Hakan Karahasan
hakan.karahasan@gmail.com
Barry Sanders. Öküzün A’sı: Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi. Çev. Şehnaz Tahir. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2010.
İnsan denilen varlığı ‘insan’ kılan özelliklerin ne(ler) olduğu tartışmaları kolay kolay sonuçlanacağa benzemiyor. Kimi düşünürler için insanı insan kılan en önemli özellik akıl iken, kimi düşünürlere göre ise dilin bizzat kendisi. Yakın zamanda çok satan Sapiens kitabının yazarı Harari’ye göre ise insanı insan yapan en önemli unsur hayal kurabilmek. Hayaller kurup, kurduğu hayallere inanabilen insan, bugün içinde yaşadığımız sistem de dahil olmak üzere tarih boyunca bir çok şeyi hayal kurarak gerçekleştirebildi.
Harari’nin görüşleri ve bunların doğru olup olmadığı üzerine bir yazı yazmak amacında değilim. Pulitzer Ödülü kazandığı halde ismi çok bilinmeyen bir akademisyen olan Barry Sanders Öküzün A’sı adlı çalışması ile insanı insan yapan unsurlardan dilin önemine vurgu yapmakta. İlk olarak 1994 yılında İngilizce olarak yayımlanan kitap, Türkçeye 1999 yılında çevrildi. Kitabın alt başlığı, Sanders’ın kitap ile ne anlatmak istediğini daha açık bir şekilde ifade ediyor: “Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi.” Kitabın temel felsefesini anlamak için bu alt başlık büyük bir önem atfediyor. Lakin, kitabın içeriğinden bahsetmeden önce Sanders’ın “aykırı düşünür”lerden Ivan Illich ile birlikte yazmış olduğu Abc - Aklın Modernleşmesi adlı kitabı yanında Kahkahanın Zaferi: Yıkıcı Tarih Olarak Gülme adlı kitapları bulunduğunu belirtmekte fayda var.
Eleştirel düşüncenin temelinin okuma-yazma ile var olabileceğini savunan Sanders, aynı zamanda okuryazarlığın, deyim yerindeyse, toplumların belkemiği olduğunu belirtiyor. Kitapta okuryazar olabilmenin en önemli şartının sözellikte yattığı, sözelliğin “sağlıklı” bir şekilde yaşanması ile eleştirel düşünce ve ahlak arasındaki ilişkinin öneminden bahsedilirken günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) şiddetin yükselmesinde gençlerin sözel (ve sonrasında yazılı) kültürden uzaklaşmasının önemli bir rolü bulunduğu ifade edilmektedir.
Sözelliğin ne olduğunu, temel unsurlarını, dilin sözel kültürlerde nasıl kullanıldığının anlatıldığı birinci bölümde, verilen bir örnek dikkat çekici: 1930’lu yılların başında Alexander Luria adlı bir Sovyet psikoloğun Özbekistan ve Kırgızistan’da yaptığı bazı araştırmalardan hareketle okuryazar ve okuryazar olmayan kişilerde soyut düşünce, algı, dilin kullanımında ne gibi değişiklikler olduğu, örneklerle anlatılıyor. Örneklerden hareketle, 1990’lı yılların ABD’sinde önemli bir yer tutan televizyon ve televizyonun çocuk gelişimi üzerindeki etkileri tartışılıyor. Sanders’ın yazdığı zaman en popular araç olan televizyona bakıp, kitabın “demode” olabileceği düşünülmesin. Aksine, kitabı okurken günümüzde internet, tablet, cep telefonu ve sosyal medya sözcüklerinin düşünülmesi halinde, kitabın ne kadar güncel olduğu görülebilir. Örneğin, televizyon öncesi dönemlerde çocukların yaşadığı can sıkıntısının hayal gücü, kişisel gelişim ve toplumsallığın öneminden bahsettiği satırlar sanki bugün, neredeyse, doğar doğmaz ellerinde tuttukları tabletler veya cep telefonu kullanmayı öğrenen çocuklar için söylenmiş.
