“Gerçek eğilip bükülerek bulanıklaştırılıyor. Sonuç ‘ötekine’ sağırlaşmak oluyor. Örgütlü kötülüğün kurguladığı söylemler ilişki ve diyalog zeminlerini yok ediyor.”
Araştırmacı-Yazar Bekir Ağrıdır’dan bir alıntıyla yeniden düşünelim istedim.
“Örgütlülük” önemlidir ancak tek başına mutlak bir iyileştirici anlam ifade etmiyor.
Ne için örgütlendiğiniz sonucu belirliyor.
İyilik mi üretiyorsunuz, kötülük mü?
Örgütlülüğünüz toplumsal faydayı mı çoğaltıyor yoksa sadece ayrıcalıklı bir kitleye haksız, adaletsiz, uçsuz olanaklar mı sağlıyor.
***
1974 sonrasında temelleri atılan düzen çoğunlukla “örgütlü kötülüğü” besledi maalesef…
Tam bir “rant” örgütlenmesi gelişti.
Bir ötekinin hakkı umursanmadı, çoğulculuk kavranmadı, yoksullar hesaba katılmadı.
“Denizler” halkın olamadı örneğin “sermaye”ye sunuldu.
Kamusal kaynaklar çoğunlukla yandaşlık üzerinden tüketildi.
Savaşın kazanımı olarak görülen “toprak” hiçbir kriter, hukuk eşitlik ya da hak düşünülmeden üleşildi.
Son derece “örgütlü” yapıldı bu!
Bu düzeni kökleştiren sistem için kimi insanlar özellikle beslendi, seçildi, korundu.
***
50 senedir “siyasi atama” sistemi değişmemişse ve bunun ölçüsü bilgi, kapasite, donanım değil de çok başka unsurlar olmuşsa eğer sonucu “tesadüf” göremeyiz.
Her kim ki bu sistemi ellemeye, statükoyu sarsmaya, alışılmışı değiştirmeye kalkıştı, deyim yerindeyse “tekme tokat” o görevden el çektirildi.
***
“Kriter” istemiyoruz.
“Standart” tanımıyoruz.
Kendimize özgü bir “hukuk” yaratıyoruz.
İleri ya da medeni ülkelere dair usulleri, disiplinleri, çerçeveyi reddediyoruz.
“Bize uymaz” diyoruz.
Uyduruyoruz kendimize, ne kadar kokuşmuşluk, çürümüşlük, yozluk varsa…
***
Kayıt dışılığın kendisi başlı başına “örgütlü kötülük” değil mi?
“Vergisini ödesen ne olacak, çok daha fazla haksız istihdam yapacaklar; siyasi atamalarla kaynakları tüketecek, altyapıya dokunmayacaklar.”
Doğrudur!
Ama iki yanlıştan bir doğru ortaya çıkmıyor.
***
Sağlıktan eğitime, kamusal hizmet kalitesinden istihdama, gelir dağılımındaki adaletsizlikten kontrolsüz nüfusa kadar ne kadar dert varsa “örgütlü kötülüğün” sonucudur maalesef…
Her kim ki yanlışı söylüyor, bunun sorumlusu kitle anında sağırlaşıyor!
Yüzlerce, binlerce insan “arka kapıdan” istihdam ediliyor örneğin…
“İşini hallediyor” bir model…
Üzerine yatıyor ve bunu unutuyor, uğradığı ilk haksızlıkta kendisi bağırmaya başlıyor.
***
Kamu görevine girerken yasal olarak “ikinci iş” yapmayacağını biliyor çoğunluk...
Ama şunu da karnından konuşuyor, “ne de olsa kimse bana dokunamaz.”
Evinde özel ders veren kamu görevlisi öğretmene sorsanız, size doktoru adres gösteriyor, doktora sorsanız vekili, çiftçilik yapan gardiyan anneannesi adına kuraklık alırken, bunu yüzüne vursanız eğer “Başbakan”ın hısımlarına dağıttığı krediyi sıralıyor.
Her yer “mağdur” kaynıyor ama nedense kolay kolay “fail”e rastlanmıyor.
