Ulus IRKAD
Kıbrıslıtürk halkının bağrından çıkmış örnek bir aydın ve öğretmen için geç kalmış bir yazıdır bu... Mehmet Manavoğlu: Kara Mehmet veya İngilizler’in kendine taktıkları adla: “Black Bull” (Kara Boğa)...
Bu yazıyla birlikte yayımladığım fotoğrafı bulmamın arasından herhalde bir on yıl kadar geçti. Fotoğrafı bulduğum anda onun için bir yazı yayımlamak geldi aklıma hemen ama bu defa da fotoğrafı onbinleri bulan albüm fotoğraflarım arasında bulamadım. Fotoğraf gene birkaç defa önüme geldi ama çok yoğunluktan ötürü bu defa da yazıyı yazamadım. Aylar yıllar geçti ama bu yazıyı ve fotoğrafı yayımlama ukdesi hep içimde kaldı. Oysa bu fotoğraftaki dinamik kişi ve de ölene kadar enerjisi tükenmeyip birçok toplumsal hareketlerde yer alan adam, bana öğretmenlikte örnek olan insanlardan biriydi. Onunla tanışmışlığım 1978 yılında Öğretmen Koleji’nde ikinci staj dönemimi kapsamaktaydı…
YIL 1976 ÖĞRETMEN KOLEJİ’NE BAŞLARKEN…
1976 yılında Öğretmen Koleji’ne başlamıştım. Savaş sonrası Türkiye’nin verilen kontenjanlarını kabul etmeyip savaştan sonra bir yıllık boşluğu doldurup (Esirlik döneminden ötürü) tekrar Üniversite sınavlarına girip Türkiye’ye gitmeyi planlamıştım. Ama olmadı… Bir sene sonra sınavları kazanamadım ama Öğretmen Koleji sınavlarını kazanıp Girne’deki okulda üç yıllık bir eğitimden sonra öğretmen olup hayata öyle başlama kararı vermiştim. Öyle mi iyiydi yoksa savaşın da üstümdeki etkisi miydi bu şimdi bilemiyorum ama 1974 öncesi muhakkak üniversite eğitimi yapma niyetindeydim. Kıbrıs olayları buna fırsat vermedi. Olmadı…
ÖĞRETMEN KOLEJİ’NİN DEĞERLİ ÖĞRETMENLERİ UNUTULAMAZ
Öğretmen Koleji’nde bizleri öğretmenliğe hazırlayanları unutamam. Hepsi de bir değerdi. Ahmet Yıldırım, Zeki Paşaoğlu, Fadıl Efe, Ülvan Fadıl efe Hanım, Salih Bey, Çağla Hanım, İnci Kansu Hanım, Hüseyin Şenol ve Soner Arca Beyleri unutamam. Emekleri üstümüzde büyüktür (Gene isimlerini anımsayamadığım öğretmenlerim varsa beni bağışlasınlar.)
İLK STAJIM VE DAHA SONRA KARAOĞLANOĞLU İLKOKULU
Kısa keseyim, ilk stajım Alsancak Küçükler İlkokulu’nda oldu. Oradaki öğrencilerimi Meryem Duygun’ları, Seyyal’i (Bu öğrencilerimle hala daha temaslarım var) Yeşim’i ve diğerlerini (Arada çok unuttuklarım da var özür diliyorum yaş 67, kolay değil) bu arada oradaki kadroda rahmetli Osman Süleyman Hocamı, rahmetli Celaleddin Bey’i, Sevim Baran Hanımı, Hüseyin Hocamı unutamam. Gene 1979 yılında Karakum İlkokulu’nda rahmetli Alirıza Hocam’ı nasıl unuturum ki?
