Adettendir, yeni bir yıla başladığımızda insanlığı nelerin beklediği konuşulur. Parlak günlerde yaşamadığımız kesindir. Hem dünyada hem de ülkemizde kara bulutlar dolaşıyor ve dünyanın her yerinden kötü haberler geliyor.
Otoriter, maksimalist ve popülist siyaset erbabının yönetiminde pek çok ülke ve bölge kaosa sürükleniyor. Orantısızlık ve ölçüsüzlük başını aldı gidiyor.
İçinden geçtiğimiz bu umutsuz ortamda, altmış yıl önce bir 4 Ocak günü aramızdan ayrılan ünlü yazar ve düşünür Albert Camus’ye kulak vermenin yerinde olacağını düşünüyorum.
4 Ocak 1960 tarihinde bir araba kazasında hayatını kaybeden Nobel Edebiyat ödüllü Cezayirli- Fransız yazar, ölçülü olmayı çok önemseyen biriydi. Bir bakıma, bir ölçü ve denge insanıydı. Albert Camus, özgürlüğü şiddete başvurmadan savunan, devrime değil başkaldırıya inanan, fanatizme ve radikalizme karşı çıkan bir düşünürdü. Örneğin Cezayir Kurtuluş Ordusunun bağımsızlık uğruna şiddete başvurmasına itiraz ettiği gibi, Fransız ordusunun Cezayir’de yaptığı baskı ve zulme karşı da tepki gösteriyordu.
Kendini “hakikatin ve özgürlüğün hizmetinde bir nefer” olarak tanımlayan yazar, Kadim-Yunan’ın bilgeliğinin temelinde ölçüyü görüyor, ölçüyü kaçırmanın felaketler doğuracağını ileri sürüyor ve insanlığı Eski-Yunan’ın öğretisine kulak vermeye davet ediyordu.
Camus, Avrupa’nın yaşadığı savaşları ve faşizmi, Kadim-Yunan’ın ölçüye dayalı düşüncesinden uzaklaşmış olmaya bağlıyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yazdığı bir makalede, Camus, Avrupa’nın ölçüyü kaçırmış, mutlakçı/otoriter zihniyetten kaynaklanan fanatizmin pençesine düşmüş olduğunu ileri sürüyordu.
Savaşlara, milliyetçiliğe, faşizme ve soykırımlara ev sahipliği yapan yaşlı kıta, sınır tanımaz bir akıl yürütme biçiminin kurbanı olmuştu. Camus, bu durumu şu sözlerle anlatıyordu: “Yunan düşüncesi, sınır ve ölçüye dayanan kavramlara dayanıyordu. Hiçbir şeyi ekstrem bir noktaya çekmiyordu, ne aklı ne de kutsalı. Çünkü hiçbir şeyi yadsımıyordu, ne aklı ne de kutsalı. Her şeyi dikkate alıyordu, gölge ile ışığı dengeliyordu. Oysa bizim Avrupa’mız, totalin peşinde koşan orantısızlığın çocuğudur. Güzelliği yadsıyor, hayranlık beslemediği her şeyi yadsıdığı gibi. Sadece aklın gelecekteki egemenliğine hayranlık duyuyor ve çılgınca bütün sınırları zorluyor. Ve bunu yaptığı anda karanlığa gömülüyor.”
Albert Camus, devamla savaş sonrası “Yeni Avrupa’ya” şu tavsiyelerde bulunuyordu: “Cahilliğini itiraf et, fanatizmi reddet, insanın ve dünyanın sınırlı olduğunu kabul et ve güzelliğe inan. Eski-Yunan’ın yanında yer almak, bunları gerektiriyor.”
Camus’nün uzun yıllar önce Avrupa’ya yaptığı tavsiyeler, maalesef günümüz dünyası için de geçerlidir.
Ve açıkça itiraf etmeliyiz ki, bu tavsiyeleri hayata geçirmeye ülkemiz Kıbrıs’ın da büyük ihtiyacı vardır.
On yıllardan beri devam eden Kıbrıs Sorunu, savaş ve göç gibi felaketlere rağmen, maalesef Kıbrıs’ta bir türlü ölçü tutturulamıyor. Herkes kendi haklılığında fanatikçe ısrar ediyor ve sonuna kadar götürülen maksimalist tutumlar yüzünden mutsuz ve endişe dolu hayatlar yaşıyoruz. Ne cehaletimizi itiraf edebiliyoruz, ne de fanatizmden kurtulabiliyoruz. Dünyanın ve insanın, dolayısıyla da kendimizin sınırlarını anlayamadığımız gibi veya sırf bu yüzden, güzellikten uzak yaşıyoruz.
Evet, Albert Camus bütün insanlığı Eski-Yunan’a kulak vermeye davet ediyordu. Ülkemizin de ölçülü davranışlara, özeleştiriye, hoşgörüye, fanatiklikten uzak durmaya büyük ihtiyacı vardır.
Gelgelelim, Kıbrıs böyle tavsiyelere kulak asan bir noktada değildir. Ne de çivisi çıkmış günümüz dünyasından bu yönde olumlu sinyaller gelmektedir.
Her şeye rağmen, hiçbir şeyi yadsımadan ama ekstrem noktaya da çekmeden ve ölçüyü kaçırmadan umut ve mücadele etmekten başka çıkar yolumuz yoktur.
Herkese mutlu ve umutlu yeni bir yıl diliyorum...