“Ölüler arasında: Adli bilim insanları, Kosova’daki toplu mezarlardaki dehşeti hatırlıyor...”

Sevgül Uludağ

Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’den Serbeze Hakhiyaj’ın Kosova’daki toplu mezarlardaki dehşeti yaşayan Kosova’nın adli bilim insanları hakkındaki yazısını okurlarımız için derleyerek Türkçeleştirdik. Serbeze Hakhiyaj, şöyle yazıyor:

***  Savaştan sonra  bir adalet duygusu ve kurbanlara insanlık onurunu geri verme güdüsüyle Kosova, Bosna ve Sırbistan’da çalışan adli uzmanların hatıralarında çürümüşlük kokusu ile çocukları toplu mezarlardan kazarak çıkarmaları baskın durumda... 1998-99 savaşı ardından Kosova’ya gönderilen adli uzmanlar için iç karartıcı ancak zorunlu bir görevdi toplu mezarlarda bulunan yüzlerce bozulmuş bedeni kazıp çıkarmak ve bunları incelemek...

***  Onların bu çabaları yalnızca kurbanların kimliklendirilmesine ve ailelerinin onları doğru düzgün bir törenle defnetmelerine yardım etmekle kalmadı, aynı zamanda çatışma esnasında işlenmiş suçlar için adalet arayışına da yardımcı oldu...  

***  Çok sıcak bir yaz gününde, Temmuz 1999’da Kosova’ya giden Ron Turnbull, sanki de günışığından çıkarak daha karanlık bir gerçekliğe doğru yol alıyor gibi hissetmişti... Bir ay önce Kosova Kurtuluş Ordusu gerillaları ile Yugoslavya Cumhurbaşkanı Slobodan Miloseviç’in ordusu ve polis gücü arasındaki savaş sona ermişti ve araştırma görevlileri, savaş suçlarına kurban edilmiş olanların gömülmüş olduğu toplu mezarları aramaktaydı.

***  Bir Birleşmiş Milletler aracıyla Kuzey Makedonya’dan sınırı geçen Turnbull, sınırı niçin geçtiklerini bilen bir sınır polisinin “Neden bu köpekleri arıyorsunuz ki?” dediğini duymuştu... Britanya’da Hastings’deki evinden BİRN’e konuşan Turnbull, “Bu cümle, doğrudan Kosovalı Arnavutlar’a bir atıftı” diye anlatıyor. Halen 75 yaşında olan Turnbull, 30 yıldan fazla bir süre Scotland Yard’ta detektif olarak cinayetler, terörist saldırılar ve Londra’da diğer ciddi suçlar üzerinde çalışmıştı. 1996 yılında merkezi ABD’de bulunan İnsan Hakları için Hekimler örgütüne katılmıştı. Bu örgüt o günlerde Bosna-Hersek’te savaş döneminden toplu mezarların kazılmasına yardım etmekteydi...

***  Kosova savaşı sona erince, Britanya dahil çeşitli Batılı hükümetler adli araştırma ekipleri, teknisyenler ve adli antropologlar ile askeri analiz uzmanları göndererek “ölüm nedenleri”ne ilişkin süreci inceleyerek hızlandırmaya karar vermişlerdi. Turnbull, bu çerçevede Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Kosova’ya gönderilen bir ekibin parçası olarak Kosova’ya gidecekti – Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde üst düzey Yugoslav ve Sırp yetkililer, savaş suçları nedeniyle yargılanacaktı.

***  “NATO askerlerinin koruduğu 150 kadar toplu mezar vardı” diye hatırlıyor Turnbull... Kosova’da o günlerde 425 gömü yeri belirlenmiş... “Bizim görevimiz lojistiğı ortaya koymak ve toplu mezarlara gömülmüş olanların ölüm nedenlerini bulmaktı...” diyor. Ciddi suçların işlenmiş olduğu alanlarda çalışan ekiplerden sorumlu üst düzey yetkilierin yardımcısı olarak  Sudan’da ve Rvanda’da da çalışmış Turnbull... “Mezar kazıları çok korkunçtu... Toplu mezarlarda yüzlerce birbirine karşımış bedenle karşı karşıya kalmak inanılmaz derecede zordu” diyor.

***  1999 ve 2000 yıllarında Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin adli ekibi, Kosova’daki çeşitli alanlarda bulunan toplu mezarlardan 2 bin kişinin bedenlerini çıkarmış... Turnbull için bu toplu mezar kazılarını yürütürken neler gördüğünü anlatmak hala çok zor... “Bu toplu mezarlardan birini açtığınızda, karşı karşıya kalacağınız korkunç görüntüden maada, sizi vuran ilk şey koku olur... Bu koku da hiçbir zaman kaybolup gitmez” diyor. Onun için başetmesi en zor şey, toplu mezarlardan çocuk bedenlerini çıkarmak olmuş...

