Mesele, öğretmenlerin ders saatleri değildir…
Yani bugün Diyalog gazetesi yazdı, A sınıf öğretmen 13, B sınıf öğretmen 15, normal öğretmen ne bileyim 20 saat haftada ders yapıyor…
Gazetemizin mantığı, “peeee ama haftada bu kadar saatçik çalışır bu tembeller” mantığıdır…
Suçlama mantığı!
-*-*-
Olaya sadece “ders saati açısından bakmak yanlıştır”…
Çünkü bunun hazırlığı vardır, nöbetçiliği vardır, başka görevleri bulunmaktadır…
Ders saati ile haftalık iş saati karıştırılmamalı…
-*-*-
Ve tabii ki mesele, öğretmeni yıpratmaktır!
Neden yıpratacaklar öğretmeni?
Çünkü öğretmen ilericidir…
Öğretmen laiktir…
Öğretmen Atatürkçü’dür…
-*-*-
Peki Bakan?
Milli Eğitim Bakanı…
Peki hükümet?
KKTC Hükümeti…
Kimdir bunlar?
Bunlar sadece “işbirlikçi zavallılar”dır!
-*-*-
Kimse, ama kimse öğretmenin haklı mücadelesini zayıflatmaya kalkmasın…
Öğretmenin mücadelesi, “çocuklarımızın motivasyonu harcanıyor, sınava giremediler”e bağlanmasın…
-*-*-
KTÖS ve KTOEÖS’ün kavgası, Kıbrıslı Türklerin varoluş kavgasıdır…
KTÖS ve KTOEÖS, karanlıkçıların, yobazların, buradaki işbirlikçileri ile saldırılarına karşı direnişin adresleridir…
-*-*-
Ayrıca, KTOEÖS Genel Sekreteri Tahir Gökçebel diyor ki; “… Eğitim Bakanı ve özel okulların CEO’ları birklikte çalışıyorlar… Amaç, devlet okullarında kaos yaratıp, aşırı pahalı özel okullardan kaçışın önüne set çekmektir… Devlet okullarında sendikalar grev yapıyor, çocuklarınızı özel okuldan sakın uzak tutmayın çabasıdır…”
-*-*-
Kısacası, nereden bakarsanız bakın, öğretmen mutlak anlamda haklıdır…
Öğretmenimizin yanında durmak, toplumsal sorumluluğumuzdur…
-*-*-
Öğretmenimizin yanında durmak, aynı zamanda tarihi sorumluluğumuzdur…
Kıbrıs Türk toplumunun varoluş mücadelesinde, öğretmenlerimizin hakkı “ödenemez haklar” listesinin en başındadır…
Bu da iyi biline!
-*-*-
Haaaa, öğretmen camiasında düzeltilmesi gereken yanlışlar mı?
Bir örnek vereyim:
İkinci iş, liberal sistemlerde gayet doğaldır…
Özel derse daha sağlıklı bir eğitim sisteminde belki gerek olmayacaktır ama şu anda özel ders zorunluluk haline gelebilmektedir.
Karşı değilim.
Öğretmen, özel ders verebilmelidir.
Ama vergisiyle birlikte…
Nenem da derdi,
“acın da genne!”
Hade oğlum!
Ne zaman “yok, bir daha Tatar ile ilgili yazı yazmayacağım” diye karar versem, adam çıkıyor bir yerlerde ve kesinlikle “sallıyor”!
Uyduruyor!
Atıyor resmen!
-*-*-
Mesela mı?
Mesela adu bir: “Türk Dünyasındaki değerimiz arttı” dedi!
Hani?
Hangi açıdan arttı?
Azerbaycan ile doğrudan ticarete mi başladık?
Özbekistan’dan uçuş mu başladı?
Azerbaycan’dan kredi mi aldık?
Yoksa Kırgızistan KKTC’yi resmen tanıdığını mı ilan etti?
-*-*-
“Türk Dünyasında değerimiz arttı” demek için, bir hareketlilik gerekmez mi?
Gözle görülür, elle tutulur bir “kazanım” olması gerekmez mi?
Mesela son yaşanan olay var; Özbekistan, KKTC’yi, gözlemci olarak dahi olsa, kendi ülkesindeki toplantıya davet etmedi ve bir bakanımız çıktı, bunu AB’nin engellediğini söyledi…
Değer artışı nerede?
Sözde mi?
Lafta mı?
