Ekonomist Prof. Dr. Mustafa Besim, UBP-HP hükümetinin pandemi sürecindeki yaklaşımlarının yarattığı belirsizlik ve öngörüsüzlüğün Kıbrıs sorununun yıllardan beridir yarattığı belirsizlik ve olumsuzluğu geçtiğini söyledi.
“Günün sonunda bireyler Kıbrıs sorununu bir veri olarak kabul edip tüketimini, yatırımı ve diğer kararları ona göre alıyor. Ama bu dönemde yaratılan karmaşa, tutarsızlık ve ciddiyetsiz karar ve tavırlar bireyleri en temel ihtiyaçları konusunda bile karar almakta zorladı” diyen Prof. Dr. Besim, hükümetin ileriye yönelik öngörü, planlama kapasitesinin çok zayıf olduğunu kaydetti.
Hükümetin pandemi krizindeki ekonomik yaklaşımının yanlış olduğunu da ifade eden Prof. Dr. Besim, devletin krizlerde desteği ve finansmanı sağlarken, krediden çok hibe yöntemlerine başvurmasının önemine vurgu yaptı.
Doğu Akdeniz Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Fakültesi, Bankacılık ve Finans Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Besim, yüksek öğretimde geriye düşüş olması, öğrencileri kayıt yapmaması durumunda toparlamanın çok zor olacağına dikkat çekti. Prof. Dr. Besim, “Bir yerin ismini yapmak için 10-15 yıl uğraşırsınız ama bu gibi durumlarda öğrencilere güvenceyi veremediğinizde kaybedersiniz. Bunu yeniden toparlamak çok zor olacak. Hükümet ‘toparlayacağız’ diyor, ben zor görüyorum ama bu konuda yanılmak isterim” diye konuştu.
“Yönetim sorunumuz var”
Soru: Mart ayında COVİD-19 vakaları çıkınca kapandık, o dönemde pek çok sektör durdu, sıkıntı yaşadı. Temmuz’da yeniden açıldık ama beklenen olmadı. Sorun neydi?
Prof. Dr. Besim: Mart’ta kapanmamız mecburi bir kapanmaydı, yapılması gereken bir şeydi. Kapanma sürecinde aslında hükümet edenlerin açılmaya yönelik sıkı bir hazırlık yapması gerekirdi. Sonuçta bu bir krizdir, beklenmedik bir şoktur. Bu krize karşı ekonomiler, özellikle bizim gibi zayıf ekonomiler çok hızlı cevap veremeyebilir. Kapanma bize hazırlanma, planlama yapma imkanı sağlamıştı ama ne yazık ki biz o hazırlığı gerektiğince yapmadık. Aslında hükümetlerimizin kısa, orta, uzun vadeli planlama anlayışı, kültürü gelişmemiştir. Bizde proaktif yerine, yaşanan olaylara göre reaktif politikalar üretme kültürü var.
Kuzey Kıbrıs ekonomisi yüksek oranda yurtdışı talebe yani turizme ve yüksek öğretime dayalıdır. Dolayısıyla kapanma bu sektörlere, ilk etapta turizm, olan talebin azalması demektir. O yüzden bizim, diğer ülkelere göre daha fazla planlama yapıp, açılmayı kontrollü ve düzgün başarmak için hazırlık yapmamız gerekirdi. Hükümet ilgili paydaşlarla da çalışarak, yaz için kısa vadeli ve sonbahar ile kış için de, bizleri 2021’e taşıyacak orta vadeyi de içeren bir eylem planı hazırlamalıydı. Bu süreçte muhalefet de hükümete destek vermeye hazırdı. Ne yazık ki bunu yapmadık. Yapmadığımız için de bazı baskı, telkin ve gelişmelere göre adımlar atıldı ve bu adımlar işe yaramadı, turizme bir faydası olmadı. Kısmi açılmada yaşanan başarısızlık daha da kötüsü yüksek öğretime yönelik hazırlıkları da berhava etti, 2020-2021 güz dönemi için adaya gelmeyi planlayan öğrencilerin gelişlerini riske attı.
