Avrupa Parlamentosu tarafından her yıl verilmekte olan Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’nün bu yılki sahibi, Kongolu jinekolog Denis Mukwege oldu.
Geçtiğimiz hafta sahibini bulan Nobel Barış Ödülü’nün de bu yılki güçlü adaylarından biri olan doktor Mukwege’nin bu ödüle layık görülmesinin nedeni, kadınlara yönelik cinsel şiddet karşıtı mücadelesi.
Mukwege, Kongo’da son 20 yıldır devam eden iç savaş sırasında çetelerin toplu tecavüzüne uğrayan ve sakat bırakılan yaklaşık otuz bin kadını, kurduğu Panzi adlı özel bir hastanede tedavi ederek hayata kazandırmış.
Tecavüzün bir savaş silahı olarak kullanılmasına karşı güçlü bir kampanya yürüten ve gerek Kongo Cumhuriyeti siyasi liderliğine gerekse uluslararası topluma, bu barbarlığı durduramadıkları için yönelttiği yoğun eleştirilerle sesini yükselten Mukwege, insan hakları aktivistlerince bir kahraman olarak anılıyor.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti, tecavüzün bir savaş silahı olarak en yoğun biçimde kullanıldığı ülkeler arasında, hatta ‘tecavüzün başkenti’ olarak nitelendirilmekte.
2011 yılında yapılan bir araştırmaya göre Kongo’da her gün 1100 kadın tecavüze uğruyor; yani saatte 48 tecavüz!
Son dönemde yapılan bir başka araştırma ise ülkede yaşayan kadınların %39’unun, erkeklerin ise %24’ünün, hayatları boyunca en az bir kez tecavüze uğradığını ortaya çıkarmış.
Kongo’da yakın geçmişte yaşanan en büyük toplu tecavüz vakalarından biri, 2010 yılında, ülkenin doğu bölgesindeki Luvungi kasabasında meydana gelmiş.
4 gün boyunca süren bu toplu tecavüz ‘seansının’ mağdurları, en yaşlısı 110 yaşında bir kadın, en genci ise bir aylık erkek bebek olan toplam 242 kişi.
Avrupa Parlamentosu tarafından Denis Mukwege’ye verilen bu ödül, bir anlamda Kongo’da yaşanmakta olan bu vahşete karşı sürdürülen mücadeleyle dayanışma anlamı taşısa da, uluslararası toplumun bu ülkede yaşananları durdurabilecek adımları atamıyor oluşu, ödülü ‘sembolik’ olmaktan öteye taşıyamıyor, dünyanın bu ‘ayıbını’ örtemiyor.