Bir siyasi düzeni içerden veya dışardan, “halkın iradesini yok sayarak” müdahale ile değiştirme ve dönüştürme eylemine siyasi darbe denir. Bunun için, çeşitli enstrümanlar kullanılabilir. Soğuk savaş döneminde darbeler, ağırlıklı olarak askeri yöntemler kullanılarak yapılırken bugün çok farklı araçlarla gündeme geliyor. Belli bir hedef doğrultusunda, seçmenin oyunu büyük maddi karşılıklar ile değiştirmek ve/veya susmasını sağlamak ve/veya baskı uygulamak ve/veya şantaj ve tehdide yönelmek gibi. Gerekçesi her ne olursa olsun, ister ülke içinden isterse ülke dışından yapılsın, bu ve benzeri eylemlerin tümü müdahaledir, darbedir ve anti demokratiktir. Bir halka karşı yapılacak en büyük saygısızlıktır.
Bu tür süreçlerde hükümetlerin nasıl oluşacağı, Başkanların kim olacağının önemi, uygulayacağı siyaset ile ilgilidir. Yoksa hiçbir güç durduk yere, böyle bir eyleme girişmez. Örneğin Türkiye 12 Eylül 1980 askeri darbesi, neoliberal politikaların hayata geçirilmesi için eşsiz bir faşist darbedir. Yine 11 Eylül 1973 tarihinde, sosyalist başkan Salvador Allende'nin devrilip General Pinochet'in iktidara gelmesi için askeri darbe yapılmıştır. Bu darbeyle dünyanın seçimle başa gelmiş ilk sosyalist hükümeti devrilmiş ve yerine 17 yıl sürecek bir diktatörlük kurulmuştur. Kan dökülmüş, ülkeyi sol ve demokratlardan temizlemek için, ağır işkenceler tezgahlanmıştır. Darbelerde amaç ülkedeki siyasal ve ekonomik sistemi yeniden düzenlemektir, yeni bir statüko kurmaktır.
Herhangi bir darbede esas hedef, direnen, halktan yana bir düzen kurmak isteyen solcular, demokratlar, yurtseverler olsa da, sonuçta tüm toplum, tüm toplum örgütleri bu girişimden olumsuz etkilenir. Çok küçük bir azınlık hariç…
Müdahale ile darbe arasında bir fark var mı? Elbette vardır. Darbe, sonuç odaklıdır. Darbe genelde sonuca ulaşır. Müdahale süreçle ilgilenir, sonuca kısmen ulaşır ya da ulaşamayabilir. Bir müdahalenin amacı her zaman yeni bir statüko kurmak olmayabilir.
* * *
1980’li yıllardan beri, TC Büyükelçiliği üzerinden Kuzey Kıbrıs’taki siyasi yapıya doğrudan müdahale yapılmakta, buradaki siyasi düzen, Ankara rejiminin beklentisi doğrultusunda değiştirilmeye çalışılmaktadır. Ekonomik sosyal ve hatta siyasal alanın, kendi beklentileri doğrultusunda düzenlenmesi için de başta UBP ve iş dünyası üzerinden olmak üzere içimizden siyasi, sosyal ve ekonomik aktörler ile işbirliği yapılmaktadır.
CTP, TDP, TKP, YKP gibi sol partiler ve örgütler yanında aydınlar doğrudan hedef olmakta, hükümet ve Başkanlık düzeyinde beklentileri karşılamaya yakın kişiler desteklenmekte, bu yönde caydırıcı veya destekleyici müdahaleler yapılmaktadır.
2000’li yıllar ile sadece çözüm süreci ile dünyaya açılan ve kendini kabul ettiren bir toplumsal kimliğe değil, dünyaya açıldıkça demokratik değerleri içselleştiren bir ortama kapı açıldığını görüyoruz.
2010’lu yıllarda Türkiye’deki iktidar koalisyonu, aşırı milliyetçi, anti demokratik ve hatta yayılmacı bir siyasete dönüşürken, ilk on yıllık dönemdeki (2003-2013) Avrupa Birliği değerleri artık, tutunulacak dal, izlenilecek yol olmaktan çıkıp bir ötekine, bir nefret öğesine dönüşüyordu. Artık yeni bir AK parti vardı ve devlet parti bütünleşmesi ile kurulan yeni düzen, sadece Türkiye’de değil bölgedeki tüm ülkeleri de etkilemeye başlamıştı. “Türkiye’de ne olacaksa KKTC’de de olacak” söylemi aslında sıradan, gelişi güzel bir ifade değildi. Stratejik Derinlik kitabının yazarı ve şu anda Gelecek Partisi Başkanı olan Davutoğlu’nun Kıbrıs’ta bir Kıbrıslı Türk olmasa da Kıbrıs bizim için stratejik anlamda önemlidir, ifadesinin de altı çizilmelidir.
