Feminist Atölye (FEMA)
Kıvırcık Keziban
Ladies first! Ne büyük bir kibarlık sunumu... Bu sunumu duymayan kadın ya da söylemeyen erkek var mıdır acaba? Bazı erkekler, kapılarda öncelik verirler size, ne kadar düşünceli olduklarını göstermek istercesine. Kasıla kasıla da ardınızdan yürürler. “ Sana yol verdim, önden buyurun” tavrı. Artık unutmaya başladığımız bir kibarlık sunumu mu, yoksa gücü elde tuttuğunu hissettirme yöntemi mi?
Sunay Akın’ın “Önce Kadınlar ve Çocuklar” adlı romanından etkilenerek düşünmeye başladım kibarlık, koruyuculuk ve kollayıcılık rolündeki erkeği. Kitap başarılı bir araştırma örneği. “Önce Kadınlar ve Çocuklar”, genelde gizemli deniz hikâyelerinden, özelde de yüreğime daha çok dokunan duygu yüklü, batık gemi hikâyelerinden oluşuyor. Kitap, gözünüzün önünde kişilikleri canlandırabileceğiniz gerçeklik ve sürükleyicilikte. Döneminin iz bırakmış gemileri, gemicileri, hatta yolcuların bazılarının gemi seyahatlerinden kesitlerinin aktarıldığı çok dikkatli ve titiz bir çalışma. Ancak ilginç bir detay da var kitapta. Gemi isimlerinde rastladığımız birkaç kadın ismi dışında, hikâyesi anlatılan, başrolü kapan tek bir kadın kahraman yok. Her ne kadar bazı hikâyeler kadın karakterle başlasa da, çok geçmeden konu dönüp dolaşıp bir erkeğe bağlanıyor ve hikâyeyi başlatan kadın, erkeğin yaşanmışlıklarının parçası, destekleyicisi ve hikâyede tamamlayıcı bir figür durumuna düşürülüyor. Denizcilerin hikâyeleri, gemideki yolcuların hikâyeleri, batan gemilerin hikâyeleri...
Çok duygusal bir hafta geçirdiğimi itiraf etmeliyim bu kitapla. Duygusal, aynı zamanda hayal kırıklıkları ile dolu bir hafta. Çünkü gerçekçiliği ile hem doğrudan, hem de duygusal bir denizde sizi dolaştıran kitapta, adına yakışır kadın veya çocuk hikâyelerine rastlamanız mümkün değil. Kitap, kadın ve çocukların kurtarıldığını da anlatmıyor aslında. Batan gemilerdeki ilk feryatların sahiplerini, zayıfları, ölümden daha çok korkanları anlatmak için kullanılmış kitabın ismi. Kitap boyunca hep bir ümitle yol alıyorsunuz o duygu denizinde. Belki bundan sonraki, belki bundan sonraki diye. En sonunda anlıyorsunuz boşuna bir beklenti içinde olduğunuzu. Ama biraz geç kalıyorsunuz. Kitap o kadar sürükleyici ki ancak son hikâyeyi okuyup bitirince “Başka kalmadı... Kadın kahraman yine yok...” diye düşünerek ve üzülerek kapatıyorsunuz kitabın kapağını. Benim yaptığım gibi.
“Önce Kadınlar ve Çocuklar”... Neden? Batan gemilerdeki ilk feryatların sahipleri, zayıflar, ölümden daha çok korkan kadın ve çocuklar! Gemiden tahliye edilince ne olacak sizce? Kadınlar ve çocuklar gemiden kurtarılıp güçlüler/erkekler gemide kalınca ne olacak? Daha iyi mi yüzecekler kurtulmak için? Daha az mı korkacaklar gemi batarken? Daha az mı değerli erkeklerin hayatları kadınlarınkinden? Çocuklar ve kadınlar korunmalı da erkekler gemide kalıp boğulmalı mı yani? Sakın bunu da bir kibarlık sunumu olarak tasarlamayın bana. İnanmayacak kadar büyüdüm artık.