Burada net bir şekilde bir yönetim sorunumuz vardır. Bu hükümetin pandemi sürecindeki tavırları, aldığı kararlar, yaklaşımlarının yarattığı belirsizlik ve öngörüsüzlük, Kıbrıs sorununun yıllardan beridir yarattığı belirsizlik ve olumsuzluğu geçti. Günün sonunda bireyler Kıbrıs sorununu bir veri olarak kabul edip tüketimini,yatırımı ve diğer kararları ona göre alıyor. Ama bu dönemde yaratılan karmaşa, tutarsızlık ve ciddiyetsiz karar ve tavırlar bireyleri en temel ihtiyaçları konusunda bile karar almakta zorladı. Bu durum hane halkından tutun da işletmelere ve onların çalışanlarına kadar tüm kesimleri olumsuz etkilemiştir.
“Hükümetin ileriye yönelik öngörü, planlama kapasitesi çok zayıf”
Soru: Turizm ve yüksek öğretim konusunda neler yapılmalıydı?
Prof. Dr. Besim: Hükümetin ilk etapta turizmi çok başarmasını beklemezdim, o biraz zor ama o da bir ölçüde olsun başarılabilirdi. Küçük ada olmamız aslında bize güvence veriyor, açılmayı Güney Kıbrıs gibi kontrollü başarabilseydik, turizmden de bir miktar dönüş alabilirdik.
Beni daha fazla endişelendiren konu, yüksek öğretimle ilgili hiç bir planın yapılmamasıdır. Bu eylem planının alternatifli senaryolarla hazırlanması lazımdı. Eğitim tatile gitmek gibi değildir. Aileler belli bir sürede topladıkları bilgi ve donelerle, çocuğun performansına göre ve ona sunulan alternatiflerle karar verir. Ağustos’tan itibaren hükümet önderliğinde, Sağlık Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı’nın üniversitelerle birlikte alternatifli eylem planı hazırlamasını beklerdim. Yaklaşık 40 bin öğrenci, 4-5 haftada, programlı bir şekilde, hangi uçuşlarla, nasıl gelecekler, transferleri hangi bölgelere nasıl yapılacak, üniversiteler bu öğrencileri hangi yurtlarda misafir edecek? Toplum sağlığını tehlikeye atmadan bunun nasıl yapılacağına dair bir eylem planı hazırlayıp uygulayabilirdik. Şimdi DAÜ dahil, bazı üniversiteler öğrenciler ve ailelerden gelen telkinler ve yaşanan gelişmeler sonucunda, önce sağlık olduğu için risk almak istemedi ve tamamen online yani çevrimiçi eğitime karar verdi.
“Yeniden toparlamak çok zor olacak”
Hükümetin ileriye yönelik öngörü, planlama kapasitesi ne yazık ki çok zayıftır. Böyle olduğu için bu günlere geldik. Bu hükümetin yarattığı belirsizlikler, Kıbrıs sorununun yarattığı belirsizlikleri geçti. Başbakan geçen hafta Lefke’ye gitti ve oradaki esnafa öğrencileri getireceğini söyledi. Sonra DAÜ’ye gitti ve benzer bir girişim başlatıyor ama artık çok geç. Eylül’ün sonuna geldik, herkes büyük ölçüde kararını verdi. Senato bir karar aldıktan sonra siyasi baskılarla bunun değiştirilmesi hoş değil. Keşke kapsamlı eylem planı Ağustos sonunda tamamlanmış olsaydı. Devlet hizmeti vaktinde sunmalıdır. Yüksek öğretimi kaybetmek gerçekten çok büyük bir başarısızlıktır. İşin kötüsü, yüksek öğretimde bir geriye düşüş olursa, öğrenciler kayıt yapmazsa, gelmezse bunu toparlamak çok zordur. Bir yerin ismini yapmak için 10-15 yıl uğraşırsınız ama bu gibi durumlarda öğrencilere güvenceyi veremediğinizde kaybedersiniz. Bunu yeniden toparlamak çok zor olacak. Hükümet “toparlayacağız” diyor, ben zor görüyorum ama bu konuda yanılmak isterim.