İKİNCİ STAJIM KARAOĞLANOĞLU İLKOKULU VE BİR EFSANE ÖĞRETMEN KARA MEHMET
Ülvan Hanım, Ahmet Bey ve Zeki Hocalar beni ve sınıf arkadaşım Atila Karaderi’yi Karaoğlanoğlu İlkokulu’nda okulun da müdürlüğünü yapan Mehmet Manavoğlu’nun yönetiminde altıncı sınıflara eğitim ve öğrenim vermek için görevlendirdi. İşte ben disiplinli ve başarıya koşan bir öğretmenin azmini ve bitmeyen dinamizmini orada gördüm. Kara Mehmet, hem öğretmenlik yapıyor, hem müdürlük yapmakta hem de okulunun öğrencilerini Lefkoşa’daki Maarif Kolleji’ne hazırlamaktaydı. Derslerini muntazam vermekte, biraz fırsat oldu mu hemen onlara boş saatlerinde özel dersler vererek hepsini de Maarif Koleji’ne hazırlamaktaydı ve üstelik onları Kıbrıs genelindeki atletizm yarışlarına da hazırlamaktaydı. Okul hem Maarif Sınavlarında hem de genel ilkokullar arası atletizm yarışmalarında birinciliklere doymuyordu. Kara Mehmet’in başarıları adeta efsaneleşmişti. Bu arada Kara Mehment’in hem İngilizce hem de Türkçe kitaplar okuduğunu ve zaman zaman benimle kitaplar üzerinde tartıştığını da söyleyeyim. Bilgisi beni adeta kendine hayran bırakıyordu.
Tabii ki onu çok yakından tanıma fırsatım oldu. Tabii ki onunla çok sohbetlerim de oldu. Omorfo Öğretmen Kolleji’nde babamın sınıfındaydı. Babamı benden iyi tanıyordu diyebilirim size… Hatta babamdaki birçok özellikler onda da vardı. Babam gibi pipo içiyordu mesela… Aynen babam gibi futbolcuydu, sporcuydu, sosyal faalliyetlerde yer alıyordu, çok iyi bir izciydi…. Edebiyatla, sendikacılıkla ilgileniyordu. Antrenörlük de yapmıştı ve o sıralarda hatırladığım kadarıyla hala daha antrenörlük yapıyordu da… Bitmek bilmeyen dinamizmi ve enerjisi o Öğretmen Koleji’nde öğrenciyken de vardı. Okulun tüm başarılarında onun da emeği vardı. Atletti, futbolcuydu, aynen babam gibi o da hiç durmaz ve devamlı hareket halindeydi. Bu yüzden Öğretmen Koleji’ndeki İngiliz öğretmenleri, kendisinin bana anlattığına göre ona bu bitmek bilmeyen enerjisinden ötürü “Black Bull” adını da vermişlerdi. Her türlü spordan haberdardı. Karaoğlanoğlu öğretmenlerinin çoğunu Limasol’da okutmuştu. Okulda bir sevgi ve saygı havası her zaman vardı.
KARAOĞLANOĞLU İLKOKULU’NUN ÖĞRENCİLERİNİ ANIMSARKEN
Okulun öğrencilerinin çoğu o bölgenin müstesna ailelerinin çocuklarıydı. Örneğin Baf’tan küçüklüğünü çok yakından bildiğim Özdil Nami (Eski Dışişleri Bakanlarımızdan) Futbolcu Münci’nin oğlu İbrahim, Limasollu Gabiraların çocuklarından biri, gene hatırladığım kadarıyla daha sonra İngiltere’de bir trafik kazasında ölecek olan meşhur İşadamı Bonanza ailesinin çocuklarından biri ve meşhur avukatlarımızdan Mustafa Güryel’in oğlu v.s. (O yıllarda hartırlayamadıklarım da varsa lütfen beni bağışlasınlar.)
KARA MEHMET VEYA MEHMET MANAVOĞLU’NUN TOPLUMUMUZDAKİ ÖNEMİ
Mehmet Manavoğlu ta emekliye ayrılana kadar toplumumuza bir entellektüel, sporcu ve de geniş bilgi ve tecrübeleriyle binlerce çocuk yetiştirdi. Sadece Kuzey Kıbrıs’ta değil Limasol’da da o günlerdeki genç kesimlerin ve sporcuların çoğunu yetiştirdi.
Kara Mehmet’in yanındaki stajım yaklaşık iki ay sürdü ama ondan aldığım bilgiler ve faydalandığım deneyimler yaşım şu anda 67 olmasına rağmen hala devam ediyor. Beni ilkokulda okutmadı ama iki aylık stajımla yanında gördüklerim hayatım boyunca bana örnek oldu, ilham kaynağı oldu. Ne mutlu bana ki böyle başarılı ve idealist bir öğretmenle birlikte çalıştım.
