“Savaş, kitaplarda ve filmlerde görülen bir kahramanlık değildir…”
Firuzan NALBANTOĞLU
Bir doktor, öykücü, heykeltıraş ve çiçeği burnunda sinemacı… Dr. Derviş Özer’in öykülerini, yıllar önce YENİDÜZEN’de Sevgül Uludağ’ın “Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler” başlıklı yazı dizisinin yayımlandığı sayfada okumuştuk. Bugün Derviş Özer, Khora Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabıyla okuyucunun karşısına çıkıyor. Khora Yayınevi’nden çıkan kitabın kapak çalışması Nilgün Güney’e, kitap kapağındaki resim ise Eda Gökçe’ye ait. Ayrıca, öykülerin kitaplaştırılmasında, Özer’i sürekli teşvik eden ve bu çalışmaların kitap haline gelmesini sağlayan kişi de araştırmacı, gazeteci yazar Sevgül Uludağ olmuş. Kitap henüz çok yeni… Çıkalı neredeyse bir hafta olmuş. Biz de bu vesileyle, Derviş Özer’le hem kitabı, hem ‘DervişÖzer’i konuşmak istedik. Sanat çalışmalarına 2000 yılından beri devam eden Özer, çocukluğunun geçtiği Kıbrıs'ta tanık olduğu olaylar nedeniyle savaş karşıtı mesajlar içeren sanatsal çalışmalar gerçekleştiriyor.
Düşman ve insan
Adres: Öncelikle, Derviş Özer’i biraz tanıyalım. Bir doktor, öykücü ve bir sanatçı… Kimdir Derviş Özer?
Derviş Özer: 1964 yılında Abohor köyünde doğdum. Çocukluğum orada geçti. Savaş yılları ve ardından üniversite… Tıp fakültesini bitirdim, kadın doğum ihtisası yaptım. Daha sonra Ankara’da evlendim ve oraya yerleştim. İki kızım var.
Adres: Heykel yapmaya nasıl ve ne zaman başladınız?
D.Ö: Resim ve heykel düşüncenin sözsüz dışa vurumudur. Ve kalıcı, etkileyici bir dışavurumdur. Heykel ve resim yapmaya başlamam, düşüncelerimi kalıcı kılmaktı. Anti militarist heykeller yaparak yarışmalara katılıyordum. Devlet resim heykel yarışmalarında sergilenmeler aldım. Amacım bütün heykellerimde ölümü, askerliği, acıları ve yokluğu (hiçliği) işlemekti. Ve bu heykellerde ana konum yine ‘analar’ oldu. Kıbrıs için özellikle ara bölgeye heykeller düşünüyorum. Kitaptaki Uzun Ali ve Costa’nın hikayesindeki oyun sahnesini tam araya, ara bölgeye yapmak istiyorum. Bir de her iki tarafın insanlarının (Şu insan olanları, savaşta sivil halkı veya askerleri ölümden kurtaranların) büstlerini yapıp, sınırda geçiş bölgelerine koymak, onların hikayelerini yazmak istiyorum. İşte o zaman Kıbrıs’ta insanlar bu isimsiz kahramanların yaptıklarını öğrenir ve unutmazlar. Ayrıca belki o zaman adam öldürmenin değil, insanlara iyilik etmenin doğru olduğunu öğrenirler. Burada bize yıllarca düşmanın insan olmadığı ve düşmanı öldürmenin doğal olduğu öğretildi.
“Korkularımı yazdım”
Adres: Heykeltıraşlık yanında sizi öykü yazmaya iten ne idi?