“İthalat %42 geriledi”
Soru: Şu anda piyasadaki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Besim: İthalat geçen yıla göre %42 geriledi. Biz ithalata bağımlı bir ekonomi olduğumuz için, bu rakam bize ekonomide küçülme, daralma olduğunu gösteriyor. Güneyle döviz kurundan dolayı olan alışveriş avantajını bu dönemde de kaybettik. Turizmin durumu ortada. Yüksek öğrenimin yıl sonuna kadar ne getirip ne götüreceğini kestirmek biraz zor, durum öğrencilerin buraya gelmesine bağlı olarak belli olacak. Çok sayıda iş yeri kapanıyor. Ailelerin kredi kartı harcamaları yarıya düştü. Mala, hizmete talep olmazsa, yerli üretim olmaz, mal ithal edenler, satanlar iş yapmaz. Yani gelirleri azalır, çalışanlarını işten çıkarır, devletin gelirleri azalır. Bunun etkileri zincirleme gidecek. Sonuçta bu yıl ekonominin iki haneli bir rakama kadar küçülme riski var. Ekonomide yeterli geliri yaratamayacağımız için aslında birikimlerimizden yemek durumunda kalacağız. Birikimi olmayan hane halkı ve işletmeler daha fazla borçlanmak durumunda kalacaktır. Sonuçta yaşamı devam ettirmek için birikimlerimiz biraz azalacak ve daha borçlu bir toplum olacağız.
“Krediden daha çok hibe olmalı”
Soru: Hükümet bu dönemde kimlere destek vereceğine dair de bazı kararlar aldı. Bu paketler ne derece ilaç olabildi?
Prof. Dr. Besim: Hükümetin pandemi krizindeki ekonomik yaklaşımı ve anlayışı yanlıştı. Dünya uygulamalarına baktığımızda böylesi kriz durumlarında ilk etapta düşük gelirli ve sabit gelirliler, ikincisi mikro, küçük ve orta ölçekli işletmeler düşünülür, ondan sonra daha büyük işletmelere ve geliri yüksek olanlara kredi alabilmesi için finansman kaynakları yaratılır. Devlet, krizlerde desteği ve finansmanı sağlarken, krediden daha çok hibe yöntemlerine başvurur. Bunları krizin başında hemen yapmak gerekir. Hibe verilir çünkü krizde insanların gelir akımı düşer. Gelir akımı düşen kişiye hibe değil borç verirsen boğulur. Bizde hükümet bütçesini dengelemekten bahsediyor, şimdi bütçe dengeleme zamanı değil.
“Devlet elini taşın altına hiç koymadı”
Hükümet ilk etapta “kendi imkanlarımla hareket edeceğim, kaynak kullanmayacağım” dedi. Bankacılık sektörünü devreye soktu ve %3’ünü Merkez Bankası’nın sübvansiye edeceği %9 faizle finansman sağlamaya çalıştı. Olayın özüne bakınca, hibe yok, tümü borç, bankalar devrede ve devlet, maliye elini taşın altına hiç koymadı. Vatandaş devletini kriz durumlarında yanında ister. İnsanlar zaten iş yapmıyor, krediyi nasıl ödesin? Hibe programlarına daha fazla ağırlık verilmesi lazım. Gerekirse hükümet borçlanır...
Hükümetin Mart ayından itibaren bu krizden çıkışla ilgili yaklaşımı bana göre yanlıştı. Özellikle bireyleri sabit gelirlileri, küçük işletmeleri daha fazla borca, mali yükümlülüğe sokma anlayışı var. “1.5 milyar TL imkan sağladık” dediler ama insanlar onu almakta zorlandı. Bankacılık sektörü de vermekte çekindi, bankalar geri alamayacağını bile bile krediyi vermez, garantilere kredi verdi. Anahtarını sabah açıp, akşama kadar siftah yapmayanı, çalışanını ödemekte zorlananı, çekini karşılayamayacak olanı desteklemek gerekirdi.
“Ekonomide güvensizlik en kötü şeydir”
Hükümetin kararlarındaki değişiklikler de ekonomik aktörleri olumsuz etkiledi. Proaktif değil, reaktif değişimler güvensizlik yaratır. Ekonomide güvensizlik en kötü şeydir.
