Takvimler, 1945 yılının Nisan ayını gösteriyor.
İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük felaket olan İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da süren kısmının son günleri…
Bolşevik Devrimi’nin Kızıl Ordusu, artık ta Berlin kapılarında.
Nazi Almanya’sı, deyim yerindeyse, can çekişiyor.
Adolf Hitler, o günlerde Berlin’de, ‘Führerbunker’ denen yer altı sığınağında.
Sürekli saldırı taktikleri hazırlıyor, gücü tükenmiş pek çok birliğe ‘saldırı’ emri veriyor, Sovyet birliklerini alt edeceğinin hayalini kuruyor…
Emri altındaki pek çok komutan, gelinen aşamada Kızıl Ordu’nun durdurulamayacağının farkında ve Hitler’e, teslim olması için telkinde bulunuyor.
Hitler ise buna şiddetle karşı çıkıyor ve teslim olmayı gururuna yediremeyerek, son ana kadar direnme talimatı veriyor.
O’nun bu inadını kırmaya çalışan komutanlardan biri, Hitler’in o çok önem verdiği Alman ırkını öne sürüyor ve Alman Ordusu’nun teslim olmadığı her günün bedelini, bizzat Alman halkının ödeyeceğini söylüyor.
‘Führer’in buna yanıtı ise çok net ve bir o kadar da sert:
“Bu onların seçimiydi. Neyi hak ettilerse, onu alacaklar. Onlara hiç acımıyorum!”
***
Hitler’e göre, ‘Nasyonal Sosyalizm’i o ülkeye getiren, Alman halkının bizzat kendisiydi.
Dolayısıyla galibiyetin de, mağlubiyetin de sorumluluğu halktaydı.
Ne de olsa, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ni 1933 yılında % 44 oyla iktidara getiren Alman halkıydı.
Ne de olsa, 1929 yılında başlayıp özellikle 1930 yılında başta Amerika ve Avrupa olmak üzere dünyayı kasıp kavuran ‘Ekonomik Buhran’dan bezmiş olan Alman halkının ekonomik yöndeki taleplerine, ekonomiyi yeniden yaratacağı vaadiyle karşılık veren ve bu vaatlerine nasyonalizm, yani milliyetçilik ve anti-semitizm unsurunu da katan bu partiyi iktidara, bu halk getirmişti.
***
O dönemin kendine has ekonomik ve siyasi gelişmeleri, Alman seçmeninin oy doğrultusunu Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne kaydırmıştı.
Ama Alman halkının, Hitler’in kurduğu partiye oy verirken hayal ettiği, elbette böyle bir son değildi.
Alman seçmenin, anti-semitist söyleme bu denli itibar etmesinin nedeni, doğrudan doğruya milyonlarca Yahudi’nin yok edilmesine onay vermiş olmaları olamazdı.
Anti-semitizm, yani Yahudi düşmanlığının halk nezdinde anlamlı görülmesinin temel gerekçesi kuşkusuz ekonomik buhrandı.
Yahudilerin Almanya’da ticari alanda sahip oldukları gücün ellerinden alınıp ari Alman ırkına sunulması, ekonomik rantın başka bir ırkla paylaşılmaması, o koşullarda Almanlar için oldukça cazipti.
Naziler, en çok bunun için iktidardaydı.
Tabii Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra güçlenen ulus devlet akımı da bu milliyetçi bakışı destekliyordu, bunu da es geçmeyelim.
***
‘Bu onların seçimiydi. Neyi hak ettilerse, onu alacaklar. Onlara hiç acımıyorum’ diyen
Hitler, çok uçtaki bir örnek olsa da bu sözleriyle aslında temsil ettiği dünya görüşünün genel duruşunu dışa vuruyor…
Halkın ve tek tek bireylerin, siyasetin odağında değil, siyasi hedef yolunda salt bir araçtan ibaret olduğu yapıları tarif ediyor.
***
Unutmamakta fayda var, SON, her zaman hayal edildiği şekilde yaşanmıyor ne yazık.
Bazen payımıza öyle şeyler düşüyor ki, koskoca bir yalanın, koskoca bir yıkımın sorumlusu haline dahi dönüşebiliyoruz.
Bu nedenle, seçimlerimizi yaparken, bizi, kendi seçimlerinin mezesi yapacaklara değil, bizim hedeflerimizi kendilerine ülkü edinecek olanlara rağbet etmek zorundayız.