Filiz Uzun
filizuzun@yahoo.com
Son dönemlerde çevremdeki birçok kişide duyduğum, gözlemlediğim durumdur “Yalnızlık”. İyi eğitim almış, iyi işlerde çalışan, iyi paralar kazanan kişilerde de, işi olmayan, para kazanmayanlarda da, henüz reşit olamamış, okul çağlarındaki gençlerde de hep aynı dert. “Yalnız olmak”, “Yalnız hissetmek”. Hatta partneri olanlarda bile. Yalnızlık genç-yaşlı, kadın-erkek, güzel-çirkin ayrımı yapmaksızın, herkesin hayatında bir dönem mutlaka yaşadığı bir duygudur. Bu duygu anlık olabildiği gibi saatler aylar, hatta yıllarca sürebilir.
Ünlü düşünür Nietzsche “Dünyanın en eski asaletidir yalnızlık” demişti. Peki nedir yalnızlık? Yalnızlık bir hastalık mıdır? Çaresizlik midir yalnızca?
Yalnızlık, bir insanın kendini dış dünyadan uzak, kopuk ve ayrı hissetmesidir. Genellikle yalnız olmak tek olmakla aynı anılır. Eğer bu duyguya boşluk duygusu da eklenirse, arkadaş eksikliğinden, bir başkasıyla ilişki eksikliğinden daha öteye giden bir başka hal alır. Yalnızlıkla birlikte kendini boşlukta hisseden kişi diğer insanlarla ilişki ve iletişim kuramaz, kuramadıkça da yalnız kalır, bu döngü bu şekilde devam eder gider. Yalnızlık hissi duyan insanlar, terk edilme, dışlanma, güvensizlik, umutsuzluk, anlamsızlık ve değersizlik duygusu da yaşarlar. Yalnızlık duygusunun temelinde yatan esas duygu ise “korkudur”. Bu duygunun temeli bebeklik döneminde atılır. Anne-bebek arasındaki güven bağı kurulamadığında görülür.
Yalnızlık duygusu uzun sürdüğü zaman ürkütücü ve baş etmesi zor bir durum haline dönebilir. Bu sebeple bu duygusundan kurtulmak için kişi aşırı yemek yeme, alkol/madde kullanma veya depresyon gibi durumlarla karşı karşıya kalabilir. Sosyalleşmede bozulma, günlük aktivitelerini yerine getirmede zorluk, evden çıkamama, işe gidememe gibi durumlar da beraberinde görüldüğünde ise tedavi gerektirir. Yalnızlığın sanıldığı gibi tek bir etkisi yoktur ve bu nedenle yalnızlıktan korunmak ve tedavisi de duruma ve kişiye göre farklılık gösterir. Okulda arkadaşlarıyla sorun yaşayan bir çocukla, eşini yeni kaybeden bir kadının yalnızlığı aynı değildir.
Yalnızlık hissini irdelerken çocukluk çağına inmek gerekebilir. Bu nedenle irdelenmesi gereken konuların en başında ailelerin çocuklarına olan tutumları gelmektedir bana göre. Eski dönemlerde ailelerin çokça çocukları olurdu ve her çocuk ile teker teker bu kadar özel ilgilenmeleri mümkün değildi. Oysa son yıllarda birçok aile bir veya iki çocuk yapmakta ve tüm hedeflerini çocukları üzerinde yürütmektedirler. Çocuklar birer birey değil adeta birer proje durumundadır aileler için. Onlar iyi eğitim almalı, her derste başarılı olmalı ve bunun için özel derslere gitmelidir. Bunun yanında sever-sevmez, yeteneği var-yok hiç fark etmez tenis de öğrenmeli, bir müzik aleti de çalmalı hatta ilk müzik aleti mutlaka piyano olmalı, illa ki birkaç yabancı dil bilmeli. Güzel kıyafetler giymeli; en kalitelisinden. Çocuk yerinmesin, üzülmesin, eksik kalmasın. Oysa bu koşuşturma içinde eksik kalan o kadar çok şey oluyor ki çocukların yaşamlarında, anlatamam. Mesela eve gelen bir misafire hoş geldin diyemiyor çocuklar, kafalarını cep telefonlarından kaldırarak. Hasta olan komşuya geçmiş olsun demeyi bilmiyorlar. Ya da arkadaşının ölen yakını için ne demesi gerektiğini de. Annesi hasta olduğunda bir yumurta yapamıyor kendi için. Sorumluluk almak öğretilmiyor çocuklara. Merhamet etmenin ne büyük erdem olduğu da. Ağaçları bilmiyorlar mesela, hangi meyvenin hangi ağaçta büyüdüğünü de, deniz sesinin terapi gibi olduğunu da, toprakla oynamanın cep telefonuyla oynamaktan daha mutluluk verici olduğunu da. Neredeyse hiçbir şey için çaba sarf etmiyor çocuklar. Herşey önlerine hazır sunuluyor altın tepsiyle. Kızlar prenses diye seviliyor ailede, erkekler ise paşa/kral. E hal böyle olunca da gerçekten kendilerini prenses ya da kral sanıyorlar haklı olarak. Düşünsenize prenses ile kralın aşkını, kaç gün sürer sizce? Hangi prenses yemek yapar ki ? Ya da hangi kral çöp atar? Michel Foucault "Eğer bir kişi yalnız olmayı beceremiyorsa, başkalarıyla bir arada olmayı da becermez." demişti. Esas olay bu değil midir sizce de? Yalnızlıkla baş etmek. Tüm sorumluluklarını tek başına halledebilmek. Kısaca birey olmayı başarmak.
