Onlar Bilge Zeytin Ağaçları

Özden Nazım Selenge: Yurdumun, “Bilge Zeytin Ağacı İnsanı” olmayı hak edenlere, büyük hayranlık ve saygıyla… “Deryaya akan sulara, sellere katre olanlara…” Tarihi noktalayanlara, coğrafyaya kök salanlara… ONLAR&#

Özden Nazım Selenge

 

         Sanatçı Yaşar Ersoy ’un şahsında,

         Düşünce ve yaratılarına sınır çizgisi koymayanlara, ısrarla, inandığını, insan lehine savunanlara, direnen ve diretenlere, emeği yüceleyenlere…

         Yurdumun, “Bilge Zeytin Ağacı İnsanı” olmayı hak edenlere, büyük hayranlık ve saygıyla…

         “Deryaya akan sulara, sellere katre olanlara…”

         Tarihi noktalayanlara, coğrafyaya kök salanlara… ONLAR’a…

         Onlar güce tapmayanlar… Onlar güce sığmayanlar… Çoğu kez öfke duyulanlar… Cezalandırılanlar… Baskı, hatta zulüm görmeyi göze alanlar. Her divanda “Hilesiz Hudasızlar, alnı Ak’lar…

         Onlar, hep vardılar, en ilk, yabansı yaşamdan, başlangıçtan beri. Çok çok zamanyolu ötesinde ilkeller vardı. Bu topluluklara, bizden daha basit olduğu için değil, tüm insanlığın geldiği ilk koşullarda ve noktada oldukları için bu adı veriyoruz.

         Buzul devrinin o zor koşullarında, yalnızlığında, kendilerini korkutan, yıldıran, öldüren yabanıl hayvanlara ve sırrını çözemedikleri doğaya karşı savaşım verenlerdir Onlar. Mağarada ve kayalarda, insan becerisinin en eski izleri olan, dev boyuttaki bu resimlerin sahibidir onlar… Ki, aralarında kadınlar da var; sert çizgilerin yanında arada bir de hassas, incecik, naif çizgiler, bunu düşündürüyor insana.

         O zamanların, karşı duruşu, ısrarlı direnişi, güçbirliği ve varoluş biçiminin, biçeme, üretime dönüşmesidir. O zor koşullarda, oklarla, taştan baltalarla sert kayaları inatla oyarak resimlerin içini, renkli toprak ve hayvan kanıyla boyayan, yabanıl hayata karşı uğraş verenlerdir Onlar.

         Onlar, ateşi insana verdiği için kayalıklara, zincire vurulmuş Prometheus’turlar. “Zeus’tan başkası özgür değildir”, deyip, onu, kayaya çakar Kratos (Güç).

         Kanatlı sandallarıyla uçagelen, Zeus’a uşak ruhuyla bağlı Hermes, Prometheus’un yanıbaşına konar,

         “İşte senin, hep bu inatların yüzünden bu belâ kayalıklara oturttum gemimi” der. Konuşur, konuşur… Kâh keskin, kâh yumuşak sözlerle… Adının anlamı “önceden gören” olan Prometheus’tan, Zeus’a boyun eğmesini ister.

         “Sözlerim seni yola getirmezse/ Ne kasırgalar kopar…

         Zeus’un kanatlı köpeği, o kızıl kartal, kemirir bedenini. Söylediğiniz sözler yüzünden düşeceksiniz belânın ağlarına der Hermes. Yanıtlar onu acılı Prometheus; “Ak kanatlı karlara boğsun Zeus/ Depremlerin yeraltı gümbürtüleriyle/ Afallatsın, allak bullak etsin dünyayı/ Hiçbir şey söyletemez bana adını/ Onu tahtından edecek olanın.”

         Yer altından gelen uğultulara karışır Prometheus’un son sesleri…

         Onlar, Sokrates ormanında birer ulu ağaçtırlar.

         İnandığı, savunduğu düşünceleri, insanlara, özellikle gençlere, gölgelerle çarpışarak aktaran Sokrates, yalancılık ve sahtekârlıkla ve var olan Tanrıları ret suçuyla yargılanır ve ne denli kendini savunsa da ölüme mahkûm edilir. Zindanda son görüşmelerinde, karısı “Çok çok üzülüyorum; seni haksız yere ölüme mahkûm ettiler” der.

         Zaten ölümü kendi elinden olacak olan Sokrates, “Haklı yere öldürecek olsalardı, daha mı az kederlenecektin” der. Fikirlerinden geçmez, dünyadan geçer.

