2013 için yerel açığımızın milli gelirimize oranı %8,2 olarak hesaplanmaktadır. 2014’te de eğer kamu yönetiminde paradigma değişikliğine gitmez ve kara deliklerimizin kapatılmasını öngörmezsek en iyi ihtimalle benzer bir açık tablosuyla karşı karşıya kalacağız. Söz konusu açıklar nedeniyle kamu borçlarımızın kapatılması bir yana faizlerini bile ödeyemediğimiz bilinmektedir. Bu fiili durum Türkiye’ye ekonomik bağımlılığımızı artırmakta, ekonomik egemenliği iyiden ulaşılamaz bir hedefe dönüştürmektedir.
Bunu tersyüz etmenin tek bir yolu vardır o da iktidarın kamuya yük bindirmeyecek finansman modelleriyle reformları ele alması ve bu reformların uzun vadede gelir getirici özellikte yapılandırılmasını sağlamasıdır. Değişimden kasıt da zaten budur. Eğer bu hassasiyetiniz yoksa hele bir de yeni bir iktidarsanız, ipin ucunu kaçırabilir, halk nazarındaki kredibilitenizi yüksek tutabilmek için eski paradigmayla hızla işe koyulabilir ve açıkların daha da artmasına sebep olabilirsiniz. Bu yeni iktidar bizdeki gibi sol ağırlıklı bir iktidarsa ve kamudan beslenen dar çevreler yeni paradigmaları tehdit şeklinde algılıyorsa, Başbakan’ın ne yaptığını çok iyi bilen bir devrimci olması en önemli koşul olacaktır. Devrim, bütçe açıklarına ve kamu borçlarına ilişkin belirlenecek bir hedefe ulaşıncaya kadar yapılacak tüm reformların kamuya yeni yük getirmeyecek tarzda ele alınmasını sağlamaktan ibarettir.
Kıbrıs Türk halkı olarak bu devrimi hayata geçirirken en büyük avantajımız Türkiye’nin reformlarımız için bize kısa vadede finansman sunuyor olmasıdır. Dünyadaki örneklerine bakıldığında, bu çağda neredeyse acı reçetesiz devrim yapabilmenin her halka nasip olamadığını görebilmemiz gerekmektedir. Yatırım gerektiren reformların finansmanını karşılamamız içinde bulunduğumuz koşullarda imkânsız iken Türkiye örneğin kamudaki pek çok sorunumuzu çözebilecek e-devlet projesi için gerekli kaynağı bize sağlamaktadır.
Bir diğer örnek, elektrik konusudur. Devrimci çizgide öyle bir projelendirme yapmalıyız ki hem uzun vadede üretim maliyetleri düşsün ve elektrik faturaları cep yakmasın, hem kamumuz gelir elde etsin ve KIBTEK’e borçlarını kapatsın, hem de KIBTEK’in borçları kapatılabilsin. Tüm yollar kamu-özel ortaklığında yürütülecek ve kazan-kazan prensibine göre düzenlenecek projelere çıkmaktadır. Aksi takdirde zaten zorda olan kamu maliyemizi iyiden çıkmaza sürükleyebilir ve sadece elektriksiz kalmaz aynı zamanda ülkeyi de batma noktasına sürükleyebiliriz.
Türkiye ile imzalanan protokolde Mart 2014’e kadar kabloyla Kıbrıs’a elektrik getirileceği ifade edilmektedir. Bu projenin dünyadaki benzerlerinden hareketle yaklaşık 200 milyon € civarında bir yatırımı gerektireceği tahmin edilmektedir. Bu meblağı ne biz karşılayabiliriz ne de Türkiye. Eğer kamu-özel ortaklığıyla bu kablo projesi hayata geçirilir ve buna bağlı olarak mevcut arz kapasitemiz yedekleri de içerecek şekilde artırılarak ülkedeki yenilebilir enerji kullanım imkânları geliştirilebilirse, uzun vadede hem çevrenin en az zarar göreceği hem de şimdikinden daha düşük maliyet gerektirecek bir arz planı oluşturulabilecektir. Bu arada da gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de iktidarların bu projelendirme için başta siyasi irade olmak üzere gerekli tüm teknik ve idari altyapının oluşturulması noktasında pozitif bir tavır içerisinde olması gerekecektir. Bizim açımızdan KIBTEK’in özerkleştirilerek varlığını sürdürmesi en çok önemsediğimiz seçim vaatlerimizden olduğundan, bu çerçevede bir düzenlemeyi gözetecek tarzda Kıbrıs tarafı olarak derhal düğmeye basmamız gerektiği kanısındayım.
Eski paradigmaların gölgesinde olmayacak duaya âmin diyerek bir yere varamayacağımız ortadadır. İçinde bulunduğumuz koşulları ve elektrikteki olası çıkış yollarını göz önünde bulundurarak bir tespitimi ilave bir unsuru da ekleyerek tekrarlamak istiyorum: Bütünlüklü projelendirme olmaksızın zam yapmak bir cinayettir, bu projelendirmeyi Türkiye ile istişareyi ve uyumu gözetmeksizin yapmak ise intihardır…