlüktür bu.
- Ödeyecekler.
- Napacaklar, edecekler ödeyecekler...
- Bulacaklar.

***

Neler neler yitirdik bu sözcüğün peşinde.
Nasıl da eksildik köhneliğin gölgesinde...
Elimizden almadıkları ne kaldı?
Yine de yüzleşmedik.
Kaşıkla aldık, kepçeyle verdik, görmedik!
Hiçleştik, yabancılaştık, yalnızlaştık...

***

Eğitim dediğin en önemli "yatırım" zaten.
Kişiye, ülkeye, yarına yatırım.
Ödemenin alası eğitim!
Buna olsun deme hani.
Yok yok.
- Ödeyecekler!

***

“Maaş ödeme” odaklı hükümetlerin.
“Maaş ödetme” odaklı sendikacılığın iflası…
Ama ne oluyor günün sonunda…
Ödüyoruz zaten.
Senelerdir ödüyoruz, birlikte.
Ağzımızdan giriyor...
Fitil fitil geliyor burnumuzdan...