Okuyorum-Hayal Ediyorum: O Halde Varım!

Hakkı Yücel

Kim yazmıştı ya da anlatmıştı; hangi hikâyede okumuştum, içinde bu hikâyenin yer aldığı kitabın ismi neydi, öyle bir kitap, böyle bir hikâye, onu yazan bir yazar var mıydı; hatırlamıyorum.  Hatırladığım -yoksa hayal ettiğim mi demeliyim- okulda, afacanlığıyla nam salmış, ilgili ya da ilgisiz her olayda mutlaka parmağı olduğu düşünülen çocuğun, son vukuat üzerine, öğretmeni tarafından sorguya çekildiğinde yaşanan o sahneydi. Şöyle: Öğretmen karşısında başı öne eğik duran öğrenciye, elebaşıolduğunu düşündüğü olayın ayrıntılarını öğrenmek için “anlat bakalım” der; çocuk nereden başlasam tereddüdü içinde bir süre yutkunduktan sonra, önce ağırdan, hemen ardından ise adeta bendini aşmış su gibi çağlayarak anlatmaya başlar. Anlattıkça anlatır, bir türlü susmak bilmez. Öylesine kaptırmıştır ki kendini ve asıl anlattıklarında öylesine masalsı bir hava var ki, öğretmen, bir coşku seli halinde devam eden bu anlatının sonu acaba nereye varacak diye merak ettiğinden, onu susturmaya kıyamaz. Ancak küçük çocuk lafın sonunu bir türlü getirmeyince, “Yeter be çocuk. Neler uyduruyorsun sen. Basit bir olayı anlatmak için bu kadar çok lafı nereden buluyorsun?” diyerek sözünü keser. Çocuk, bu kez de söylesem mi söylemesem mi tereddüdü içinde bir süre sustuktan sonra, çekinerek “Hayal ediyorum öğretmenim” diye yanıt verir. Öğretmen aldığı yanıt karşısında şaşkındır; tereddüt sırası şimdi ondadır,düşünür, bu küçük çocuğa yaptıkları için ceza mı vermelidir, yoksa soluksuz katman katman çoğaltarak, gerçeklerin çok ötesinde bir gerçek kurarak ustaca dile getirdiği ve doğrusu ya çok da etkili ve de ikna edici olan anlatısı nedeniyle onu kutlamalı mıdır? O coşkulu anlatımın ve hayallerin arkasında okuduğu masal kitapları olduğunu öğrenince, elini uzatır, çocuğun kulağını baş ve işaret parmağı arasına alır ve okşar gibi hafifçe sıvazladıktan sonra, duyulur duyulmaz bir sesle “hayallerinden vazgeçme ama o hayaller altında daezilme..” diye fısıldar. O an öğretmeninin ne demek istediğini çok fazla anlamasa da çocuk o cümleyi hiç unutmaz…

 

Çocuk ya da büyük, her yaşa göre, okuduğumuz kitapların, özellikle kendileri de büyük ölçüde hayal mahsulü olan edebiyat eserlerinin, hayallerimizi beslediğini, bu deneyimi, yani okuma edimini, bihakkın yerine getirenler bilirler. Bu o kadar öyledir ve kimileyin kendimizi kitaplarda anlatılanlara o kadar çok kaptırır ve orada yaşananlarla (ve onları yaşayanlarla) o kadar bütünleştiririz ki, bir anyaşadıklarımızın mı yoksa hayal ettiklerimizin mi gerçek olduğu konusunda kuşkuya bile düşebiliriz. İyi de okuduklarımızla bu denli hemhal olma ve okurken yaşadığımız bu esrime hallerinin neden(ler)i ne olabilir? 