D.Ö: Savaşta o kadar çok olaya şahit olunuyor ki bunları yazma ve gelecek nesillere bırakma ihtiyacı duyuyorsun. Tabii birçok insan savaş üzerine yazılar yazmıştır. Bu yazıların birçoğu kahramanlıktır. Ben, sadece 10 yaşında bir çocuğun savaşını yazmak istedim. Onun gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını yazmak istedim. Annelerin düşüncelerini yazmak istedim. Birisi öldürür, birisi ölür. Ama ya kalanlar, onların duyguları ne, kimse bunları düşünmez, düşünmek bile istemez çünkü bu öyküler acıdır. Bilinçaltına itip yaşamaya devam ederler. Tamam, bilinçaltına itilip yaşamak kolaydır. Acı vermez ama acı çekenler var bu adada, babasız yaşayan çocuklar, oğlunun kemiklerini bekleyen analar var. Bu acılara ortak olup onların acılarını dindirmek zorundayız. Bazı kişiler savaşı üç beş olaydan ibaret görüp yazılarını görmek istedikleri gibi yazdılar. Bunları her iki tarafa da daha çok devlet yazdırdı ama savaş ve Kıbrıs’ta yaşananlar devletlerin yazdırdıkları değildir. Çünkü savaştırılanlar ve savaşı yaşayanların duygularına yer verilmedi. Bir bombanın düşerken çıkardığı sesi duyup ölümü bekleyenleri yazmadılar. Yıllarca oğulları eve gelecek diye kapılarını açık bırakarak uyuyan anaları yazmadılar. Evinin her köşesinde kesilmiş bir tırnak ve bir tutam saç arayanları yazmadılar. Her gün gömlekleri koklayan anaları yazmadılar. İşte bunları yazan bir avuç insana katılmak istedim. Benim de söyleyeceklerim var demek istedim. 10 yaşında bir çocukken savaşın bana ne ifade ettiğini yazmak istedim. Korkularımı, yapmak isteyip yapamadıklarımı yazmak istedim. Yanımda ölen ve öldürülen onlarca kişiyi kurtaramadım. Hiç olmazsa bugün bunların ne kadar kötü olduğunu gelecek nesillere aktarabilmeyi ve gelecekte güzel günlerin yaşanmasını hayal etmek istedim.
Adres: Kitabın ‘Teşekkür’ bölümünde, Sevgül Uludağ’dan ‘Adamızın anası olan kadın’ diye bahsettiniz. Bu çok dikkatimi çekti. Nedeni nedir?
D.Ö: İnsanların ve hayvanların anaları, evlatlarının ölüsünü ve dirisini ölene kadar arar ve bulur. Bu adanın çocukları kayıp edildi. Öldürüldü. Ve gömüldü. Tekrar çıkarıldı, başka yerlere gömüldü. Tekrardan tekrardan çıkarılıp gömüldü. Ve bir kadın ömrünü, bu adanın evlatlarını bıkmadan usanmadan tehditler alarak, yılmadan, tek tek ölen çocukların yerlerini kemiklerini aramakla geçiriyor. Bunu ancak analar yapar. Bu adanın kayıp ve ölü çocuklarını arayan bir anadır o. Bütün kayıpları sanki kendi çocuğuymuş gibi gündüz demeden gece demeden arıyor ve onları tek tek çıkarttırıyor. Kimlik tespitiyle birlikte elleriyle onları gömüyor, ölen her çocuk ve insan için o ailelerle birlikte ağlıyor. Ölen ve kayıp edilen adanın insanlarıdır. Ve Sevgül Uludağ bu adanın, bu çocukların, bu insanların anasıdır. Onları gömüldükleri yerden, öldürüldükleri yerden bulup çıkartan ve onlar için ağlayan. Bu Adanın anası olmayı hak etmedi mi?
Uludağ ve Özer
Adres: Sevgül Uludağ ile nasıl tanıştınız? Kitabın arka kapak yazısını da Sevgül Uludağ kaleme almış. Sevgül Uludağ’ın sizdeki önemi nedir?
D.Ö: Sevgül Uludağ’la tanışmam, benim onun yazılarını okuduktan sonra oldu. Bir gün ona telefon ettim ve ben de anlatacağım dedim. Beni kabul etti. Benim anlattıklarımı dinledi. Ben anlatırken ağladım. O da ağladı. Bu adanın iki insanı olarak hikayelerimizi birbirimize anlatıp ağladık. Sonra anlattığım olaylardan ipuçları bulunca benimle olayları paylaştı. Ben ona daha çok şey anlatma ihtiyacı duydum. Bir gün bana yazsana bunları dedi. Ve yazmayı denedim. İlk yazdığım yazı, ertesi gün gazetede çıkmıştı. Ve ne kadar mutlu oldum bilemezsiniz. Ve her yaşadığım olayı yazmaya başladım. Beni yazmaya teşvik etti ve hemen hemen her yazımı yayınladı. Bir gün artık bunları kitap haline getirelim dedi. Ve bugüne geldik tamamen onun gayretleri ve teşvikiyle oldu.
