OLMAK ya da olmamak!

Cenk Mutluyakalı

Tiyatronun terimleri var.
Hepsi hayatımızın merdiveni gibi...
Üzerine tırmanır dururuz...
Belleğimizde, içimizin ülkesini ararız...
Ve kocaman bir “sahne”nin ortasındayız...

*  *  *

Dekor...
- Dağlarımızı verelim, oyuk! Kentlerimizi, beton! Denizimizi verelim, lağım! Külliyemizi verelim, ihtişamlı!
Ve ‘süslü püslü’ duralım önünde...

*  *  *

Entrika...
- Gün be gün, siyasette, medyada, sendikada, evde, sokakta, internette, gırla!

*  *  *

Kukla...
- “Ah! Yar bana bir eğlence medet!.. “
Kuklacı...
- “Yurdumun Mersin’den öte bir devamı...”

*  *  *

Fasıl...
- Kapsamlı çözüme dair liderler sofrası...
"Bu son fasıldır ey ömrüm..."

*  *  *

Kabare...
- Yok canım, Lefkoşa-Güzelyurt yolundakilere benzer değil bu! 
- ‘Utanç ışıkları, et pazarı...’

*  *  *

Makyaj...
- Ne kadar boyarsan boya, nasıl istersen elle, bu düzen, benzemiyor devlete!

*  *  *

Rol...
- O kadar çok “oynuyor” ki on binler, şu acılı ada'nın üstünde!

*  *  *

Senaryo...
- Niye illa ki “figüran” yazıyorlar bizi?

*  *  *

Şakşak...
- İstemediğin kadar çok! 

*  *  *

Trajedi...
- Bu düzen değişmesin de, “miş” gibi olsun, yeter ki bize de gelsin bu “sıra”...

*  *  *

‘Dünya Tiyatro Günü’nü selamladık...
O sahici sahneye baktık hayranlıkla...
Coğrafyamın en güzel koltuklarına kurulmuş, en kötü seyirciler olarak izliyoruz.
Yineliyoruz öylece, dünyanın en ünlü tiyatro repliğini: “Olmak ya da olmamak...”
Olmamak olmamak!