İlksoy Aslım
23 Kasım Cuma günü fakültenin koridorlarında öğrencilerin kendi aralarında tartıştıklarını duydum. Özetle şöyle diyorlardı: “Yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü; acaba hocalarımızın öğretmenler gününü bugünden kutlayalım mı?”. Böylece bir sonraki günün 24 Kasım olduğunu hatırladım. Atatürk’ün adının arkasına saklanan 12 Eylül Cuntasının yaptığı kötülükleri örtme gayretlerinin bir ürünü, “çakma öğretmenler günü”. Sevinerek söyleyebilirim ki, hiçbir öğrencim ofisime gelip “24 Kasım Öğretmenler Günü”mü kutlamadı. Bu anlamda öğrencilerime teşekkür etmem gerektiğini düşünüyorum.
Sosyal medyaya yakın zamana kadar bulaşmamıştım. Ta ki bir grup öğrencimle geçtiğimiz yaz Estonya’daki bir eğitim programına katılma durumu ortaya çıkıncaya kadar. Programa katılacak öğrencilerle iletişimimin en kolay ve en ucuz yolunun “facebook”ta bir grup oluşturmak olduğunu düşününce, oğlum Deniz’in yardımıyla ben de “facebook” ailesine katılıverdim. İtiraf etmem gerekirse “facebook”lu olmak ilk başlarda bayağı hoşuma gitmişti. Epey zamandır haber alamadığım arkadaşlarımı bulmak, onlarla iletişimde olabilmek gerçekten çok hoştu, o meşum Cumartesi günü 24 Kasım gelene kadar. Önce “Öğretmenler Günü”nü kutlama mesajları dolaşmaya başladı. Meseleyi bu kadarla savuşturacağımı düşünürken, bu kez de bazı arkadaşlarımın söz konusu mesajları beğendiklerine dair “tıkları” sardı “facebook” sayfamın dört bir yanını. Tüm bunlar hazmedilebilirdi belki ama “öğretmenler günü”nü pastalar eşliğinde kutlayan arkadaşlarımın fotoğraflarını görünce o an film koptu!... Yüreğim sıkıştı, nefesim daraldı, “facebook” sayfamdan çıktım. Ferahlayacağımı zannettim, olmadı!... Herşey oradaydı ve ben şaşkınlıkla dolu bir çaresizlik durumu yaşıyordum.
Şaşkındım. Şaşkındım çünkü bu arkadaşlarımdan bir kısmı sıkıyönetim koşullarında askeri darbenin gelmemesi için direnen insanlardı. Heyhat... Bugün, Cunta’nın gelmemesi için korkusuzca mücadele edenler, kendilerini kurşunların önüne atmaktan çekinmeyenler, onun ilan ettiği “öğretmenler günü”nü kutluyorlar. Ne acı...
12 Eylül Cuntasını Unutmamak
Bugün 12 Eylül Darbesini gerçekleştirenlerin hayatta olanları, Türkiye’de sorgulanmaktadır. İşin sonu nereye kadar gider bilinmez ama Türkiye’deki yargı 12 Eylül’ü sorgular vaziyetteyken, 12 Eylül Cuntasının yarattığı sonuçların adamızda halen hüküm sürmesinin hiçbir mantıklı açıklaması bulunamaz. Kıbrıslılar çok unutkandır. Bunu hepimiz biliyoruz. Okuyanların bilgisindedir. Tufan Erhürman son romanında Kıbrıs’ta “Tahattur Odaları”na duyulan ihtiyacı anlatır.
Kıbrıslıları Tahattur Odalarına tıkmadan, 12 Eylül’ü unutanlara, unutmak isteyenlere, o dönemi yeniden hatırlatmak faydalı olacaktır. Darbenin sonuçlarına kabaca bakılırsa 650.000 kişinin gözaltına alındığı görülür. O zamanki Türkiye nüfusunun bugünkünden az olduğu düşünüldüğünde, 650.000 kişinin zindanlarda çürütülmesinin, hem gözaltındakiler, hem de onların aileleri açısından ne anlama geldiği kolayca anlaşılabilir. 12 Eylül sürecinde açılan 210.000 davada 230.000 kişi yargılanmış, 7.000 kişi için idam cezası istenmiş, 517 kişiye de bu ceza verilmiştir. Adil yargılanma koşullarının olmadığı koşullarda 7.000 kişinin her an “bugün asılabilirim” endişesini taşımasından ne anlamamız gerektiğini psikologların yargısına bırakmaktır en doğrusu. Sonuçta idamlıkların 50 tanesi asılmış, “asmayalım da besleyelim mi”cilerin başları göğe ermiştir. O dönemde idamların artmaması için bütün dünyanın nasıl ayağa kalktığı bugün hatırlanır mı, bilemiyorum.