Kimsenin kimseye tahammülü yok artık. İlerledikçe çok basit duygularımızı yitiriyor olduk. Sahteleştik. Basitlikten de uzaklaştık. Kime sorsanız aradığı aşktır/sevgidir oysa. Peki kim lüks aracı olmayanı, marka giymeyeni, cebinde çok parası olmayanı sever ki? Ya da hangi erkek 90-60-90 olmayan bir kızı, hangi kız uzun boylu ve kaslı olmayan erkeği beğenir? Kaç kişi partner adayının karakterine/insanlığına bakıyor günümüzde? Oysa para da, güzellik de tüm diğer özel sıfatlar gibi bir gün uçup gidebilir insan hayatından. Kalan, kalıcı olan insanlık değil midir? Ünlü Rus şair/yazar İvan Sergeyeviç Turgenyev “Akşam yemeğine geç ya da erken gelmemle içten ilgilenen bir kadın uğruna, bütün dehamı ve tüm eserlerimi feda etmeye hazırım” demişti. Bu kadar basittir işte hayat. Sanırım basitlikten uzaklaştıkça mutsuzlaşıyor, yalnızlaşıyoruz.
Hepimizin ihtiyacı olan tek şey sadeleşmek diye düşünüyorum. En saf en temiz halimize dönmeye acilen ihtiyacımız var. İstediği kadar iyi okullarda okutulsun, koltukta uyurken üstünüzü örtmeyi akıl edemeyen insanlar yetiştiriyoruz malesef. Ağlarken elinizi tutmayı beceremeyen. Nasıl seveceğini bilmeyen gençler. Her şeyimiz sahteleşiyor. Görüntümüz de davranışlarımız da. Birçok insan karşısındakini sözleriyle, yazılarıyla, görüntüsüyle etkilemeye çalışıyor. Oysa ne hissettirdiğinizdir önemli olan. Hiç konuşmadan, hiçbir davranış sergilemeden. Davranışlarınız yanlış anlaşılabilir, söyledikleriniz de ancak neler hissettirdikleriniz asla yanlış hissedilmez. Ne hissettiyseniz inanın doğrudur.
Ne güzel söylemişti Newton “İnsanlar köprü kuracakları yerde duvar ördükleri için yalnız kalırlar”. Sevmeyi öğrenmek ailede başlar elbette okulda da devam eder. Matematik öğrenmekten değerlidir insan olmayı, insan kalmayı öğrenmek. Yitirdiğimiz değerleri geri kazanmalıyız. Sevmeyi öğrenmeli ve her şeyin sevmekle başladığını bilmeliyiz. Doğayı sevmeli insan, doğaya saygılı olmalı, doğadaki her canlıya da. En mühimi ise paylaşmayı öğrenmeli her birey. Yediği lokmayı, içtiği bir yudum suyu, bildiklerini, onun olan her şeyi.
Önce kendine dürüst olmalı, kendiyle barışık olmalı her birey. Gözünü, rengi için değil görebildiği için sevmeli insan, saçını da bedenini de. Olduğu gibi sevmeli kendini, hatalarıyla, güzellikleriyle.
Kendiniz kadar karşınızdakinin de değerli olduğunu bilmelisiniz. Karşınızdaki insan size ait değildir. Siz de onun sahibi değilsiniz. Sizinle evlenmesi için ona bunu sorduğunuzda, onun kalbinin sahibi olmak ve bunu korumak için evlenmelisiniz. Kalp, emanet edilecek en önemli, en kutsal hazinedir. Ayrıca birlikteliğiniz boyunca sürekli değişeceksiniz, onunla birlikte olduğunuz süre boyunca aynı insan olarak kalmanız mümkün değildir. Hatta birkaç sene sonra ikiniz de aynı insan olmayacaksınız. Değişim kapınızda; ikinizin de her gün birbirinizi yeniden seçmeniz için nedenleriniz olmalı. Özen bir anlık, bir günlük değildir, kendinize de karşınızdakine de özen göstermelisiniz. Onun yanlışlarını görmek yanlışlarını düzeltmek sizin işiniz değildir. Sizin işiniz onu sevmektir. Değiştirmeye çalışmadan. Esas olan sözler değildir sözlerin arkasında saklı olan duygulardır. Duyguları anlamaya çalışmalısınız. Zayıflıklarını değil, zayıflıkların arkasında hissettiği duyguyu anlamaya çalışmaktır sevmek. Üzüldüğü şeyleri ortadan kaldırmak da sizin işiniz değildir. Üzgün olduğunda yalnız olmadığını, onun sizin için ne kadar değerli olduğunu hissettirmektir beceri. Zaman ayırmak değildir mesele yanındayken ruhunuzu ve dikkatinizi de verebilmektir.