***  “Ölü çocuklar ve hamile kadınlar çıkardık toplu mezarlardan, hamile kadınları vurmak yerine bıçaklamışlardı çünkü doğmamış bebeğin de, annenin de öldüğünü garanti etmek istiyorlardı” diye anlatıyor. Bosna’daki deneyimi ardından, kendisini Kosova’da neler beklediğini tahmin etmiş... “Ancak yine de küçük, masum bir çocuğu toplu mezardan çıkarmak insanı çok sarsıyor” diye anlatıyor. “Sonra mezardan çıkardığınız küçük bedeni fotoğraflama aşamasına geçiyorsunuz, bedeni ölçüyorsunuz ve ölü bedenlerin konduğu bir torba yerine, bir zarfa koyuyorsunuz küçük bedeni...” diyor. “Her bir kayıp şahıs için elinizden geleni yapmalısınız... Onların sesi olmanız gerekir. Kafalarının arkasından bir kurşunla vurduklarında onları vuranlar bu sesi ellerinden almışlardı çünkü” diyor.

***  Ditor Halidi ise Kosova Adli Tıp Enstitüsü’nden adli antropolog olarak çalışıyor – o da, Kosova savaşı esnasında Sırp kuvvetler tarafından öldürülen Kosovalı Arnavut kökenlilerin bedenlerinin toplu mezarlardan çıkarılmasında çalışmış. Halidi, kurbanlara yönelik bir sorumluluk duygusu hissetmiş, içinden bir ses bunun görevi olduğunu söylemiş... Priştine’deki ofisinde BİRN’e konuşan Halidi, “Aynı yeri seneler boyunca araştırma kararlılığı da bundan kaynaklanıyor” diyor.

***  Sözünü ettiği yer, Sırbistan’ın güney batısında Raska kenti yakınlarında eski Kozevak madeni... Araştırma görevlileri burayı beş yıl boyunca kazmışlar, kurbanların gömülmüş olduğundan kuşkulandıkları yerleri kazmışlar fakat herhangi bir şey bulamamışlar. “O noktada birşeyler olduğundan kuşkulanıyorduk ve ısrarlıydık  - Sırp yetkililer ise bir an önce kazılara son verilerek burasının kapatılmasında ısrarlıydı...”

***  Nihayetinde 2019 yılında yeni uydu resimleri, madende gömülü olan dokuz Kosovalı Arnavut sivilin gömü yerine götürmüş kendilerini... 5 Nisan 1999’da Kosova’da Rezela köyünde kurşuna dizilmiş bu grup. Bu grubu keşfetmeden önce de Halidi ve meslektaşları 2014 yılında Sırbistan’ın Rudnika kentinde bir diğer toplu mezarda 54 “kayıp” Kosovalı Arnavut’tan geride kalanları bulmuşlar. Sırp güçler, katliamlarda öldürülen Kosovalı Arnavutlar’ın pek çoğunun bedenlerini işledikleri suçları saklamak maksadıyla gizli mezarlara gömmüşler... Halidi, “bu bedenlerin gizli gömü yerlerine saklanması da gösterir ki katliamlarını bilinçli olarak saklama çabası vardı ve şimdilerde Sırbistan, kendi topraklarında gömülü sivillerin saklı mezarlarıyla karşı karşıyadır...” diyor.

***  Halidi, adli uzmanların, kazı esnasında buldukları insan kalıntılarını düşünmekten vazgeçemediğini de anlatıyor... “Bedenler toplu mezardan çıkarıldıktan sonra, kurbanlarla sessiz bir diyaloğa girersiniz ve onları daha iyi tanımaya çalışırsınız... Nereden ve nasıl olup da bu mezara götürüldüğünü anlamaya çalışırsınız...” diyor. Tıpkı Turnbull gibi, o da en zor şeyin, çocuk bedenlerini toplu mezarlardan çıkarmak olduğunu anlatıyor: “Kısacık hayatları durdurulmuştur... Eğer çocuk sahibi biriyseniz, duygusal olarak daha da zor durumda bulursunuz kendinizi çünkü kendi çocuklarınızı düşünürsünüz...” diyor.

***  Öldürülmelerinin üstünden yirmi sene geçtikten sonra bulunmuş olan kurbanların giysilerinin ve üzerlerinden çıkan şeylerin de özel bir öneme sahip olduğuna dikkat çekiyor Halidi... “Çakmaklar, paslanmış kalemler, tarihi geçmiş ilaçlar, durmuş saatler bizlere onların tarihini ve kişiliğini anlamamıza yardım eder” diyor... “Ancak eğer oyuncak bulmuşsanız, duygularınız daha da güçlü olur. Öldürüldükleri esnada yanlarında bebekleri olan çocuklar bulduk. Bazı hallerde çocukların yanında okul kitapları ve son ödevleri vardı... O oyuncaklar, tarihlerinin iki bölümü arasında bir köprü gibidir – yaşamaış oldukları hayat ve bu korkunç suçların sessiz kurbanları olarak yeraltında geçirdikleri zaman arasındaki köprüdür bu...”

***  Kosova Adli Tıp Enstitüsü, kendi personeline yönelik psikolojik yardım içermiyor... Halidi ise bu toplu mezar kazılarının, personelin duygusal olarak yıpranmasına yol açtığını anlatıyor... “Sonrasında her ne kadar da işinize konsantre olmaya ve bunlar hakkında fazla düşünmemeye çalışsanız da yine de psikolojik olarak etkilenmişsinizdir ve bunu farketmezsiniz, ta ki hayatınızı önemli ölçüde etkilemeye başlayıncaya kadar... Bu, bilincinize yavaş yavaş sızan birşeydir” diyor.

***  Kayıp yakınlarının “Acı ile kayıp arasında bir boşlukta yaşamaya devam ettiklerini, sevdikleri hayattayken yaşadıkları anılara hapsolduklarını” farketmiş... Savaşın üstünden uzun zaman geçmiş olmasına ve toplu mezar arama sürecinin sıkıntılarına karşın Halidi hala bulunabilecek gömü yerleri olduğuna inanıyor, giderek zorlaşsa da bu durum... “Zaman içerisinde aramalar giderek zorlaşıyor, görgü tanıkları artık orada değildir ya da anıları bulanıklaşmıştır ve bilgi giderek azalmaktadır” diyor.

***  Toplu mezarlar hakkında bilgi vermek üzere ortaya çıkanlar, yıllardır bildiklerini yüksek sesle anlatamadıkları için üzerlerinde bir yük hisseden sıradan insanlar olmuş... “Kosova’da ve Sırbistan’da bildiklerini gizlemekten rahatsız olan insanlardır bunlar” diyor Halidi... Kosova ve Sırbistan’ın ilişkilerini normalleştirecek nihai bir siyasi anlaşmaya gitmelerinin, 1998-99 savaşında “kayıp” edilmiş ve halen 1,600 olan rakamı azaltacağına inanıyor. “Ancak Sırp hükümetinin rolüne gelince çok iyimser değilim çünkü kayıp şahıslar konusu politize edilmiş durumdadır” diyor. Pek çok toplu mezar kazısında bulunmuş olan Halidi, belgelediği suçlar hakkında henüz mahkemede tanıklık edecek fırsatı bulmamış...

***  Robert McNeil  Temmuz 1999’da Kosova’ya gittiğinde savaştan bir ay sonrasıymış, kendisi adliğ bir teknisyen... Tıpkı Turnbull gibi o da Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde olası kovuşturmalar için kanıt toplamada çalışmış. Morg olarak eski bir buğday ambarı seçilmiş... Tozlu bir röntgen perdesi ve uyduruk, açılıp kapanan bir masa varmış fakat ortada bir radyografi uzmanı da yokmuş, normalde morglarda olan buzluklar da... McNeil zaten son üç senesini Bosna’da geçirmiş, Srebrenitsa katliamında öldürülen kurbanların gömüldüğü toplu mezarları araştırarak... Bir Birleşmiş Milletler araştırma ekibinin parçası olarak Kosova’ya gittiğinde, Hollanda hükümeti Orahovaç dışında bir morg inşa etmiş, araştırmacılar bunu toplu mezarlardan çıkardıkları bedenleri koymak için kullanacaklarmış...

***  McNeil eski buğday ambarından dönüştürülmüş uyduruk morga girdiğinde ve gözleri içerideki loş ışığa alıştığında yerdeki bazı ceset torbaları arasında bir hareket görmüş – bu hareketin ne olduğunu tahmin etmiş. Sonra bir ses duyup geri döndüğünde, duvarın kenarında koşuşturan üç büyük gömeç sıçanı görmüş... “Aman Tanrım! Bunlar bedenleri yiyorlar!” demiş... McNeil, İskoçya’nın Glasgow kentindeki evinden konuşup bunları anlatıyor BİRN’e...