Bir gemide, denizin ortasında, insanın/erkeğin değil, suyun hâkim güç olduğu bir ortamda, kadın ve erkek, hayatta kalmanın mücadelesi ve telaşındadır. Böyle bir anda, genellikle güç sunumu olarak ortaya çıkan kibarlık, başka bir bahara ertelenmiştir. Yaşanacak böylesi bir anda öncelik konusunda ayırabileceğim sadece çocuklar. O konuda çok güçlü koruyuculuk kalkanım var. Ancak konu erkek ve kadın olunca, böyle bir anda her bir bireyin hayatta kalma hakkı, eşit olmalı ve bu hak, bir kibarlık sunumu içersinde başkasının hayatı pahasına yapılmamalı. Yapıldığını da çok sanmıyorum aslında. Yüzyılların getirdiği birikimle belki de ilk toplumsal işbölümü döneminden kalma ve erkeği kadından daha öne çıkaran, kadının koruyucusu olma sıfatını erkeğe veren, kanıksanmış kurallarda tıkılıp kalmamalı hiç kimse. Yaşama hakkı, cinsiyet gözetilerek belirlenmiş bir hak olmadığına göre, gemiden atlama sırasını da bırakalım cinsiyet belirlemesin. Ben kendi adıma söz veriyorum: Bir gün bir gemiden kaçmak zorunda kalırsam, hakkımı güçlü bir erkeğe devredeceğim.
Kitabın ismine takılıp kaldım ben... Dokundu mu acaba? Ben çok mu güçlüyüm yoksa? Ve güç, bana reddetme hakkı mı veriyor? “Önce Kadınlar ve Çocukların” batan gemileri anlatan kitapların ismi olması veya batan gemilerde duyulacak ilk cümlenin olmasına karşı çıkmak çok başka bir şey mi yoksa? Yoksa yüzyıllardır süren bir toplumsal baskı ile oluşan yapıya ve güce, başkaldırı mı?
14. ve 15. yüzyıllarda Avrupa, savaşlar, veba başta olmak üzere salgın hastalıklar ve ekonominin zayıflığı nedeniyle çok kötü duruma düşmüştü. İnsanlar buna bir anlam veremiyor ve bunun tanrının kendilerine verdiği bir ceza olduğunu düşünüyorlardı. 15.yy sonuna gelindiğinde günah keçisi olarak “cadılar” seçildi. Tamamen masum olan bu kadınlar sadece değişik yönleri olduğu için suçlanıyor, suçlarını itiraf edene kadar işkenceye tabi tutuluyor, sonra da yakılarak öldürülüyordu. İddia odur ki, bu dönemde her üç kadından biri cadılıkla suçlanıp yakılmıştı. Oysa ilkel toplumlarda kadınlar toplumsal işbölümünün onlara yüklediği sorumluluk gereği bitkileri iyi tanımış ve bitkileri kullanarak hastalıkları tedavi etmeyi öğrenmişlerdi. O dönemde önemli bir kurum olan şifacılık kadına toplum içerisinde hem saygınlık hem güç kazandırmıştı. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkması ile şifacılık “cadılık” olarak anılmaya başlandı. Çünkü hastalıkları iyileştirmek tanrıya mahsustu. Güç, el değiştirmiş “tanrıya” geçmişti. Günümüz, cadı avının yaşandığı bir dönem olmasa da güç odaklarının toplumu istedikleri gibi dizayn etme anlayışı değişmiş değil. Kadına biçilen roller, gücü içermiyor. Kadınlar her ne kadar da, kendilerine biçilmiş bu roller yığınıyla baş edebilmek için insanüstü güçle çalışıyor olsalar da, güçlü ve hâkim konumda hep erkekler oluyor. Konuyu çok dağıtmadan ben yine de gemime döneyim. Galiba en iyisi, gemilerin hiç batmaması. Çocuk, kadın, erkek... Kimsenin boğulmaması... Böylesine duygusal hikayeleri yazacak malzemenin hiç bulunmaması. Gerisini, yüzyıllardır süren bu yapıyı biz zaten değiştireceğiz. En güzel günlerinizin bundan sonra yaşayacaklarınızın olması dileğiyle...