Fotoğraflar: Mehmet Gökyiğit
Kuşkusuz Okan Dağlı’nın en bilinen yanı Mağusa’ya duyduğu, bitmeyen sevdası… Yaşadığı şehri araştırmak, edindiği bilgileri yazmakla başlayan bu sevda, zaman içinde Mağusa İnisiyatifi’nin kurulmasına, barışa adadığı bir hayata evrildi. Yarın Mağusa çok özel bir güne uyanacak… Hayallerinden biri gerçeğe dönüşürken, yeni projesi, Mağusa Öyküleri’ni konuşuyoruz. Mağusa’nın bize yaşatacağı yeni heyecanları, anlatacağı yeni öyküleri sabırsızlıkla bekliyoruz…
“TARİHİMİZ HEP SAVAŞLARI, KAVGALARI ANLATIR”
Yazı yazmaya Yenidüzen gazetesindeki makaleleri ile başlayan Okan Dağlı, yazmaya gönül verme sürecini bizimle paylaştı. Özellikle Mağusa’yı anlattığı kitapları ile şehrin ne denli zengin bir geçmişi olduğunu ortaya koyarken, herkeste bir Mağusa sevdası yarattı.
“İlk başta daha çok siyasi içerikli makaleler yazdım, bunları sağlıkla ilgili yazılar takip etti. İlk kez Poli dergisinde Mağusa ile ilgili makaleler yazdım. Bu yazıları iki toplumdan futbolcular ile ilgili yaptığım bir çalışma takip etti. Bunlar biriktikçe bu yazıları kitaplaştırmaya karar verdim. Geleceğe bir kaynak bırakmak istedim. Böylece kitaplarım ortaya çıktı. Özellikle futbolcularla ilgili çalışmam çok ilgi gördü. 1930’lu yıllarda başlayan, iki toplumdan futbolcular, onların hayatları, birlikte Kıbrıs Karması’nda oynadıkları dönemlerde futbolun nasıl olduğunu anlattığım bir çalışmaydı. Heterotopia Yayınları bu kitabı, ‘Topta Birlikte’ ismiyle, Yunanca olarak da yayınladı. Hala bu alanda yapılan tek çalışma... Tarihimiz hep savaşları, kavgaları anlatır. Ortak yaşamları, neleri paylaştığımızı, hangi alanlarda bir araya geldiğimizi fazla anlatmaz. Sanırım bu nedenle kıymetli bir kitap oldu. Ayrıca Mağusa ile ilgili makalelerimi de, zaman içinde kitaplaştırdım. Onlar da sözlü tarihe uygun içeriklerdi. Kıbrıs’ın yakın tarihini o günleri yaşayan insanlarla konuştum. Bunun yanında farklı kaynaklardan edindiğim bilgilerden yola çıkarak yazdığım Mağusa’ya dair kitaplarım da bulunuyor. Üniversite yıllarında adanın sorunlarıyla çok ilgiliydim. Böylece siyasi yazılar yazmaya başladım. Zaman içinde ise adanın ne denli zengin bir tarihi olduğunu, buna sahip çıkmanın ne denli kıymetli olduğunu fark ettim. Toplumun da bunu fark etmesi için bu konuda çalışmak istedim. 2300 yılık tarihi, müthiş bir dokusu, kültürü bulunan, Ortaçağ kenti Mağusa’da yaşıyorum, ilk başta yazılarımla bu kentin etkileyici yönlerini anlatmaya başladım. Zamanla bu çabam sadece yazmakla kalmadı. Kitlesel bir gönüllülük hareketine dönüştü. ”
“DERİNYA’NIN AÇILMASI ŞEHRİ ÇIKMAZ YOL OLMAKTAN KURTARACAK BİR HEDEFTİ”
Elbette onun Mağusa’ya dair çabaları sadece yazdığı kitaplardan ibaret kalmadı… Mağusa İnisiyatifi bu çabanın en büyük getirisi olarak, hepimizin yanına kâr kaldı.