 

Kültür-düşünce insanı-yazar Umberto Eco ‘Yorum ve Aşırı Yorum’ (Ayrıntı Yayınları) kitabında, ‘edebi metin-okur’ ilişkisi üzerine yazarken, gerek yapıtınüretiminde ve gerekse tüketiminde (okuma biçiminde), ‘yazar-metin-okur’ üçlüsü ayrımı yapar. Şöyle ki, yapıtın üretim sürecinde yazar ‘üretici’,

metin ‘ürün’, okur ‘tüketici’ konumdayken; okuma biçimi bakımından bu üçlü ayrım, ‘yazar merkezli okuma’ (intentio auctoris), metin merkezli okuma(intentio operis) ve okur merkezli okuma (intentio lectoris) olarak belirlenir. Özellikle ‘okuma biçimi’ üzerinden yapılan bu ayrımlama bir metnin ne denli çoklu okumaya, haliyle çoklu anlamlandırmaya ve yorumlamaya müsait olduğunun da göstergesidir. Edebiyatı (edebi yapıtı) güçlü ve kendinden çok dahafazlası kılan da büyük oranda bu nitelikleridir. Buradan bakınca onun anlam ve duygu yoğunluğu/çeşitliliği oluşturmak bakımından olduğu kadar,hayalleri/yaratıcılığı teşvik etmesi ve nihayet özgürleştirici olması bakımından da ne kadar doğurgan olduğu açığa çıkmaktadır. Bu özellikleri nedeniyledir ki ‘okuma süreci’ okur adına doğurgan bir serüven ve heyecanlı şölen olarak gerçekleşmektedir. Şüphesiz burada söz konusu olan,‘örnek okur’ ya da ‘has okur’ olarak nitelendirilebilecek, daha açık bir ifadeyle metin karşısında ‘edilgen alıcı’ değil ‘etkin katılımcı’konumda olan bir okurdur. Bu okur tipolojisidir ki metinle yoğun biçimde hemhal olmakta ve o edebi hazzı bir esrime hali olarak yaşamaktadır. İyi de edebiyatın bu gücü nereden kaynaklanmaktadır?

 

Şunu söylemek mümkün: Edebiyatın bu gücü bir yanıyla onun özgür ve sınırsız yaratıcılığından(tahayyül gücünden), bir yanıyla da bireyin varoluşundan, hayatın ve dünyanın anlamı, hakikatüzerine düşünmeye kadar yayılan etkinlik alanından kaynaklanmaktadır. Tahayyül gücüyle örtüşen, imge ağırlıklı olması nedeniyle de çağrışımları yoğun olan dili ise (İmgesel Dil) bu etkinlik alanının  gücünü belirleyen temel unsur olarak öne çıkmaktadır.İmgesel dilin kendinde içkin esnekliği ve yoğunluğunun, bilimin sınırları keskin ‘kavramsal dil’i karşısında, bir bakıma onun eksiğini tamamlıyor olması ise, onun gücünün bir başka göstergesidir. Şüphesiz burada bir dilin diğerine olan üstünlüğü ya da yetersizliği değildir söz konusu olan, aksine bilimin ‘kavramsal dil’inin kesinliğiyle edebiyatın ‘imgesel dil’inin esnekliğinin/çok katmanlı oluşunun birbirlerini tamamlayan ve son kertede kendini ‘bilme-anlama’ diyalektiği olarak olumlayan doğurgan ilişkisini vurgulamaktır ki, bunun varoluşsal karşılığı, en başta zihinsel olmak üzere çok boyutlu bir özgürleşmedir.

   