Yalnızlık bir seçim ve tercih de olabilir elbette. Tek başınalık son zamanlarda birçok insanın tercihi olabilmektedir. Tek başına da mutlu olan birçok insan var. Kişi, birileri ile birlikte bir şeyler yapmak yerine kendi başına yapmayı tercih edebilir. Bu durum istenildiği anda sonlandırılabilir. Yalnızlığı seçmenin bir çok nedeni var elbette. Travmalı ilişkiler, yorucu meslekler, kentsel yaşam… daha bir çok şey sayılabilir. Ya da bazen sadece dinlenmek, ruhunu ve bedenini dinlendirmektir tek amaç.
Kişinin kalabalıklar içinde kendini yalnız hissetmesi en kötü yalnızlıktır. Sevdiği kişinin yanında (ikili yalnızlık) da kendini yalnız hissetmek zor bir durumdur ve tek başına olmaktan bin kat daha yıpratıcıdır insan ruhu için. Yalnız hissettirene kızılır, düşman olunur, ondan intikam almak istenir. Ayrıca insanı mutlu rolü yapmaya iten bir durumdur ki bu sahte yaşamlar, bir süre sonra kaldırılamaz hale gelir. Oysa yalnızlık kişinin kendi içindedir. Çevresinde olan ya da olmayan kişilerle ilgisi yoktur. Böyle duygular hisseden kişiler dış dünyaya açılmakta zorlandığından/yapamadığından kendilerini sanal alemdeki sohbetlerde bulurlar son dönemlerde. İkili yalnızlık yaşayanların hayalleri, arzuları ne tuhaftır ki “yalnız olmak”, “tek başına kalmak”tır. Buradaki yalnızlık özgür olmak özgür hissetmekle eş tutulur. Oysa en sağlıklı ilişkiler özgür bireylerin ilişkileridir. Birlikteliklerde bunu başarmaktır esas olan.
Yalnız kalmamak için mutsuz hayatlar yaşayanlar da çoktur günümüzde. Alışılmış dünyadan çıkamama hali. Elindekileri yitirme korkusu, elalem ne der kaygısı, çok sevdiği kişileri üzmeme telaşı. Beni en çok yaralayan da bu hayatlardır.Yalnızlıktan korkanlar da var tabi. Yalnızlıktan korkmanın nedenleri ise; kendi ile başbaşa iken iç sesinden hoşnut olmama, kendiyle barışık olmama, değişimden korkmaktır. Ya da yalnız da neler başarabileceğini bilmemek. Hayatı boyunca sorumluluklardan kaçanlarda bu çok da normaldir esasında. Kendi gücünü tanımamak.
Yalnızlığa bakış, içinde yaşanılan toplumdan topluma da değişim göstermektedir. Örneğin batılı toplumlarda bireyselleşmeyi çağrıştırdığı için onay ve kabul görürken doğu toplumlarında acınası bir durum olarak yorumlanabilmektedir.
İnsan yalnız kalmaya alıştığında değil de hayatını yalnız sürdürebilmeyi becerebildiğinde olgunlaşır ve bireyselleşir. İşte o zaman başka bireylerle sağlıklı iletişim ve ilişkiler kurabilir ve hayatına anlam katabilir. Ailelere düşen en önemli görev de sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmektir.
Yalnız olmak korkulduğu kadar da kötü değildir aslında. Hatta çok güzel yanları bile vardır. Biriyle birlikte yaşayanların da hep özendiği şeylerdir bunlar. Bu durumu iyi değerlendirmek gerekir. Örneğin daha üretken olur tek başına olan kişiler. Engelleyen, dikkat dağıtan yoktur etrafta. Özgürsün. Dilediğin yere, dilediğin saatte gidebilir, dilediğinle birlikte olabilirsin. Tartışma yoktur mesela. Her kararı kendin alırsın ve bu bir yanlış kararsa eğer kimseye kızamaz, erken kabullenirsin. Daha az işin olur, daha az yorulursun. Kendine daha çok zaman ayırırsın. Daha çok sosyalleşir daha çok arkadaş edinirsin.
Bukowski’nin en sevdiğim ve benim de yaşam felsefem olan sözüyle kapatmak istiyorum yazımı “Yalnız olmak yanlış bir kalpte olmaktan iyidir".