“Mağusa İnisiyatifi 2010 yılında kuruldu. Kıbrıs sorununda yine çıkmazın olduğu yıllardı. Kapsamlı bir çözüm düşüncesinden hepimiz uzaklaşmıştık. Mağusa’nın birleştirilmesi, kentin tekrardan eski yasal sahipleriyle birlikte paylaşılması, yeniden çok kültürlü bir şehir olması, Maraş’ın ayağa kalkması… En önemlisi de tüm bu çabaların kapsamlı bir çözüme katkıda bulunabileceği fikriyle Mağusa İnisiyatifi’ni kurduk. Böylece yerelden başlayarak, Kıbrıs’ın bütününe örnek oluşturabilecek çalışmalara başladık. Kentin birleştirilmesi için önümüze koyduğumuz bazı hedefler vardı. Bunlardan en önemlisi de Derinya geçiş noktasının açılmasıydı. Bu Mağusa’yı çıkmaz yol olmaktan kurtaracak inancındaydık. Önemli bir gündem yarattık, çabaladık ve sonunda başardık. Hala bu yönde çalışmalarımız sürüyor. Elbette Maraş’ın açılması, bu konuda ilk adımların atılması en büyük hayallerimizden biri… Elbette sadece siyasi yönüyle değil günlük sorunları da gündeme alarak bir kent hareketi oluşturduk. Bu daha sonra başka şehirlere de yansıdı. Alternatif bir hareket oldu, hala olabildiğince ses vermeye çalışıyoruz. Siyaset yapmıyoruz, öyle bir gailemiz yok, sanırım tam da bu nedenle biz bir şey söylediğimiz zaman ‘gerçekten bir sıkıntı var, bu insanlar boşuna konuşmuyor’ algısı yaratıyoruz.”
“BİLGİLERE ÖYKÜLER, ÇİZİMLER EKLEDİK MAĞUSA ÖYKÜLERİ KİTABINI HAZIRLADIK”
Tüm bu çabalar geçtiğimiz günlerde, yeni bir kitapla, Mağusa Öyküleri ile bir kez daha taçlandı. Bir solukta okuduğum bu keyifli çalışma bir ekibin ürünü olarak raflarda yerini aldı…
“Mağusa’nın pek çok noktasına dair bu güne kadar pek çok yazı yazdım, tanıttım, anlattım. Bu kaynakları kullanarak, daha önce yazdığım kitaplar arasında gözden kaçan, kaybolan noktaları bir öykü kitabıyla göz önüne getirmek istedim. Böylece çok önemli gördüğüm bazı bilgileri, daha kısa bir şekilde ele alarak, bunlara öykü hatta çizimler ekleyerek kolay okunur hale getirmek istedim. İnsanların daha fazla ilgisini çekeceğine, daha fazla okunabileceğine inandım. Dervişe Güneyyeli Kutlu’ya gittim. Daha önce de çok güzel öyküler yazmıştı. Selma Gürani de çok iyi bir tasarımcı. Ondan da kitap için özel çizimler istedim. Böylece gerçekler ile öyküler arasında kalan bir çalışma çıkarmak için iki yıl boyunca çalıştık. Kitap Othello Kalesi, Garga, Salamis şehri, Karağulos Esir Kampı, çok kültürlülüğü anlatan bilgiler ve öyküler bütününden oluşuyor. Böylece bilgileri öykülerle, onları destekleyen çizimlerle daha çok insana ulaştırmayı hedefledim.”
Okan Dağlı’nın Mağusa’ya dair yazdığı kitapları okumuş olmama rağmen, bu kitapta ilgimi çeken, ilk kez duyduğumu düşündüğüm, pek çok bilgi var. Ne kadar yazılsa da okunsa da Mağusa hala gizemini korumaya devam ediyor. Bize kendini anlatmayı sürdürüyor.