Buradan devam edecek olursak, edebiyatın ‘imgesel dil’ini besleyen ‘hayal etmek’i kendine mesele edinen Amerikalı akademisyen, edebiyat eleştirmeni ve düşünür Elaine Scarry “Kitaplarla Hayal Etmek” (Metis Yayınları, 2006) başlıklı çalışmasında bu hali(hayal etmek) felsefe ve psikolojiyle ilişki kurarak ele alır ve buradan hareketle edebiyat eleştirisinde yeni bir alan açar. Edebiyat eseriyle okur arasındaki ilişkinin nerelere kadar gidebileceğini; özellikle okurun bir edebiyat eserini okurken, (yazar bunu‘kitapla hayal etmek’ olarak tanımlıyor) nasıl gündelik hayatta kurduğu hayallerden çok daha canlı ve kalıcı hayallere ulaşabileceğini ve bütün bunların da hayata dönük olarak ne tür yeni anlamlar ve duygular kazandırabileceğini ortaya koyar. Scarry bu konuda oldukça iddialı;  çeşitli yazar ve şairlerin eserlerinden örneklerle yola çıkarak düşüncelerini sistematize ediyor ve okurlara bir kitap okurken, nasıl hayal edebileceklerine dair somut teknikler de sunuyor. Bir bakıma ‘imgelerin serüveni’ olarak da nitelendirilebilecek bu okuma şöleni sonuçta “edebiyatla ilişki kurma biçimimizi ve okuma anlayışımızı kökten dönüştürüp” zenginleştiren ve çok boyutlu bir dil, duygu ve düşünce eksersizi içeren mahiyet kazanıyor.Hayallerden yola çıkarak elde edilen bütün bu kazanımların hayata dönük yüzü ise gerçekliğin yeniden inşası ve yeniden doğmak olarak tanımlanabilecek bir varoluş serüveni halinde tecelli ediyor. Bütün bunların anlamı ne? 

 

Günümüz dünyasının acımasız rekabet ortamında anlam bulan (aslında anlamını yitiren), başarı ve performans odaklı yaşam biçimlerinin,  adeta birbirinin sureti olacak kadar benzer günlerin tekrarından ibaret olduğu ve bugünün insanını da,sarkacın aynı hat üzerinde salınımı gibi, tekrardan ibaret bir gidiş-geliş hattına mahkum ettiğini söylemek abartı olmasa gerek. Özgür ve bağımsız özne olma halinin yitirildiği, bir nefeste darmadağın olan görsellik pudrası ile boyanan, hayallerin ise performans ve başarı odaklı bu yaşam biçim tarafından iğdiş edildiği bugünün dünyasında,özellikle son yaşanan ‘corona krizi’nin çarpan etkisiyle de, artık oluşturula gelen uygarlığın sonuna gelindiği, giderek daha çok ve yoğun biçimde dillendirilmektedir. Eğer öyleyse, yani bugünkü uygarlığın sonuna gelindiği tespiti doğruysa, bu durumun yeni başlangıçları teşvik ettiği -teşvik etmesi gerektiği- tespiti de o kadar doğru olmak gerekmektedir. İşte tam da bu tıkanmışlık halinin yaşandığı noktada, özellikle kitaplarla hemhal olanların kendi tecrübelerinden de bildikleri (artık ne kadarsalar -sahi artık masal okuyan çocuklar var mı-), Scarry’nin ise çeşitli örneklemelerden hareketle teorik sınırlarını çizdiği, edebiyatla kurduğumuz ilişkilerin (okuma biçimlerinin) yoğun, farklı anlam, duygu ve düşünce zenginliği yaratan -en azından bu potansiyeli taşıyan-, çok boyutlu bir mahiyet kazanan gücü, yeni bir başlangıç için etkili olabilir mi? Ya da el büyüterek söyleyelim, edebiyatın (daha geniş bir ifadeyle sanatın) çağrışımları yoğun ve bir o kadar da doğurgan ‘imgesel dili’ ile bilimin ‘kavramsal dili,  gerek varoluşsal anlamda, gerekse hakikat arayışında, yeni bir uygarlığa kapı aralayacak etkin güç olabilir mi? 

 

Soru havada asılı dursun, yanıt ararken, min gayri haddin, Descartes’ın cogitosu “Düşünüyorum o halde varım” yanında “Okuyorum-hayal ediyorum, o halde varım” mottosuna yer açmanın, o dillerin (kavramsal/imgesel) buluşmasını ve bu bağlamda yeni bir başlangıcın yol haritasını ima ediyor olması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.