2021-2022 öğretim yılı verilerine göre üniversitelerimizde toplam 108.588 (yüz sekiz bin beş yüz seksen sekiz) üniversite öğrencimiz var. Resmi nüfusumuzun yaklaşık üçte biri…
Yükseköğrenim öğrencilerin sayıları ile ilgili biraz daha detay vereyim: toplam öğrenci sayısı olan 108.588’in 14.204’ü kendi liselerimizden mezun olan öğrencilerimiz, 43.101’i ÖSYM yoluyla TC’den gelen öğrenciler, 51.280’i ise üçüncü ülkelerden gelen yükseköğrenim öğrencileri. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak ülkemizdeki yükseköğrenim öğrencilerinin %50’ye yakınını üçüncü ülkelerden gelen öğrenciler oluşturuyor.
Nerede doğmuş olursa olsun, nerden geliyorsa gelsin yükseköğrenim için ülkemizde bulunan her öğrenci bir değer taşır, anlamlıdır, önemlidir, en büyük tanıtım elçimizdir ve sorumluluğumuzdadır.
Ne var ki bambaşka bir sorunla karşı karşıyayız: Öğrenci olarak bu ülkede bulunan ama yükseköğrenimin dışında bambaşka amaçlar için bu ülkeye gelmiş olanların sayısı azımsanmayacak boyutlara ulaştı. Yani 108,588 kayıtlı öğrencimiz var ama üniversitelerimizde aktif olarak öğrenim alan öğrencilerimizin toplamı 80 bin civarlarında yani 30 bine yakın öğrenci üniversitelerimize kayıtlı ama öğrenci olmaktan çok uzakta.
Bu durumun birçok sebebi var elbette. Ancak tartışmasız bir biçimde bu sebeplerin en büyüğü kontrolsüz bir biçimde ortaya çıkan öğrenci simsarlarının varlığıdır. Yarattığımız bu çarpık yapıda türeyen öğrenci simsarlarının ne derece vahim sonuçlar ortaya çıkardığı aşikar. Yükseköğretim amacıyla değil de ya kısa yoldan Avrupa’ya gidişin ilk durağı ya da kendi ülkesindeki kötü koşullardan kaşısın tek anahtarı olarak öğrenci simsarlarının tüm ekonomik taleplerine boyun eğerek okul kayıt ücretini ödemenin dışında başka hiçbir giriş koşul ile karşılaşmaksızın ülkemize gelebiliyorlar. Yükseköğretim amacının dışında ülkemize gelen birçok genç de sıklıkla; ya kayıtsız iş dünyasının vaz geçilmez işçileri ya ölümle sonuçlanacak çete savaşlarının birincil kurbanları ya da adli olayların kahramanları oluveriyorlar.
Kuşkusuz bu sıkıntılar hazır buluş düzeyi yüksek olan nitelikli üniversite öğrencilerine de yansıyor ve onlar da bu tür ortamların olduğu ve sosyal yaşamın çarpıklaştığı ülkemiz üniversitelerini tercih etmiyorlar. Nitelikli öğrenci, kaliteli yükseköğretim gailemiz varsa, üniversiteleri bir ekonomik sektör olarak görmekten, üniversite yönetimlerinin de sıradan bir ticari kurumu yönetirmiş gibi davranmalarından vazgeçmeleri lazım…
Bu nedenle de daha çok üniversite, daha çok öğrenci anlayışını terk etmemiz lazım. Lafı dolandırmadan söyleyeyim;
- Bilim yapmak, teknoloji üretmek neredeyse hiç konuşmadığımız şeyler. Toplumu, bilim toplumu haline getirecek akademik birikimler ortaya konamıyor. Ülkemizdeki hemen her üniversitenin tek bir derdi var, daha çok öğrenci almak. Üniversitelerimiz öğrenciyi müşteri olarak görmekten kurtulmalı, bilim yaparak gelir elde etmeyi öğrenmeli…
- Üniversiteleri öğrenci sayısı olarak değil, kalite olarak büyütmeliyiz. Daha çok öğrenci, daha çok bina, daha çok para getiren kurumlar olma görüntüsünden çıkartıp, bilim kurumları haline dönüştürmeliyiz…
- Öğrenci takip, mezun takip sistemlerine, üniversitelerimize giriş için pedagojik anlayışlarla belirlenmiş giriş koşullarına ihtiyacımız var.
Kısacası; üniversiteleri gelir getiren bir meta olarak görmeyen, bilimsel temeller üzerine kurulmuş herkes tarafından bilinen, açık, şeffaf ve amacı anlaşılır bir yükseköğretim politikasına ihtiyacımız var.
Ülkemizdeki mevcut yükseköğretim anlayışının duvara toslamak üzeri olduğunu görmeliyiz. Daha çok öğrenci kazanmak için yaptığımız her şey aslında nitelikli öğrenci sayısını azaltan temel bir gerekçeye, ülkemizdeki sosyal yaşamı olumsuz etkileyen bir yapıya dönüşmüş durumdadır. Uzun süredir çalan ama kulak asmadığımız tehlike çanlarını artık duymamız lazım, artık bilimsel bir yükseköğretim politikası yaratmamız ve bu politikaya uymamız lazım…
Anlayana Gülmece
Danışman
Çoban olmasına rağmen bilgeliği ile bilindiği için Çoban Ağa olarak nam salan köylü koyunlarını otlatırken bir anda lüks bir araba içinden, şık giyimli, birisi iner. Bizim çoban ağa ile sohbet etmeye başlarlar. Her şeyi bildiğini iddia eden bu kişi söze başlar:
- Burada kaç koyun olduğunu saymadan bulursam, bana buradaki kuzulardan birini verir misin?
Çoban ağa, cevap verir:
- Değil koyunların tam sayısını, yaklaşık bir rakam söylersen yine de bir kuzu almana izin veririm.
Adam:
- 145 baş hayvan vardır burada…
Çoban ağa ;
- Vallahi doğru bildin, isteğin kuzuyu al…
Bizim zengin seçtiği bir kuzuyu kucaklar ve arabasına doğru yürürken çoban ağanın sesi duyulur.
- Evlat sana ne iş yaptığını söylesem, o kuzuyu ve elindeki bilgisayarı bana verir misin?
Adam yaşlı çobanın, kendi mesleğini bilemeyeceğinden o kadar emindir ki kabul eder. Çoban ağa hemen söyler:
- Evlat sen danışmansın değil mi?
- Evet doğru ama nerden bildin!
Çoban ağa anlatır:
- Evlat, bu kadar kuzu arasında çoban köpeğini kucaklayıp götüren birisi olsa olsa danışman olur, başka ne olacak!