Yalancıktan mı?
-*-*-
Yine aynı Tatar yani Ersin olan Tatar dedi ki; “Kıbrıs hiçbir zaman bir Yunan adası olmadı”…
Bir kere bu iddiayı durduk yere ortaya atmak kadar abuk ve de sabuk bir durum olamaz…
Kıbrıs, son 10 bin yıl içerisinde, çeşitli Yunan diyebileceğimiz toplulukların istilasıyla, işgaliyle, kontrolüyle karşı karşıya gelmiştir…
300’lü yıllardan 1090’lı yıllara kadar da Bizans toprağıdır…
-*-*-
Yunanistan Devleti, 1830’da doğmuştur ve doğrudur, o tarihten beri, Kıbrıs Adası “Yunanistan”ın malı, mülkü olmamıştır!
-*-*-
Peki, Tatar, bu lafı ederken, ne demek istemiştir?
Neyi anlatmaya çalışmıştır?
“Şu anda en azından yarısı Türkiye’nindir” mi demek istemiştir?
1878’de Kıbrıs’ı İngilizlere devreden Türk devleti veya Türkiye Cumhuriyeti değildi ki!
1571’de Ada’yı resmen “mülkü” haline geçiren de Türk Devleti değildi!
Osmanlı’ydı!
Hiçbir Osmanlı Padişahı, Osmanlı İmparatorluğu için, tarihin hiçbir döneminde “Türk Devleti” tanımını kullanmadı…
Osmanlı’da “Türkçülük” konuşulmaya başladığı günlerde, İngilizler Ada’yı işgal ettiklerini ilan etti.
-*-*-
TBMM’nin ilanı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilanı arasındaki bir tarihte de, TBMM ya da Atatürk önderliğindeki “yapı”, Kıbrıs Adası’nı, resmen İngiliz toprağı olarak tanıdığını beyan etti…
-*-*-
Tatar mı?
Hiçbir şey bilmediği için, eline tutuşturulan bilgilerin de zıııııt propaganda olduğunu anlayamıyor!
“Acın da genne” derdi nenem!
KKTC’de rüşvetten ölen olmamıştır!
Öncül sektör turizm!
Öyle mi?
Öncül sektör turizmde, çok değerli, çok önemli iki turistik tesisle ilgili süreç, hükümet tarafından yönetilemedi…
Veya “kötü yönetildi.”
-*-*-
Biri Mağusa’daki Palm Beach…
Hükümet, Palm Beach’le ilgili olarak, (konu halen mahkemededir, çok fazla bir şey yazmak sıkıntılıdır ama) her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmıştır!
Hükümet, bu olayda, sözleşmelerde – yani hukukta - bir engel olmadığı halde, otelin kiracısı tarafından bir başkasına kiralanmasının doğru olmadığına hükmetmiştir…
-*-*-
Aynı hükümet, Girne’de Cratos Hotel konusunda yaşanan sıkıntıyı da tam anlamıyla yüzüne ve gözüne bulaştırmıştır.
-*-*-
Cratos’un ortaklarından Derviş Zeynel Abidin, bu konuda Maliye Bakanı’na, Vakıflar İdaresi’ne, Devlet Emlak ve Malzeme Dairesi’ne ve Başbakan’a birer mektup göndererek, her türlü yasal hakkını savunacağını belirtiyor…
-*-*-
Derviş Abidin özetle diyor ki, “… Bu otelin arazisini ihale usulüyle Bumerang adlı şirkete kiraladınız; yasa gereği, sözleşme gereği, hukuk gereği de bu oteli, otelin casinosunu veya başka bir fasilitesini, ikinci bir şirkete kiralayamazsınız…”
-*-*-
Yani birinci davada hükümet, yasal engel olmamasına rağmen, kiracının kiralamasını “yanlış” bulmakta; ötekinde ise “yasal engel açık olmasına rağmen”, kiracının kiralamasını onaylamaktadır!
Hükümet, hangisinde “doğru” yapmaktadır?
-*-*-
Tek kelimeyle “hukuksuzluk” derim!
Ve hukuksuz davranışın sebebinin “rüşvet” olduğu inancımı da açıkça ifade etmek isterim!
“Sözleşmeler” bağlayıcı mı değil mi?
Görev bağımsız yargınındır tabi ki…
Kıbrıslı da der, yaza girdik amma hava ha! (Fotoğraf: Erol Uysal)