         İskenderiyeli Stebius bir berber çırağıydı. Çeşmeden damlayan su sesi, ona ilham oldu. Önce işinden arta kalan zamanlarda, sonra tüm gün ve gece, uzun uzun inanç ve inatla çabalayan ilk su saatini, sonrasında guguklu saati buldu. Stebius bu icadıyla ilgili kitaplar da yazdı ama İskenderiye Kütüphanesi yakıldığında çoğu yandı. Kim bilir; “zamanın su gibi akıp gitmesi” sözü, belki de o zamanlardan gelmedir.

         IŞK, AŞK’tır, güzelim Can Yunus’ta.

         “Erik dalında üzüm yemeyi” bilen Yunus, gecelerin kapısını açandır. Gecelerin nurunu görendir. “Gündüzün gün şu’le verir, bu, gece yanan nur nedir”

         Doğası uysal sudur, gönlü topraktır. “Ol dost bize gelmezse, ben dosta gürü varayım.”

         “Sevdiğim söylemez isem/ Sevmek derdi beni boğar”.

         AŞK, tektir Yunus’ta; Tanrısını ve canlı cansız, her şeyi aynı aşkla sever ve bunu dillendirir. Aşkına riya katmaz.

         Dünya kocalığında NAR’dır Yunus ama “Derviş adın edindüm/ Derviş tonun tonandum/ Yola bakdum utandım/ Hep işüm yanlış benim” de diyebilendir, alçacık gönlüyle.

         Kafa tuttuğu, sözünde direttiği, yanlış karşısında susmadığı zamanlarda da “Karanlık ile aydınlık/ Bir hücreye nite sığar?” diye sorgular ve “Ben dârı kurup geldim” diye meydan okur, yaşadığı âleme; hiçleştirir hayatı…

         Daha kimler kimler, ONLAR…

         Uçmak, yere göğe meydan okumak Hezarfenişi…

         “Yarin yanağından gayrı” her şeyi paylaşan Bedreddin…

         Sazında, sesinde, sözünde, nefesinde bipervâ, Pir Sultan… Sözü için, yolu için, er meydanındadır; “Kadılar müftüler fetva yazarsa/ İşte kemend, işte boynum, asarsa/ İşte hançer, işte kellem, keserse/ Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan./”

         Kadınlar var nahak yere acı çeken, çektirilen…

         Hep üreten, sanatçı olmakta direnen; Suzanne Valadon, Camille Claudel, Helen Keeler, Frida Kahlo… Eserleriyle dünyaya bağıranlar, hayatta cenkleşenler, çıkmaz sokaklarda kaybolmayanlar. Hiç vazgeçmeyenler…

         Che var; fikirlerini, hayatını ve Güç’ün, hep ters yönüne doğru akışını sevdiğimiz… Şapkası bile -daha doğrusu beresi- sevilen… Onun, “Düşmesin bizimle yola/ Evinde ağlayanların gözyaşlarını/ Boynunda, ağır bir zincir gibi taşıyanlar “sözlerini kendine Belgi edinen Deniz Gezmiş ve arkadaşları var ki dâra çekilen en güzel fidanlardı.

         Dârın ağacında bile dal budak salanlardı onlar.

         Cirmi değil ismi müheykel, yüreği dağ, sözü kanatlandıran, düşü düşünceyi, eseri anıtlaştıranlar…

Onlar koca zeytin ağaçları toprağımızda; dünyamıza düşen yıldızlar; taş kesilmeyen, hep Işık, AŞK içinde olanlar…

         Toprağı sabırla eşeleyip, insanlık budaklarını tutturan, yediverene aşılayan, dürütecek olanlar onlar.

         Güzellikleri, hayatı, özgürlüğü vaat eden; yüce umudu düne, bugüne, yarına ve sonrasızlığa nakşeden ezelî ve ebedî ustalar onlar. Geçilmezlerde yol yolak olanlar… Yanılmaz yolların, yorulmaz yolcuları…

         Kır kıraçlığımızın, boz kayalığımızın hâlâ sızan pınarları… Onlar, aydınlananlar, aydınlatanlar… Yükleri fikir onların… Emeğin, eserin telkâri ustaları, sarrafları…

Hardan korkmayanlar,

Mumdan kayıklarla,

         Ateş denizinde yol alanlar,

         Güneşin şavkına doğru uçanlar,

         ONLAR İKARUSLAR…

 

                                                                                   

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri