Ergenliğe yeni adım atıyorum. İsyankârım, bir o kadar da idealist. Örnek öğrencilikten fersah fersah uzağım, otoriteye kazan kaldıranların önde gideni.
Edebiyat dersi favorim. Kalem kuvvetli, milliyetçiliğim katmerli. Kompozisyon yarışmalarında açık ara öndeyim. Kan, toprak, bayrak edebiyatı benden sorulur. Henüz ortaokul öğrencisiyim.
Tarih derslerimiz hep aynı konu etrafında dönüyor, Atatürk’ün İnkılaplarını okuyoruz, ama adına devrim demekten kaçınıyoruz. Malum devrim sol demek, sol ise yasak. Komünizmin ne bedbaht bir şey olduğunu kulaktan kulağa fısıldanırken duyuyoruz, adını ağza almak günah ile eşdeğer. Bir de Kıbrıs Tarihi dersimiz var. 1963’de başlıyor, 1974’de bitiyor. 3 yıl boyunca defa defa Rum terörizmini okuyoruz ortaokulda. Kitap aynı, konu aynı, savaşı, zulmü bitiremiyoruz.
Bir yandan Kemalettin Tuğcu, Gülten Dayıoğlu okuyorum, acı ve gözyaşı tek gerçeğim, az biraz da hayal gücü. Benim kompozisyonlar dur durak bilmiyor, milliyetçi duygularım coştukça coşuyor.
Bir Kıbrıslı Rum ile ilk kez bu yaşlarda karşılaştım, Dipkarpaz’da Apostolos Andreas Kilisesi’nin Papazı. Hem Rum, hem Papaz, okulda öğrendiklerime göre en tehlikeli karışım. Eyvahlar olsun, bir de siyah cüppe giymiş, utanmamış. Tuhaf, canavar filan gibi görünmüyor, herkes gibi insan. Gülümsedi hatta bana, sohbet etmeye yeltendi. Tabii ki yüz vermedim, düşmanla konuşacak değildim ya. Kötü bir bakış atmayı eksik etmedim ama şaşkındım biraz, ağzından alev filan da çıkmadı ya, e boynuz da yok…
İlk kez bir Yunan ile tanıştığım zaman, az biraz daha olgundum. Dünya tarihi ile tanışmış, farklı kültürler olduğu kulağıma çalınmıştı geçmişte. İnsanı insan olarak değerlendirme fikrine ısınmaya başlamıştım. Bir de Kürt dostum olmuştu, okuduğumu, dinlediğimi, bana öğretileni sorgulamayı öğretmişti. Aleviliği öğretenim de olmuştu, devrim türküleri söyleyenim de.
Bir Alman tanıştırmıştı bizi Yunan Vena ile, üniversite yurtlarının önündeyiz, okulun daha ilk haftası. Hiç bilmediğim bir ülkede, tanımadığım bir kültürde tutunmaya çalışıyorum. Fena halde başarısızım. Özgüven yerlerde.
Vena’nın Yunan olduğunu öğrendiğim an ne yapacağımı bilemedim. Memnun oldum nasıl denirdi İngilizce, bulamadım bile, kekelemeye başladım. Sıcacık bir kucaklama geldi karşılığında, hayatımda ilk kez gördüğüm bu Yunan’dan, merhaba niyetine. Öğrendiğim her şey Rum-Yunan hain ikilisi adına, o an sıfırlandı zihnimde. Gerisi tekrar öğrenmekti ortak kültürümüzü, sadece insaniyetin, sevginin, dostluğun önemini anlamak, Kıbrıslı Rumlar ile bir olup, ülkemizi yeniden birleştirmek çabasıydı.
Sağlamdı dostluklarımız, omuzlarımız hep yan yanaydı, inancımız çelikten. Haksızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe, ayrımcılığa karşı halâ omuz omuza devam ediyor mücadelemiz, hâla sarılıyoruz her karşılaşmamızda, sıcacık.
Yakın dostum Elena’nın oğlunu kendi yeğenim ile tanıştırmam, aynı yaşlardaki iki gençte benzer duygular uyandırmıyor. Oysa Elena’nın da ilk Türk karşılaşması benimkinden farklı geçmemiş.
‘Umut var mı?’ diye soranlara bugünlerde bu hikâyeyi anlatıyorum. Belki umuda çok susamışlığımdan, belki tek kurtuluş umudumun bu kalmasından.
Ortak gelecek için ortak mücadele, tüm milliyetçilere, tüm çıkarcılara ve tüm zorbalara karşı, omuz omuza.