Tufan Erhürman
“Siyasetle uğraşan” bazı insanların, toplumu ya da sistemi değiştirmek, “daha iyi bir toplum”, “daha iyi bir sistem” kurmak için en ufak bir projeye, hatta arzuya sahip olmadıklarını fark ettikçe, kendi kendime, “Peki neden” sorusunu soruyorum durmadan. Öyle ya, bu ülkede genellikle yapıldığı şekliyle “siyasetle uğraşmak” hiç de kolay bir iş değil aslında. İnsanın tüm vaktini, enerjisini alan, onu, “yanlış” diyeceği şeylere doğru, “doğru” diyeceği şeylere yanlış demek zorunda bırakan bir uğraş bu. Yurdum siyasetçisi, vaktinin önemli bir kısmını kahvehanelerde, meyhanelerde geçiren, ailesine, dostlarına, sevdiklerine, yaptığı işin olmazsa olmazı olsa da iki satır bir şeyler okumaya vakit ayırmayan, en saçma sapan yorumlara kafa sallayan, en kabul edilemez talepleri geri çeviremeyen, bunlara tepki gösteremeyen bir tür robota dönüşüyor zamanla. Böyle bir hayatı “tercih eden” insanın özverisinden, kendinden verdiğinden kim kuşku duyabilir?
İşte benim “peki neden” sorum tam da bu noktada anlam kazanıyor. Bir ideali gerçekleştirmek, yaşadığı toplumu ve onun tabi olduğu sistemi değiştirmek için özveride bulunan, kendinden veren insanı anlamak mümkün elbette. Ama böyle bir ideali ya da amacı bulunmayan kişi neden bu kadar çok özveride bulunmak, kendinden, ailesinden, dostlarından bu kadar çok zaman çalmak ve bu kadar sabır göstermek zorunda hissediyor kendini? Üzerinde belki gereğinden fazla düşünmüş olsam da, psikolojinin yardımıyla, her defasında yalnızca bir yanıt verebiliyorum bu soruya.
Nasıl yeme, içme, cinsellik gibi ihtiyaçları varsa insanın, kendini önemli değerli, saygın hissetmek gibi bir ihtiyacı da varmış psikologlara göre. Aslında felsefenin de yardımıyla anlayabiliyorum bu tespiti, insan sadece bir “hayvan” değil, “sosyal bir hayvan” olduğuna göre, toplum tarafından kabul edilmenin, onaylanmanın, takdir edilmenin onun için önemli olmasında anlaşılamayacak bir şey yok.
Bu durumda dikkatlerimizi, “sosyal bir hayvan” olduğu için, bu tip ihtiyaçlara sahip olması doğal olan siyasetçiden topluma çevirmek gerekiyor galiba. Herhangi bir ideali, toplumu ve sistemi bu ideal ve ondan türeyen değerler üzerinden değiştirmek gibi bir amacı olmayan siyasetçinin, toplum içinde saygın bir konum elde etmek, takdir edilmek gibi siyasetin amaçlarıyla değil, “sosyal hayvan”ların ihtiyaçlarıyla açıklanabilecek hedefleri olmasını, kabul etmek değilse bile, anlamak mümkün. Kabul etmek bir yana, anlamanın da mümkün olmadığı şey toplumun, idealler ve değerler değil, saygınlık elde etmek uğruna siyaset yaptığı gün gibi aşikar olan siyasetçinin ihtiyacını gidermek konusunda neden bu kadar istekli olduğu. Sanırım biraz daha basitleştirmekte yarar var bu cümleyi. O zaman şöyle soralım soruyu. Herhangi bir kamusal ya da toplumsal amaç, herhangi bir ideal ya da değer için değil tamamen egosunu tatmin için “siyaset yapan” ve sonuç olarak, belediye başkanı, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı vs. olan bir siyasetçinin takdir edilme, saygı görme ihtiyacını neden karşılar bir toplum?
Sanırım çoğu zaman ikisi de doğru olan iki ayrı yanıtı vardır bu sorunun. Üzülerek söylemek zorundayım ki birincisi biraz zekayla ve eğitim düzeyiyle ilgilidir. Her şeyden önce burada sözü edilen eğitimin, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, yüksek lisans, doktora gibi aşamalarla ilgili olmadığını vurgulamak gerekir. Benim açımdan eğitim, insanın soru sorabilmesini, şüphe duyabilmesini, meselelere eleştirel ve mantık dizgesi içerisinde bakabilmesini, muhakeme yapabilmesini, kısacası aydınlanmasını sağlayan bir süreç. Yukarıda sözü edilen aşamalar günümüzde maalesef bu sürece çoğu zaman katkı yapmamakta, hatta zaman zaman bu süreci sekteye uğratmaktadır.
İkinci yanıt ise sanırım zeka ya da akıl eksikliğiyle değil, dahası belli bir tür aklın (araçsal aklın) fazlasıyla gelişmiş olmasıyla ilgilidir. Bu durumda toplum, aslında yukarıda sözü edilen tipteki siyasetçilere hakiki bir saygı duymamakta, yüreğinin derinlerinde onları takdir etmemektedir. Ancak toplumun siyasetten ya da siyaset yapmaktan anladığı da özünde o tip siyasetçilerin anladığından farklı değildir. Siyasetçiler, elde edecekleri makamlar, siyasetçileri destekleyenler de onlar sayesinde elde edecekleri menfaatler aracılığıyla takdir edilmeyi beklemektedirler. Çünkü bu ortamda sadece “baş ol da istersen soğan başı ol” anlayışıyla değil, “becer de bal yala” anlayışı da hakimdir. Yani siyasetçi ne pahasına olursa olsun bir makam elde ettiğinde, bireyler de hangi yolla olursa olsun bir yakınlarına istihdam olanağı, ihale, para, vs. sağladıklarında saygı görmektedirler.
Hülasa, “sosyal bir hayvan” olan insanın, saygı görme, takdir edilme gibi ihtiyaçları ortadan kalkmayacağına göre, yapılabilecek tek şey, toplumun bireyleri takdir etme ve onlara saygı duyma kriterlerini değiştirmektir. Toplum, bu kriterleri, yıllar, hatta on yıllar içinde geliştirdiğine göre, bunları kısa vadede değiştirmek kolay ulaşılabilecek bir hedef değildir. Bu uzun erimli uğraşta, siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine, medyaya, entelektüellere ve tek tek bireylere çok iş düşmektedir.
Not: Bu yazı 13 Ocak 2012’de ‘adres kıbrıs’ta yayınlanmıştı.