“En çarpıcı olduğunu düşündüğüm, bilgilere, detaylara bu kitapta yer vermek istedim. Örneğin Mağusa’nın tren yolu hala konuşulmaya, anlatılmaya devam eden bir detay. Othello bizim en çarpıcı, en evrensel yanımız. Shakespeare dünyanın en önemli, en bilinen yazarlarından… Karağulos Kampı çok belirgin, yüz yirmi yıl önceden bu güne gelen bir kamp… Yıllarca esir kampı, eğitim, toplama kampı olarak kullanılan bir mekân… Salamis Harabeleri, Mağusa şehrinin kuruluşuna vesile olan bir yer… Garga zaten bu kentin simgesi… Böylece bu bilgiler oluştu. Elbette bunu geliştirmek mümkün, hala anlatılacak çok önemli noktalar var.”
“KIBRIS’IN DERİN BİR KÜLTÜRÜ, UZUN BİR GEÇMİŞİ VAR”
Demiryolu, Karağulos kampı, Mogabgab, kitabın en fazla ilgimi çeken detayları… İnsan öykülerini okuyunca bir gerçeklik var mı diye düşünmeden edemiyor. Gerçeklerle öyküler adeta bütünleşiyor.
“Demiryolu hikâyemiz gerçekten çok ilginçtir. 1905’te başlayan, 1950’li yıllara kadar devam eden bir süreçten… Yük, yolcu taşıyan, içinde işçileriyle, çalışanlarıyla, yaşattığı hayatlarla çarpıcı hikâyeler barındıran bir süreç... Mağusa’da bunun başlangıç yeri, limanla bütünleşmiş bir alan. Karağulos Kampı da diğer ilginç yer tabii. Öyküye benzeyen, kampta geçen benzer bir hikâye de var. Kamptaki o hikâyeden yola çıkarak öyküsü yazıldı. Mogabgab da Mağusa’nın çok önemli isimlerinden… Benim doğduğum yıllarda öldü. İngiliz döneminde otuz yıldan fazla eski eserler müdürlüğü yaptı, otoriter, yetkili, çok önemli restorasyonlara imza atmış bir isim. Mağusa’nın bugün kale kenti olarak ortaya çıkmasında katkısı büyük. Lefkoşa’ya bir bakın; Surlarında, hendeklerinde pek çok yapı var. Surların nerede başlayıp bittiği bile artık anlaşılmıyor. Evler surlara dayanmış. Oysa Mağusa düzenli, korunmuş... Bu da Mogabgab’ın sayesinde oldu. Süryani bir ailenin çocuğuydu. Babası doktordu, hiç evlenmedi, bütün gelirini kitaplara, şehre harcadı. Dünyanın her yerinden kale kentlerini, restorasyonu anlatan kitaplar getirtti. İkinci dünya savaşının olduğu, çok fakir, zor şartlarda yaşanan yıllardan söz ediyorum. O yıllarda bile bu işleri, öğrenerek, bilerek yapmaya çalıştı. Otuz yıl boyunca Mağusa’’yı restore etti. Bu işlerde mahkûmları kullandı. O yıllara ait dergiler, yıllıklar buldum, bunları detaylarıyla anlatıyor. İki binden fazla fotoğrafla yaptığı restorasyonları fotoğraflamış, geride ciddi de bir arşiv bırakmış. Düşünün hala Mağusa’ya dair yapılan restorasyon çalışmalarında onun fotoğraflarına bakılıyor, inceleniyor. Özellikle Othello Kalesi restorasyonunda bu kaynaklar çok kullanıldı. Tabii 1960 yılından sonra Mağusa tekrar askeri bir kent haline geldi, sancaktarlar tarafından yönetildi. Mogabgab kaleiçine bile sokulmadı, evi tam arada kaldı, Türkler ve Rumlar karargâh olarak kullandı. Kitapları dağıtıldı. 1960’lı yılların ortasında, sanırım kahrından, öldü. Ben de işte sizin gibi Mağusa’yı öğrenmeye devam ediyorum. Öğrendikçe de paylaşmayı sürdürüyorum. Adada yaşam on bin yıl önce başladı. Adanın geriye dönük derin bir kültürü, uzun bir geçmişi var, biz böyle bir yerde yaşıyoruz. Aslında tüm kentlerimiz çok zengin. Bunları araştırmaya, bulduklarımızı paylaşmak için de kent müzelerine ve arşivlerine ihtiyacımız var.”