Merkez Bankası verilerine baktığımızda, tahsili gecikmiş alacaklar geçen sene Ağustos’ta 1 milyar 500 milyon TL ile toplam kredilerin %6.98’iydi, şimdi bu rakam 2 milyar 100 milyon TL’ye dayandı, ki bu da toplam kredilerin % 7.3’üne denk geliyor. Bu da insanların kredilerini geri ödeyemediklerini ortaya koyuyor.
Hükümet sosyal güvenlik fonlarına da yüklendi, o paralar zaten işçinin kendi parasıdır. Bazı sektörlerin ve yabancıların destek programlarına dahil edilmemesi, ayrımcılık yapılması da doğru değildi. Yabancı da olsa bu insanların da desteklenmesi gerekir, desteklemezsen sosyal çalkantıya doğru gidilir. Sonra hükümet bunu kısmen düzeltti. Ayrıca destekleri verene kadar da insanları süründürdüler. Bu anlayışlar bize sosyal devlet kavramının buralarda olmadığını gösterdi. Devlete karşı güven zayıflayınca, vatandaş mükellefiyetlerini yerine getirmekte çekinceli davranacak, vergi kaçıracak, bir kenara koyacak ki sıkışınca bulsun çünkü devleti kötü gününde yanında hissedemedi. Yaşanan beceriksizlik ve basiretsizlik devlet olgusunu daha da kötüleştirdi.
“Ekonomi ve maliye bakanlarının bu sorunla ilgili vizyonu olduğunu görmüyorum”
Ekonomi Bakanı’nın ekonomi konusunda konuştuğunu duymuyoruz, ne yapacağını bilmiyoruz. Ekonomi Bakanı’nın, Maliye Bakanı’nın bu genel sorunla ilgili bir vizyonu olduğunu görmüyorum. Başbakan oturduğu yerden telefonla bağlanıp Türkiye’den destek aldığını göstermeye çalışıyor. Bu neyi gösteriyor? “Ben aslında bir şey yapamıyorum, bütün her şeyi devrettim”. Bu ülkede oy kullanıyorsak, vergi veriyorsak, belli vatandaşlık görevlerimizi yerine getiriyorsak, bize bir bütçe hakkı doğar. Ben bunu mal, destek olarak veya düzgün politikalarla görmek isterim. İkincisi demokrasi... Benim seçtiğim, beni temsil edenlerin benim sosyal, ekonomik, sağlık, eğitim sorunlarımı aşmasını beklerim, gailesini çekmesini isterim. Eğer bütün bu sorunları birilerine transfer edip onun çözmesini bekleyeceksek, o zaman biz de Türkiye seçimlerinde oy kullanalım. Bu çok kötü bir durumdur. Bireylerin temsiliyetle ilgili algısını çok olumsuz etkileyen bir şeydir, temsiliyetin erozyona uğramasıdır. Bunun yanlış olduğunu ve aslında Kıbrıslı Türkler için küçük düşürücü olduğunu, demokratik olmadığını anlatmamız lazım.
“Hibe ve sosyal destek programları hayata geçirilmeli”
DAÜ İşletme ve Ekonomi Fakültesi, Bankacılık ve Finans Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Besim, TL’nin değer kaybetmeye devam etmesini beklediğini söyleyerek, “Hükümetler gelir dağılımı adaletsizliğinin kötüleşmemesi için hibe ve sosyal destek programlarını hayata geçirerek bunu önlemeye çalışmalıdır. Önümüzdeki dönemde hükümetin gelir dağılım adaletsizliğinin artmaması için sabit gelirliler, küçük ve orta ölçekli işletmelere destekleyici paketler hazırlaması ve takip etmesi gerekir” diye konuştu.
Prof. Dr. Besim, hükümetin, vatandaşa ekonomik gelecekle ilgili ayakları yere basan, tutarlı, güvenilir bir yol haritası sunması gerektiğini, toplumun tüm kesimlerinin gelecekle ilgili belirsizliklerin azaltılması için adım atılmasını beklediğini kaydetti. Prof. Dr. Besim, “Bu yapılmaz ise bizleri çok daha kötü günler beklemektedir” dedi.