Seyahat edebilmenin insanın en doğal haklarının başında geldiği söylenir. 12 Eylül Cuntasının bu hakkı 388.000 kişiden koparıp aldığını ve onlara pasaport vermediğini bugün kaçımız hatırlamaktadır? Kapitalizmin doğumundan beri çalışma hakkının herkes tarafında kullanılması gereken bir insanlık hakkı olduğunu liberal düşünürler savlar. 30.000 kişinin sakıncalı olduğu düşünülerek işlerinde atılması konusunda klasik ve modern liberal düşünürler ne buyururlar acaba? Diğer yandan, Fransız Devrimi sürecinde özgürlükten, eşitlikten ve kardeşlikten bahsedilmiş, ardından da bunlar meşhur İnsan Hakları Bildirisine yazılmıştır. Hal böyleyken 12 Eylül döneminde yurttaşlık hakkı hiçe sayılarak 14.000 kişi vatandaşlıktan atılmıştır. Ayrıca 30.000 kişi de Türkiye topraklarında barınamamış ve siyasi mülteci olarak yurtdışına gitmek zorunda kalmıştır. Cunta döneminde Batı demokrasisinin olmazsa olmazı vatandaşların örgütlenme hakkı da ortadan kaldırılmıştır. Siyasi partiler kapatılmış, 23.677 derneğin faaliyetleri ise durdurulmuştur. Kısaca özgürlük denen kavram yok edilmiştir.
Basın, yasama, yürütme ve yargının yanında dördüncü güç olarak bilinir. Böyle bilinir de, 12 Eylül döneminde 400 gazeteci için toplam 4.000 yıl hapis cezası istendiği akıllarda mı? Ve sonuçta gazetecilere 3.315 yıl hapis cezası verildiği hatırlanıyor mu? O günlerin Türkiyesinde gazeteler 300 gün yayın yapamamış, 13 büyük gazete için 303 dava açılmıştır.
“Uygar” ülkelerde devletin kontrolü altındaki cezaevlerinde vatandaşın yaşamı devlet garantisi altında olduğu düşünülür. Hal böyleyken, 12 Eylül koşullarında 299 kişi cezaevlerinde yaşamını yitirmiş, 144 kişi kuşkulu bir şekilde ölmüş, 43 kişinin de intihar ettiği iddia r.[1] Tüm bunlar yaşanırken, 12 Eylül Cuntası hep Atatürk Türkiyesinin bekası için çalıştığını vurgulamıştır.
Cuntanın Çakma” Öğretmenler Günü
Gelelim Cunta’nın o günlerde öğretmenlere neler yaşattığına. Adına gün ilan edilen öğretmenlerden 3.854’ünün işlerinden atıldığını göz önünde bulundurduğumuzda, söz konusu öğretmenlerimizin “24 Kasım Öğretmenler Günü”nün gerek Türkiye’de, gerekse Kıbrıs’ta kutlanmasıyla ilgili olarak neler hissettiklerini hiç düşündük mü? Mutluluk duymak yerine, yaralarının nasıl deşildiğini hiç aklımıza getirdik mi? Biraz empati kurabilsek, 24 Kasım’ı “kutlama” değil, “anma” günü ilan ederdik herhalde!
Ne mutlu bana ki bugün bir üniversitede öğretim üyesiyim. Bu elbette kendi seçimim, yıllarca duyduğum bir özlemin gerçekleşmesi. Öğrencilerimle birlikte olmak, onlarla bilgilerimi paylaşmak inanın hayatta edinebildiğim birkaç mutluluktan belki de en önemlisi. Üniversiteden, öğrencilerimden uzakta olmak, onlardan mahrum kalmak ölümden de ötesi. Benim için korkulu rüya olan öğrencilerimden ayrı düşmek, Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan 120 öğretim üyesi için maalesef gerçeğe dönüştü ve 12 Eylül rejimi onları çok sevdiği öğrencilerden ayırdı, işlerine son verdi.