Kitabın ikinci bölümünde okuma ve okumanın nasıl bir etkinlik olduğu, dilin sözel ve yazılı kültürlerde ne gibi işlevleri olduğunu anlatan Sanders, belli bir yaştan sonra okuma-yazma öğrenmenin okuryazar olmakla eş anlamlı olmadığını örneklerle açıklıyor. Bunun yanında, duygular, duyguların ifadesi ve bunların hayatlarımızdaki rollerinden bahsederken söylediği: “Batı kültürünün oluşturduğu ve yaşadığı birer psikolojik kategori olarak ‘vicdan’ ve’suçluluk duygusu’ temelde okuryazarlığın doğurduğu kurgulardır” (s. 76) sözü dikkat çekici.
Benlik oluşumu ve okuryazarlığın rolünü açıklarken, günümüzde okumaya, özellikle kitaba yönelik tepkili bir nesilden bahseden Sanders, okuma-yazmanın önemine inanmayan insanları anlatırken “post-cehalet” terimini kullanıyor (s. 78). Sadece bu terim bile üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir katkısı kitabın.
Dilin elastik yapısı, şaka ve öykülenme ilişkisinden bahsederken, bilgisayardan dil öğrenilemeyeceğini çünkü ‘bilgisayarın netlik peşinde’ olduğunu, halbuki insanların dili kullanmasına bakıldığında dilin belirsiz olduğu ve sözellikte çocuğun annesinden dili duyarak ve ‘yanlışlar yapa yapa’ öğrendiğini ifade ederken, birçok kişiye tanıdık gelebilecek şu cümleyi kuruyor Sanders: “Bugün çocuklar televizyonların önüne oturtuluveriyor ve babalar gibi anneler de çocuklarıyla gittikçe daha az temas kuruyorlar... Ne var ki annenin yokluğu özellikle de zorunluktan kaynaklanan bir yokluk, çocuğun eğitiminde bir boşluk yaratır” (s. 96). Günümüzde televizyona ek olarak tabletler ve cep telefonları eklenmiş durumda. Richard Sennett’in Yeni Kapitalizmin Kültürü derken bahsetmiş olduğu gibi esnek çalışma saatleri sayesinde, uzun bir günün sonunda gerek anneler, gerekse babalar çocuklarıyla vakit geçiremiyor. Böylece; az konuşmaktan dolayı çocukların hem dilleri gelişemiyor, hem de sevgi eksikliği kaynaklı bir sürü başka sorunlar, gittikçe artıyor. Başka bir deyişle, sözel kültür, insanların bir arada geçirdikleri zaman, paylaşım bir yandan çocukların dil becerilerini geliştiriyor, diğer yandan ise sosyal yönlerini.
Özellike Amerikan toplumunda çetelerin ve şiddetin artışının irdelendiği dördüncü ve beşinci bölümlerde, sorunun çözümü olarak okuryazarlığın ve sözelliğin önemi vurgulanıyor.
Çocuğun anneyle ilişkisi, bunun sözellik ve dil ile olan ilişkisi anlatılırken, sözelliğin annenin çocuğunu emzirmesi ile başladığını ve çocuk gelişiminde bunun öneminden bahsedilen bölüm, bazı düşünürler için tartışmaya açık olsa da, üzerinde düşünmeye değer. Bunun yanında ABD’de anaokulların hangi felsefeye dayanarak kuruldukları anlatılırken, ne yapılırsa yapılsın bütün bunların anne-çocuk ilişkisinin yerini hiçbir zaman alamayacağı idda ediliyor.
Kitabın sonuna doğru günümüzdeki sorunun çözümünden bahsederken mevzuyu kapitalizme getiren Sanders’e göre “Okuryazarlığın önündeki engel silah taşıyıp uyuşturucu alan gençler değil, ekonomik eşitsizliğe ve ırklar arası kuşku ve nefrete yol açan tüketici kültürü” (s. 224) demek suretiyle, bir bakıma bugünü de tarif ediyor. İlk başta belirtildiği üzere, internetsiz ve cep telefonsuz ya da tabletsiz bir yaşam tahayyül etmekte zorlandığımız günümüzde, okuryazarlık üzerine düşünmeye değer bir çalışma Öküzün A’sı.