“Türkiye’den alınan krediler dolar olarak borç hanemize yazılır”
Soru: Türkiye ile imzalanan protokol ne derecek ilaç olabilir?
Prof. Dr. Besim: Türkiye ile imzalanan protokolde 2 kûsur milyarlık bir finansman öngörülüyor ama ne yazık ki bunun yarısından fazlası kredidir. Aslında çoğunluğun hibe olması lazım. Hibeler, altyapı ve savunma içindir. Ben 1 milyar TL’nin önce düşük gelirlere, sonra küçük ve orta işletmelere hibe olarak verilmesini, sonra da altyapıya yatırım yapılmasını beklerim. Ama az önce anlattığım gibi öyle olmuyor... Aslında Türkiye’ye derdimizi tam anlatsak, gelen destek ilaç olabilir.
Şunu da unutmayalım, Türkiye’den alınan krediler dolar olarak borç hanemize yazılır. Şu anda Türkiye’ye, milli gelirimizi aşan, dolar cinsinden, 5.5 milyar dolar borcumuz var. Bizim artık Türkiye’den dolar cinsinden borçlanmamız değil, TL cinsinden hibe ve kredi almamız gerekir. Dövizdeki bu artış bizi mahvediyor.
“Özel sektöre hibe destek programları hayata geçirilmeli”
Soru: Devletin gelirleri bu süreçte nasıl etkilendi?
Prof. Dr. Besim: Devletin genel gelirleri ağustos ayı için geçen yılla hemen hemen aynı gidiyor ama vergi bazında baktığımızda, yani yerel gelirleri değerlendirdiğimizde 150-200 milyon TL gerileme var. Geçen sene Ağustos itibarıyla 3 milyar 115 milyon vergi toplanmıştı, şimdi 2 milyar 979 milyon TL. %11 enflasyonu da dikkate alırsak devlet gelirlerinin reel anlamda 250 milyon TL civarı gerilediğini söyleyebiliriz. Türkiye ile imzalanan mali protokolün hayata geçmesi için girişim yapılmalıdır. Şu ana kadar imzalanan protokol kapsamında 466 milyon TL hibe geldi ve bunun 426 milyar TL’si savunmaya gitti dolayısıyla reel sektöre bir şey gelmedi. 2 milyarlık bir protokol imzalandıysa bunun reel sektör ve altyapı için hibe programlarına harcanması, paraların gelmesi ve hayata geçmesi lazım. Hükümetin Türkiye ile imzalanan mali protokolün gerçekleşmesi için girişim yapması gerekir. Altyapı projelerini artırmalı, özel sektöre hibe destek programlarını hayata geçirmemiz lazım. Az önce de söylediğim gibi bizim durumu doğru anlatmamız lazım.
“Enflasyonun yarısı dövizden, diğer yarısı kendimizden kaynaklanıyor”
Soru: TL’nin değer kaybetmesi de piyasayı, insanları ciddi sıkıntıya soktu. Türkiye Merkez Bankası’nın faizleri 2 puan yükseltmesi kısmi bir düşüşe neden oldu. Bundan sonra ne tür gelişmeler olabilir?
Prof. Dr. Besim: Dövizdeki dalgalanma, TL’den kaynaklı olarak bize enflasyon olarak Türkiye’den geliyor. Yapılan hesaplamalar, enflasyonun yarısının döviz kaynaklı olduğunu gösteriyor, diğer yarısı kendimizin yarattığı enflasyon. Döviz yükseldi, ona birşey yapamayız, öyle kabul edeceğiz. Ama restoranlar çalışmadı, oteller çalışmadı, dolayısıyla gıda ürünlerini talep etmedi. O zaman gıda fiyatları neden artıyor? Gıda fiyatları yıl başından itibaren %8 arttı. Giyim fiyatları da arttı. Talep yok, neden enflasyon var? Yarısı döviz kaynaklı, peki diğer yarısı? Hükümetin istikrarsız kararları nedeniyle tüccar fiyat ayarlaması yaparken, risk faktörünü de hesaba katarak üstüne biraz daha fazla koyuyor. Hükümet tutarsız davrandığı için enflasyona da neden oluyor. Fiyatlar belirsizlikten artar. İş dönüp dolaşıp belirsizliğe geliyor.