Bu görüşler bize, AK Partinin, Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi iradeye değer vermediğini ve hatta Kıbrıslı Türklere güvenmediğini göstermeye yeter.
2016 - 2019 hükümetlerimizin bozulması da, bundan öncekiler gibi yapılan müdahaleler ile gerçekleşti. Müdahalede kullanılan farklı siyasi aktörleri bir yana bırakalım, müdahale yapılanların sesini çıkarmaması demokrasinin gerilemesi adına üzerinde durulması gereken bir konudur.
2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda Sayın Tatar’ın kazanması için yapılan müdahalenin, bugün de devam ettiği bir gerçektir. Artık bu eylemi müdahale değil, yumuşak darbe olarak nitelendirmek isterim. Yumuşağı da sert olmayan anlamında kullanmıyorum. Müdahale ve darbe için kullanılan enstrümanlar bağlamında yazıyorum.
Çözüm yanlılarının Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesi için çok planlı bir çalışma yapıldı. Bu çalışmaya UBP milletvekilleri bizzat katılarak, birinci turun şekillenmesinde rol aldı. Bölge bölge, kapı kapı yapılan çalışmalar, Ankara’dan gelen ekibi tarafından denetlendi, yönetildi. Belediyeler, dernekler, örgütler, spor kulüpleri, iş dünyası ile tek tek “ilgilenildi”.
Özgür Kıbrıs sitesinde yayınlanan fotoğraflar müdahaleyi açıkça ifşa etmekteydi. Orada Sayın Hasan Taçoy, müdahale ekibi ile açıkça görüntülenmişti. Bu kişiler öyle teknik eleman falan değil, doğrudan siyasi sorumluluk taşıyan kişilerdi.
Bir öncesinde bilinçli bir şekilde basına servis edilen ve size “göstere göstere” müdahale ediyoruz mesajı iletilen TC Büyükelçisinin Beyaz Evde UBP’li Milletvekilleri ile yediği yemek de bir müdahale gösterisiydi.
Tüm bunlar ve daha niceleri…tehditler…baskılar…
* * *
Kıbrıslı Türklerin demokrasi olmadan yaşamasının mümkün olamayacağı, demokrasi adına her türlü müdahaleye karşı durulması gerektiğini yazıp, söylüyoruz. Uzun bir süredir. Bu konuda Kıbrıslı Türk seçmeni kadar, siyasiler de sorumlulukla davranmalı ama siyasetini özgürce yapmalı diyoruz. Eğer AK Partinin beğenip beğenmeyeceği bir söylem üzerinden siyaset yapmaya çalışırsanız, bu toplum sizden kopar gider. Arada kalırsınız, ezilirsiniz. Peki, bu siyaseten kimliksiz duruş toplumu korumak mıdır ? Hayır değildir.
Sürekli yazıyoruz. Toplumu korumak demek demokrasiye sahip çıkmak, demokrasi için her türlü cesaretli adımı atmak demektir.
* * *
Özellikle seçim döneminde, yapılan müdahalelere sessiz kalındı. Özellikle Sayın Akıncı’ya AK Parti tarafından tehdide varan müdahalelere ses verilmedi. UBP’ye yapılana da verilmiyor. Geriye ne kaldı ki?
Toplumun yarısının seçimlere gitmediği bir coğrafyada, anlamsızlaşan bir siyasetin bizi bir yere taşıyacağını mı düşünüyoruz? İmkansızdır.
* * *
Peki hedef nedir ?
Başkanlık sistemine geçiş; yargı sisteminde değişiklik ve Adalet Bakanlığının kurulması; son kalelerin özelleştirilmesi; Kıbrıs sorununda çözümden ve özellikle Federasyondan tamamen uzaklaşma. Bunun için de demokrat, sol sendikaların, aydınların ve örgütlerin yok edilmesi.
* * *
Bugün bir darbe süreci içerisindeyiz. Bitmiş değildir. KKTC’de kararları halk adına temsilcileri vermeyecekse, siyaset bitmiş demektir. Sürdürülen siyasetin sonuna gelmiş durumdayız. Bu durum hakim siyasetin sefaletidir.
Kıbrıs Türk halkına saygı duyulmayan hiç bir adıma ortak olunmamalı bu noktada. Ve duruş ve direniş göstermeden de, yaralar sarılamaz.
Demokrasi, kime yapılırsa yapılsın her türlü müdahaleyi dışlayarak gelişir, yeşerir. Demokrat ve yurtsever güçlerin bu noktada görevi kime yapılırsa yapılsın, rakipleri de dahil olmak üzere, her türlü müdahaleye açıkça karşı çıkmaktır, görmezden gelmek değil. Bu kadar zor, bu kadar sorumlu bir görevi vardır solcuların, yurtseverlerin.
Bunu yapmamak bizi savurur. Yapmak yüceltir, kazandırır.