Üzerinde çok fazla durulmayan tarihsel bir gerçeğimiz daha var bizim.
‘Tek görüş’ün topluma zorla, baskıyla, şiddetle dayatıldığı dönemlerde insanlar hem depolitize edildi, hem örgütsüzleştirildi.
Yönetim şeklinin ‘demokratik’ olmadığı ‘Teşkilat devri’nde değil sadece...
Gerek KTFD, gerekse KKTC dönemlerinde de insanlar ‘örgüt’e, ‘örgütlenme’ye adeta bir ‘öcü’ gibi baktılar.
Siyasal partilere, hele de ‘muhalif’, ‘solcu’ partilere üye olmak her babayiğidin harcı değildi.
Sempatizan olmak, bildirileri okumak, muhalif yayın organlarını satın almak bile ‘hedef tahtası’ haline gelmek için yeterliydi.
Analar-babalar evlatlarına “Aman oğlum, aman kızım. Sağa sola karışmayın. Başımıza iş açılır” diye tembihte bulunurdu.
Zira “sağ”a değil, ama “sol”a bulaşanlara devlet iş vermezdi, arsa dağıtmazdı, mevki vermezdi, tayin ettirmezdi!
Devlet ve o devletin ‘sahipleri’ böyle davranırdı.
Çünkü ‘milli dava’ vardı. O davanın selameti için farklı görüşler zararlıydı.
‘Zararlılar’ı temizleme görevi de ‘devletin sahipleri’ne düşüyordu.
**
Kıbrıslı Türklerin yakın tarihi depolitizasyon ve örgütsüzleştirme operasyonlarıyla doludur.
Muhalif partilerin nasıl kurulduğu, hangi çilelerin çekildiği, insanların başına neler geldiği artık az çok biliniyor.
‘Teşkilat’ döneminde olup bitenler de kısmen de olsa anlatılıyor, yazılıyor.
Her ne kadar da ‘sivil toplum örgütleri’mizin sayısı yüksekse de, baskıcı rejim sayesinde Kıbrıslı Türkler ‘örgüt’ kavramına hala çok ısınabilmiş değil.
Baskıların en yoğun olduğu dönemlerde kurulan işçi ve öğretmen sendikalarının Kıbrıslı Türklerin örgütlenme bilincine ve kültürüne katkıları tartışmasızdır.
Bununla beraber bugün bile o depolitizasyon ve örgütlerden uzak durma alışkanlığı tamamen kırılmış değil.
**
Oysa çağdaş toplumların en belirgin özelliği örgütlü oluşlarıdır. Sadece siyasal ve sendikal alanda değil, yaşamın her alanında örgütlenmek aslında hayat kalitesini yukarıya çekmenin ta kendisidir.
İster ülke çapında, ister bölgesel, yöresel, hatta mahalle bazında oluşturulan örgütlenmelerin katkısının ne kadar değerli olduğunu görmek gerekiyor.
Sağlık, çevre gibi yaşamsal alanlarda sivil toplum örgütlerinin çabaları en az hükümetin çabaları kadar önemlidir. İnsana dokunan, insan yaşamını doğrudan etkileyen, hatta hayat kurtaran, yürekli insanların özverisiyle ayakta duran dernek ve benzeri oluşumlara her türlü desteğin verilmesi gerekiyor.
**
En kötü örgüt, örgütsüzlükten daha iyidir.
Hayatın her alanında örgütlenmeye, örgütlere destek vermeye gerek vardır.
İster parti olsun, ister sendika, ister dernek, birlik...
Örgütlerin en fazla ihtiyacı da insan kaynağıdır. Para, pul, bina falan değil!
1950’lerde Kıbrıslı işçilerin verdiği mücadele ile kurulan sendikaların elde ettiği kimi haklar, 60 küsur yıl sonra beklenenin tam tersine geriye gitmiştir. Özel sektörde çalışanların hakları, o dönemlerden de geridedir!
Bunun nedenleri üzerinde durmak lazımdır. Sadece işverenin, devletin, ilgili bakanlığın tavrıyla izah etmeye çalışmak yeterli olmayacak.
Her konuda ‘Yetkilileri göreve’ çağırmak, “Görev sendikalara düşer” demek, birilerinden medet ummak alışkanlığı olduğu sürece, yaşam daha zor olacak!
Ama Kıbrıs sorununda...
Ama sosyal yaşamda...
Ama çevreyi korumada...
Ama trafikte daha fazla can yitirilmesini önlemede...
Bunun panzehiri örgütlere girip aktif katkı koymaktır.
Yoksa oturduğumuz yerden ahkam kesmekle, özveriyle yapılmaya çalışılanları sadece eleştirmekle bu işler olmaz.
Örgütsüzlüğün bedeli her zaman çok ağırdır.