“Yıllardan beri TL’den dolayı mağduriyetlerimiz oldu”
Yıllardan beri TL’den dolayı mağduriyetlerimiz oldu. Türkiye’ye “biz lira bölgesindeyiz, enflasyondan doğan kaybımızı otomatiğe bağlayalım” demeliyiz. Bu ülkede dövizden kaynaklanan bir enflasyon, alım gücü kaybı vardır. Hükümet “Bu kaybı otomatiğe bağlayalım, siz bize doğrudan hibe olarak bunu verin, biz de vatandaşa yansıtalım ve alım gücünün düşmesinden kaynaklanan mağduriyeti karşılayalım” demelidir. Bunu otomatiğe bağlayalım ve bütçede açık olursa da bize destek verilmesin ve kamu maliyesini disipline edelim. TL’nin neden olduğu mağduriyetin giderilmesi lazım, bunu Türkiye’ye anlatmalıyız.
Türkiye Merkez Bankası’nın 2 puanlık faiz artışına gelince, bu çok az etki yaptı. Ben devamını beklerim çünkü Türkiye’nin rezervleri eridi. Merkez Bankası’nın faizi artırması, yabancı yatırımcıların artık TL’de durmadığını, kaçtığını gösteriyor. Bu hem o kaçışı durdurmak, hem de uluslararası piyasalarda yabancıları TL menkul değerleri almaya teşvik etmek için yapılan bir girişimdir ve doğru bir girişimdir.
“TL’nin daha da değer kaybetmesini bekliyorum”
Soru: Bu ortamda vatandaşı neler bekliyor?
Prof. Dr. Besim: Kurların nasıl seyredeceğini kestirmek zordur ama kurun çok da aşağıya düşmesini beklemem, TL’nin daha da değer kaybetmesini bekliyorum. Bizim gibi zayıf ve bünyesi güçsüz, belirli sektörleri olan bir ekonomide, en fazla korktuğum salgın dolayısıyla özellikle işsizliğin artması ve gelir dağılımı adaletsizliğinin körüklenmesidir. Hükümetler gelir dağılımı adaletsizliğinin kötüleşmemesi için hibe ve sosyal destek programlarını hayata geçirerek bunu önlemeye çalışmalıdır. Önümüzdeki dönemde hükümetin gelir dağılım adaletsizliğinin artmaması için sabit gelirliler, küçük ve orta ölçekli işletmelere destekleyici paketler hazırlaması ve takip etmesi gerekir. Küçükler düşünce ayağa kalkması çok zordur. O durumda da büyük şirketlerde yoğunlaşma olur ve rekabet koşulları bozulur, ekonomi birkaç büyük işletmenin eline kalır. Hibe programlarının finansmanı için Türkiye ile yapılan protokollerin hayata geçmesi lazımdır, gerekirse devlet daha da borçlanmalı ve riski minimize etmek için çalışmalıdır.
“Herkes cepten yiyecek, birikimi olmayan daha fazla borçlanacak”
Önümüzdeki dönemde herkes cepten yiyecek, bu kesin. Birikimi olmayanlar daha fazla borçlanacak, o borcu kaldıramayanlar da batacak. Sosyal sorunlara gitmeyi azaltmak için hibeleri düşünmek lazım aksi takdirde gidişat iyi değildir. Geliri olmayanın aile düzeni bozulur. Aile düzeninin bozulmaması için de bazı insanlar yanlışlara yönelebilir ve sosyal çalkantıya gidilir.
Anlattıklarımın genel bir ekonomik vizyonla düşünülmesi, konuşulması ve anlatılması lazımdır. Ben bunu göremiyorum. Hükümetin, vatandaşa ekonomik gelecekle ilgili ayakları yere basan, tutarlı, güvenilir bir yol haritası sunması gerekir. Bu vizyon alternatif senaryoları da içerin bir eylem planı ile desteklenmelidir. Toplumun tüm kesimleri gelecekle ilgili belirsizliklerin azaltılması için adım atılmasını ve bir ışık bekliyor. Bu yapılmaz ise bizleri çok daha kötü günler beklemektedir.