***  Birkaç gün sonra Prizren yakınlarında Velika Kruşa köyüne gitmiş, burada  savaş esnasında öldürülen 243 sivil, toplu mezarlardan çıkarılmaktaymış. Kazı esnasında kazı ekibi, kurbanların yüzlerinin yırtılmış kumaş parçalarıyla örtüldüğünü ve bedenlerinin de korkunç biçimde parçalandığını görmüşler. “Burunları ve kulakları yoktu, gözlerinin olduğu yerler boştu... Göz çukurları kurumuş kanla doluydu” diye anlatıyor... Cesetler arasında çocuk cesetleri de varmış, hala tam olarak çürümemiş vaziyetteymişler. “Her bir yüz neredeyse kurumuş kandan oluşan bir maskeyle kaplı gibiydi... Çok feci biçimde dövüldükleri ve birkaç kez üstüste vuruldukları belliydi” diyor.

***  Bir hafta kadar sonra, katliamda öldürülen 79 kurbanın cenaze törenine katılmaya çağrılmışlar... “Ben, bir numara ile 23 numaraya dikkat ediyordum, aynı soyadına sahiptiler. Aynı aileden olduklarını öğrendim, Hoti ailesiydi bu...” Her bir tabutun yanından geçmiş, 12 tane de daha küçük tabut varmış. Her birinin üstünde bir fotoğraf varmış. “Bu tabutlarda çocuklar vardı... Vahşi biçimde öldürülmeden önce bu çocukların neler gördüğünü düşünüyordum” diyor...

***  Britanya’da 20 yıllık deneyime sahip bir uzman olarak McNeil Bosna-Hersek ve Kosova’daki toplu mezarlardan çıkarılan kurbanları araştıran uluslararası adli ekibe davet edilmiş, ekibin amacı da Yugoslavya eski Başkanı Miloseviç ve emrindekilere karşı açılacak davada iddianameye yardım etmekmiş. Ölü bedenlerin üzerinden çıkarılan giysiler yıkanıp temizlenmiş, yerlere konmuş bu giysiler, yakınları gelip baksın ve “kayıp” sevdiklerine ait olup olmadıklarını anlasınlar diye... “Kayıp yakınlarının sevdiklerini tanıyıp kimliklendirmeleri mümkün değildi çünkü kurbanlar çok zalimce parçalanmışlardı” diyor.

***  Bir grup kadının gelip kurbanların bedenlerinden çıkan giysilere, ayakkabılara ve diğer paçavralara bakarken yaşadıkları korkunç üzüntüyü hatırlıyor... “Sanki de cehennemden çıkan bir ritüel gibiydi bu” diyor. “Onlara açıkça anlatılmıştı ki yalnızca giysileri tanımak, kimliklendirme için yeterli değildir” diyor. O günlerde ellerinde henüz DNA testleriyle kimliklendirme süreci olmadığından 6 bin kişi savaş sonrası bu şekilde, giysileri ve üstlerinden çıkan öte beriyle kimliklendirilerek defnedilmiş... Günümüzde ise pek çok Kosovalı aile bir travma yaşıyor çünkü sevdiklerinin yanlış biçimde kimliklendirilerek gömüldüğünü öğrenmişler...

***  McNeil, kendisinin ve meslektaşlarının her ne kadar da işlenen korkunç suçlarla aralarına mesafe koymaya çalışsalar da, kurbanların yaşadığı vahşetin etkisinden kaçınmak mümkün olmamış. Bir sabah ter içinde uyanmış, “Bir daha bu görüntüleri beynimden silemeyeceğim” diye düşünmüş. Kosova’da kayıpların arandığı sürecin sonsuz bir süreç gibi durduğunu söylüyor ancak umutsuz olmadığını ekliyor. Onlarca yıl sonra bile modern teknikler, kurbanların kimliklendirilmesine fırsat veriyor. “DNA aracılığıyla Birinci Dünya Savaşı’nda öldürülip toplu mezarlara gömülmüş Britanya ve Avustralya’dan yüzlerce kayıp insanı kimliklendirdik” diyor örnek olarak. “Kosova ve başka yerlerden kayıplar için umutsuzluk yoktur” diyor.

https://balkaninsight.com/2023/08/30/among-the-dead-forensic-scientists-recall-horror-of-kosovos-mass-graves/

(BİRN’de 30.8.2023’te yer alan Serbeze Hakhiyaj’ın yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).