28 Ağustos 1963 tarihinin üstünden tam yarım asır geçti. O muhteşem Çarşamba günü 250 bin Amerikalı siyah ayırımcılığa son vermek, eşitlik ve adaleti sağlamak için 30 “özgürlük treni” ve 2000 bin otobüsle Washington’a üşüştü. Lincoln Memorial’ın önündeki meydanda toplanan siyah kitleye destek vermek için 60 bine yakın beyaz da oradaydı. Joahn Baez eşliğinde hep beraber “Ah Özgürlük” şarkısını okuyarak Bob Dylan’nın melodilerini dinlediler. Beyaz ve siyahlardan oluşan konuşmacılar yurttaşlık hakları uğruna mücadele veren isimlerdi. Sırayla herkes konuştu. Kalabalık içinde ünlü sanatçılar da vardı. Mesela Marlon Brando oradaydı. Başka ünlüler de… Ve nihayet beklenen an geldi ve rahip Martin Luther King tarihe geçecek konuşmasını yapmak üzere mikrofonların önüne geçti. Karşısındaki insan seline bakarak o müthiş konuşmasını yaptı: “Arkadaşlar, bugün şunu söylüyorum: bugünün ve yarının zorluklarına rağmen bir rüyam vardır.” King, rüyasını haykırırken eşitliği ve kardeşliği ön plana çıkarıyordu: “Bir rüyam vardır, bir zamanların kölelerinin çocukları ile köle sahiplerinin çocukları aynı kardeşlik masası etrafına oturacaklardır.” King çocuklarının renkleriyle değil, karakterleriyle değerlendirilecekleri bir toplumda büyümelerini istiyor ve Amerika’yı sarsan konuşmasını noktalıyordu. Martin Luther King, eşitlik, sevgi ve kardeşlik sevdalısıydı. Kendisi gibi rahip olan babasından çocukluğunda dinlediği bir cümle bütün hayatına yön vermişti: “bir insanı hiç bir şey başka bir insandan nefret edecek kadar alçalmaktan daha fazla alçaltamaz.”
28 Ağustos 1963 kalkışması ve Martin Luthe King’in konuşması (rüyası), siyahların eşitlik mücadelesinde önemli dönüm noktalarından birini oluşturuyor. Martin Luther King 50 yıl önce rüyasının peşinden gitmeseydi, bugün Amerika’da Barak Obama’nın başkan olması herhalde mümkün olmayacaktı. Bu da bize geçen yarım asır içinde, var olan bütün zorluklara rağmen, siyahların toplumsal konumunda iyileştirmelerin olduğunu gösteriyor. Elbette hala çok sorun var. Fakat King’in çocukları bugün daha büyük oranda “karakterleri” ve daha az oranda “renkleriyle” değerlendiriliyorlar. Bu “ilerlemeyi” belki de en iyi anlatan Joahn Baez’in Barak Obama başkan seçildiği gün döktüğü gözyaşlarıdır. Ünlü sanatçı Fransız Le Monde gazetesine verdiği mülakatta, Martin Luther King ile birlikte sahne aldığı 28 Ağustos 1963 mitingini hatırlatıyor ve Obama’nın başkan seçilmesini sevinç gözyaşlarıyla karşılıyordu.
O tarihlerde Kıbrıs’ın milliyetçi liderlerinin de “rüyaları” vardı. Fakat bunlar barış ve kardeşlik rüyaları değil, savaş ve nefret kâbuslarıydı. Kıbrıs’ın “rahibi” -hem de ne rahip!- Başpiskopos Makarios iki-toplumlu cumhuriyetin cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturuyordu ve cumhuriyeti yıkmak için hazırladığı planlarda son rötuşları yapıyordu. Nitekim çok geçmeden Akritas Planını uygulamaya koyacaktı. Rauf Raif Denktaş ise Ağustos 1963’te Ankara’ya gönderdiği raporlarda şöyle diyordu: “Makarios’un Milli Rum hükümetini kurmak yolunda attığı her adımdan istifade ederek biz de kendi Milli hükümetimizi kurmak adımını atmalıyız. Neticede –bu evolüsyonda kan dökülmezse, sivil harp çıkmazsa federal Rum-Tük hükümeti kurulmuş olur; kanlı bir mücadele neticesinde bu meydana gelirse ada doğrudan doğruya taksim olur.”
Evet, Martin Luther King’in bir rüyası vardı. “Bizimkilerin” ise kâbusları… Amerikalı siyahların durumu iyileşirken bizim yerinde saymamız bundandır…