Henüz sadece 40 gün geçti ama Türkiye gündemi öylesine hızlı akıyor ki, 16 Nisan’da gerçekleştirilen rejim değişikliğinin “bundan sonrasını” ve artık %50+1 gerçeğiyle baş başa olduğumuzu konuşamıyoruz pek. Resmi olarak 2019’da, yani sadece 1 buçuk yıl sonra, fakat muhtemelen çok daha erken bir tarihte (kuvvetle muhtemeldir ki, önümüzdeki Mart ayında) gerçekleşecek yeni seçimlere ilişkin bir strateji konuşabilecek durumda değil kimse. Ama konuşmak, hatta hızla harekete geçmek zorundayız.
“Referandum sonuçları meşru değil ki?” denebilir. Evet, fakat hoşumuza gitsin ya da gitmesin, referandum sonuçları kâğıt üzerinde yasal ve geçerli. Önümüzdeki ilk genel seçimler bu sonuçlara göre gerçekleştirilecek ve muhalefetin fazla seçeneği de yok. Ya yeniden parlamenter sisteme dönüş vaadiyle geniş bir seçim ittifakı oluşturulacak ya da yeni sistemi demokratik denetleme mekanizmalarıyla tahkim edecek düzenlemeler vaadiyle yola bu noktadan devam edilecek. Her koşulda %50 +1 hedefine odaklanılmak zorunda… Muhalefetin bu derece dağınık olduğu bir siyasi iklimde bu mümkün mü? Zor ama mümkün…
Yeni sistemde siyasi partilerin sadece parlamento çoğunluğunu elde etme yarışının bir anlamı kalmadı. Zira Parlamentonun üzerinde yasama, yürütme ve yargıyı da belirleme gücüne sahip alaturka yetkilerle donanmış bir güç var artık. Siyasi partiler ve sivil toplum, bu noktada geniş tabanlı seçim ittifakları kurmak ve bir yandan bu ittifakın parlamentoya yansımasına çaba gösterirken, öbür yanda %50+1 oy almış bir başkan çıkarmak zorunluluğuyla karşı karşıya. Yeni sistemde başkan dışarıdan ve kendi belirleyeceği bir kabine kuracağından ve bütçe onayı için bile Parlamento onayına ihtiyaç duymayacağından, örneğin Başkanın karşısında muhalefetin çoğunluğunu elde ettiği bir Parlamentonun bulunması bile tek başına yeterli değil artık.
AKP Genel Başkanının görevi devralmasının ardından düğmeye basılan seçim takvimi işlemeye başladı çoktan. Şimdi Erdoğan’ın Parti içerisinde yapacağı çok hızlı temizlik ve buna paralel, bir süredir eski bütünlüğünü sergileyemeyen AKP’nin yeni duruma uygun biçimde restorasyonu için geçecek süreye bakıyor herşey. AKP Genel Başkanı, bu sürecin uzayabileceğine dair emare hissederse, mantıklı olarak yapması beklenen şey, Partiyi ve ülkeyi yeniden bir seçim atmosferine kilitlemesidir. Güçlükle elde edilen referandum sonuçları, rejimin OHAL’e ve başta HDP lider kadroları olmak üzere muhalefetin derdest edilmesiyle sağlanabilmişti. Herkes bunun “sürdürülebilir” bir yol olmadığının farkında. İstikrar “görüntüsü” şimdilik sağlanmış, “çatlak sesler” susturulmuşken, şu anda hâlâ siyaseten şirinlikler yapma külfetine katlanmak zorunda olan Parti Devletin, gücünü bir an önce pekiştirmesi bir zorunluluk.
Dolayısıyla 2019 bir genel seçim için AKP Genel Başkanı açısından “hayli uzun”, muhalefet açısından ise hayli kısa, hatta daha da kısaltılmaya açık bir tarih olarak görünüyor.
16 Nisan referandumu toplumu AKP’liler ve AKP’li olmayanlar olarak 2 bloğa bölmüş görünse de herkes “AKP’li olmayanlar” bölümünün ortak paydalarda prensip birlikteliği yapmış bir bütün olmadığını biliyor. Tüm çok parçalılığına ve kırılganlığına rağmen 16 Nisan’ı AKP açısından zor savuşturulmuş bir kâbusa dönüştüren Hayır bloğu, çok ağır koşullarda sağlanan başarıyı kalıcılaştıracak, büyütecek ortak mücadele perspektifini oluşturabilmiş değil. Özgürlükçü, demokratik, parlamenter bir sistemin inşa edilmesi sorunu muhalefetin tartışma gündeminde yer almıyor.
Parti Devlet, farklı muhalif kesimlere saldırı üstüne saldırı yürütürken, geçmiş tüm siyasal husumetlerin artık bir yana bırakılması ve Türkiye’nin geleceğinin kurtarılmasının önceliklendirilmesi gerekiyor.
En önemlisi de artık muhalefeti oluşturan unsurlar arasında barış değilse bile uzun soluklu bir ateşkese ihtiyaç var.
Çünkü “oh olsunlarımızdan” vuruyor hepimizi Parti Devlet!..