***
Vergi afları, tazminatlar, teşvik ödemeleri, sanayi bölgelerinde peşkeşler, orman arazilerinin inşaata açılması, imar planları üzerinden özel ajandalar… Epeyce kabarık liste…
Her bir konu başlığında “örgütlü kötülük” devreye giriyor, kendi payına düşeni alıyor, kendi istediği kararı sonuçlandırıyor, bir başka yüzle, kılıkla, örtüyle kendini gösterenler…
***
Değişmiyor muyuz?
Değiştiremiyor muyuz?
Sanırım ikisi de!
Samimiyetle “değişmek” istemediğimiz için “değişim”e dair örgütlü bir güç de çıkmıyor ortaya…
Sonrası malum ve kolay: Beğenmiyoruz!
Fotoğraf: Engin Ömer Kunt
Kalabalıkta yaşamak
Yıllar yılı “nüfus” meselesi hep yumuşak karnımız oldu.
Çünkü savaş sonrasında Türkiye’den adaya nüfus taşındı; önce “tarımsal işgücü” dendi, sonrasında bunun tam bir nüfus mühendisliği olduğu görüldü.
“Gelen Türk, giden Türk” zamanla içerik değişti.
Giden Kıbrıslı oldu çoğunlukla, gelen farklı farklı…
Şimdi yaşadığımız manzara Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyine yerleşmesi projesinin çok ötesine geçti. “Üniversite” dedikleri ağ, salt para kazanmak için öğrenci kılıklı binlerce insanı adaya taşıyor. Denetimden, standarttan, eğitime dair kaygıdan uzak…
Gelen de dönmüyor!
Ucuz işgücü sömürüsü sırtını Nepal’den, Bangladeş’ten, Pakistan’dan, Nijerya’dan, Türkmenistan’dan gelenlere yaslıyor şimdi…
“Başbakan” olarak kendini tanıtan Ünal Üstel ise aslında “nüfusu” bildiğini ancak “söylemeyeceğini” ifade ediyor.
Nüfusumuz sır!
Evvelden söylenen “çok kalabalığız” saptaması ti’ye alınmıştı, ciddi bir ön görüydü demek ki (!)
"Nüfus politikası" olmayınca ortada plan da olmuyor tabii...
Tufan hocanın son Meclis konuşmasındaki "Memleket enklavlara bölünmüş durumdadır, böyle giderse herkes kendi gettosunda yaşamaya başlayacak" söylemi şu anki pratiğimizdir aslında...
"Devlet devlet dersiniz ya... Devleti de geç halkı da... Toplum bile olmaz böyle… Bunun adı topluluk olur, kalabalık olur. O kalabalığın hiçbir durumda kederde, tasada, kıvançta ortaklığı olmaz. O toplulukta başımıza neler gelir kimse bunu kestiremez."
Kestiremiyoruz!
Öz gücünü alovlandır!
Hem "Başbakan" hem de "Cumhurbaşkanı" Azerbaycan'da Taekwondo alanında madalya alan sporcularımızı kabul etti ya...
İlgimi çekti.
Azerbaycan'da düzenlenen "Dünya Kupası"na mı katıldık, diye...
Baktım, gördüm, dünya kupası gerçekten de Azerbaycan’da düzenlenmiş.
Ana slogan şu: Öz gücünü alovlandır.
***
"2023 Dünya Tekvando Şampiyonası" 29 Mayıs, 6 Haziran tarihleri arasında düzenlenmiş, Bakü'de...
144 ülkeden 921 sporcu katılmış.
Büyük bir organizasyon…
Bu 144 ülke içerisinde "KKTC" yok (!)
Andora var, Burundi var, Zimbabve var, Gabon var, Lesotho var, Ruanda var, KKTC yok.
Sporcularımızın başarılı olduğu Bakü’deki bir başka turnuva da yapılmış elbette…
Çok daha dar kapsamlı...
Dünya kupası değil...
Azerbaycan’daki bu turnuvada yarışan, madalya kazanan her bir isim yine de tebriği hak ediyor, o ayrı…
***
Derdimiz başka…
"Dünya"da bir yer mi istiyoruz kendimize...
Yoksa...
"Biz böyle de iyiyiz, küçük olsun bizim olsun" yaklaşımı mı?
Öz gücümüzü bu sorunun yanıtına göre alevlendirmek gerekiyor.