Kitap
Adres: Kitabın kapak resmi “Komikebirli Panayota Hanım”, Eda Gökçe’ye ait ve çok etkileyici bir çalışma. Hikayesi nedir?
D.Ö: Kitapta daha çok kayıplar ve onların öyküleri vardır. Ve orada, o resimde hala daha kayıp yakınını bekleyen bir anne var. Elbiseler ütülü ve her an oğlu gelecekmiş gibi hazır bekleyen bir bavul var. Orada bir ana var oğlunun ölümüne inanmayan. Bu resim bize Kıbrıs’ın çok acı çekmiş analarını anlatıyor. Bu kitap gibi… O yüzden kitabın kapağı bu olmalı dedik. Sevgül Hanım, Mine Balman ve ressam arkadaşlarla buna karar verdik.
Adres: Kitaba adını veren “Ona Selam Söyle” insanı çok derinden etkileyen bir öykü. Sizi bu öyküyü yazmaya iten şeyler nelerdi? Mutlaka buna benzer bir olay yaşanmıştır…
D.Ö: Kitaba adını veren öykü 4-5 yaşanmış olayın birleştirilip bir öykü haline getirilmesidir. Öyküleştirilme sırasında bazı yerler değiştirilmiştir. Ama bunun gibi birçok öykü yaşanmış ve gün yüzüne çıkmamıştır. Eminim kitap okunduktan sonra birçok buna benzer öykü gerçek olay gün yüzüne çıkacaktır.
Ölüler üzerinden siyaset
Adres: Kıbrıs’ta iki halkın yaşadığı trajediyi nasıl görüyorsunuz?
D.Ö: Kıbrıs’ta iki halka bir trajedi yaşattılar. Bunu da her iki tarafın siyaset adamları yaptı. Ama onlara bir şey olmadı, hepsi sapasağlam, hepsi mutlu. Ölüler kayıplar üzerinden siyaset yapmaya devam ediyorlar. Onlar şimdi daha kaç seçimi kayıplar üzerinden kazanacaklarını planlayıp düşünüyorlardır.
“Paylaşmak acıları hafifletir”
Adres: Çocukken tanık olduğunuz travmaları bu şekilde mi iyileştirmeye çalışıyorsunuz?
D.Ö: Evet anlatmak iyileşmektir. Eskiden geceleri kabus görürdüm, yanımda ölülerle yaşadığımı o günlerdeki kokuyu duyardım. Çöpleri dökerken, köpeklerin yiyecek beklemeleri beni ağlatıyordu. Şimdi bunları geçtim. Daha iyi bir hayat yaşıyorum, yani bunları yazmak beni rahatlatıyor. Şimdi savaşta birçok şey yaşamış insanlar bunları içinde sır olarak tutmaları onları rahat ettirmiyordur. Şunu söyleyebilirim ki paylaşmak acıları hafifletir
Adres: Bir üniversitede, Sinema Bölümü’nde eğitim aldığınızı öğrendim. Yazılmış senaryolarınız var mı? Film çekmeyi düşünüyor musunuz?
D.Ö: Bu öyküleri birileri film yapmalı diye düşünüyorum. Birçok arkadaşla da konuştum senaryo için hepsi tamam dedi ve 5 senedir bekliyorum. Bu arada onları beklerken sinema bölümünü kazanıp okula girdim ve okuyorum ve iki tane senaryoyu yazdım bitirdim. Biri uzun metraj, biri ise kısa metraj. Bu arada belgesel çekimlerim olacak, hepsi savaşla ilgili. Sinemayı keşfetmedim, babamın köyde yazlık sineması vardı. Öykülerin birinde geçer. Sabancı Ahmet’in öyküsü. Sinema öykülerimin görselleşmesini sağlayacak ve daha çok paylaşımını.