Yine ne mutlu Türkiyeli öğretmenlere ki, Eğitim-Sen gibi bir sendikaları var. Var ve meydanlara çıkıp haykırıyorlar; “1980 Darbe Rejimi’nin sahte kutlamalarını kabul etmiyoruz” diye. İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde toplanan Eğitim-Sen üyeleri eğitim emekçilerini “24 Kasım’ı değil uluslararası dayanışma ve mücadele günü olan 5 Ekim’i” kutlamaya çağırdı. Eylemde yapılan açıklamada, “[b]ir 24 Kasım’da daha, yıllardır duyurulmak istenmeyen sesimizin duyurulması, taleplerimizin dikkate alınması için alanlardayız. Türkiye’nin sadece öğretmenleri değil, tüm eğitim ve bilim emekçileri her yıl sadece bir gün hatırlanmayı değil, yaşadıkları ekonomik, sosyal ve özlük sorunlarına gerçekçi ve kalıcı çözümler üretilmesini beklemektedir” denildi. Basın açıklamasında ayrıca şu carpıcı ifadelere yer verildi: “24 Kasım, 12 Eylül darbe zihniyetinin kabul ettiği bir gündür, öğretmenler günü [olarak] kutlamamız mümkün değildir. Eğitim-Sen için 24 Kasım’ı kabul etmek demek 12 Eylül rejimini, uygulamalarını ve düşüncelerini benimsemek, 12 Eylül zihniyetini onaylamak anlamına gelmektedir.”[2]
ILO ve UNESCO’nun Öğretmenler Günü
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) 1994 yılında aldıkları ortak bir kararla 5 Ekim’i “Uluslararası Öğretmenler Günü” olarak kabul ettiler. Kararın ardından birçok ülke 5 Ekim’i öğretmenler günü olarak kutlamaya başladı. Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS) ve Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) da, ILO ve UNESCO’nun aldıkları karara uyarak 5 Ekim’i öğretmenler günü olarak kabul ettiler. Ancak “5 Ekim Öğretmenler Günü” henüz Kuzey Kıbrıs’ta devlet tarafından kabul edilen bir gün değildir ve Cunta’nın ilan ettiği günü Türkiye Cumhuriyeti devleti ile paralel bir şekilde, resmi öğretmenler günü olarak kutlamaya devam etmektedir.
Bu yıl KTÖS ve KTOEÖS, 24 Kasım’da sessiz kalmayı tercih ettiler. Ancak bu sendikalarımız, geçtiğimiz ay 5 Ekim Öğretmenler Gününü çeşitli etkinliklerle kutladılar ve o günün mücadele günü olduğununu, 4 Ekim 2012 günü yayımladıkları ortak bildiride yeniden vurguladılar.[3] Ayrıca KTÖS bağımsız olarak yayımladığı 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü mesajında, “Yıllardan beri Kıbrıs Türk Toplumu’nun kimliğini, kültürünü değiştirmeye yönelik asimilasyon politikaları, son dönemde toplumun özgüvenini yitirmesine yönelik eylemlerle hız kazanmıştır” diyerek mücadele çağrısı yaptı.[4]
Sonuç
Türkiye’nin üzerine kara bir bulut gibi çöken 12 Eylül rejiminin ürettiklerinin, Kuzey Kıbrıs’ta halen yürürlükte olması, her fırsatta “uygar” olduğunu savunan Kuzey Kıbrıs insanı için utanç vericidir. Hele eğitim gibi önemli bir görevi ifa etmeye soyunan bazı öğretmenlerin 24 Kasım’ı Öğretmenler Günü olarak kutlamayı içine sindirmeleri düşündürücüdür.
Sürekli olarak Kuzey Kıbrıs’ta bir vesayet rejimi bulunduğundan bahseden kesimlerin, bu durumdan kurtulmaya önlerindeki “küçük” ama önemli bir konudan başlamaları faydalı olabilir. Martin Luther King, “Bir Hayalim Var” diyordu. Kıbrıs Türkünün de bir hayali olabilir: 12 Eylül rejiminin Türkiye’ye ve onun üzerinden Kıbrıs’a aktardığı uygulamalardan tek tek kendisini “azad etmek”... Bu hem Kıbrıs Türkünün kendi ayakları üzerinde durmaya başlamasının bir adımı olabilir, hem de bu ada üzerinde ortak bir gelecek kurmayı hayal ettiği (ve birleşme görüşmelerini halen kesmediği) güney komşusuna güven verebilir. Ayrıca küçük adımlar, büyük adımlara yönelik olursa toplumun özgüvenini artıran birer öğe de olabilirler.
[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/12_Eyl%C3%BCl_Darbesi#Darbe. [05.12.2012]
[2] http://www.bianet.org/bianet/emek/142345-ogretmenler-gununu-kutlamiyoruz. [05.12.2012]
[3] http://www.kibrispostasi.com/print.php?news=89628. [05.12.2012]
[4] http://www.ktos.org/haberler-5ekim2012a. [05.12.2012]