Öleli uzun yıllar oluyor. Hayata bir çizik bırakmak gerekir. Bu çiziği de Kara Mehmet gibi yapmak gerekir ki bir topluma aradan yüzlerce yıl geçse bile etkisi devam etsin.
Hep aydınlıklar içinde kalsın…
Güzel bir hatıra... Kara Mehmet, izci çocuklarla...
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...
“Bir papazın anıları: Umudun Tükendiği Zamanlar...”
Tacim Çiçek
Umudun Tükendiği Zamanlar, 1. baskısı 2023’te (Öteki Yayınevi) yapılmış. Edebiyat yapmaya gereksinim duymadan kişisel hayat hikâyesi ekseninde yaşanmışlıklara ve tanıklıklara dayanan anlatılanlar toplamı kitap; mikro tarih anlayışına oldukça uygun. ‘Mikro tarih’in, iyi tanımlanmış küçük araştırma birimleri (genellikle tek bir olay, bir köy topluluğu veya bir kişi) üzerinde yoğunlaşan tarihsel çalışma türünün adı olduğunu biliyoruz. Temel amacı, Charles Joyner’ın tanımını kullanmak gerekirse, “küçük yerlerde geniş sorular” sormayı öncelemektir ama bu ‘mikro tarih’in bir tık üstünde biyografi temelli yaşanmışlık anlatısı. Üstelik de kanayan, kanatan ve kabuklanmayan bir yaraya da dönüşmüş durumda anlatılanlar. Abraham H. Hartunian’ın oğlu Vartan Hartunian, babasının orijinal Ermenice elyazmasından İngilizceye çevirmiş. Onun ölümünden (1936) sonra da 1968’de derlenip Amerika’da yayımlanmış. Atilla Tuygan da temiz bir anlatımla Türkçeye çevirmiş.
HARTUNİAN, DEBBAĞDI...
Hartunian, 1872 Ağustos’unda Siverek’te (ki o zamanlar Diyarbakır’ın ilçesidir) doğmuş. Debbağ (sepici, tabak) ve kunduracılıkla geçimini sağlayan, (Eski dilde deri işleyen kişi. İşin yapıldığı yere de debbağhane denirdi. Günümüze bu kelime tabakhanedir) hiç okul yüzü görmemiş ama okuyup yazabilen, Kitab-ı Mukaddes’e düşkün, eğitimin değerini bilen, bu yüzden de eğitimi teşvik eden, Ermeni Evanjelik Kilisesi hareketine sadık bir inanmış adamın ve zamanının en iyi eğitimini alıp ulusuna yıllarca öğretmenlik yapmış bir annenin oğludur. Eğitim alarak ve sabrederek halkının kanaat önderi ve papazı olmuş. 1895-1922 yılları arasında Zeytun, Maraş ve İzmir’de görev yapmış. Ermenilere yapılan katliam ve tehcirlerden bir biçimde kurtulmuş. Kaçıp sığındığı Amerika’da ölmüş. Ölmeden önce kendi çocukluğundan başlayarak çalıştığı, okuduğu ve papaz olarak görev yaptığı yerlerde gördüklerini, yaşadıklarını ve tanıklık yaptıklarını, saldırılardan nasıl kurtulduğunu, kurtarıldığını iç sızlatan dille ama abartmadan ve edebiyat yapmadan yazmış. Osmanlı Hükümeti’nin imparatorluk sınırları içindeki Ermenileri yok etmek için 1895’ten başlayarak kasıtlı, acımasız ve örgütlü seferberlik 1915 Nisan’ından sonra da zirveye ulaşmıştır. Anlatılanlardan da öğreniyoruz ki sonrasında da yaklaşık yedi yıl sürmüş bu zalimlik ve neredeyse iki milyon ölümle sonuçlanmış.
ACILARA TANIK OLMUŞ...
Hartunian, yaşadığı özel deneyimlere ve kişisel hayat hikâyesine paralel bir kronolojiye dayanarak yaşadıklarını ve tanıklıklarını on dört kısımdan oluşan üç bölümde anlatır. İlk bölüm (sf. 13-58) 1872-1914, ikinci bölüm (sf. 59-128) 1914-1918, üçüncü bölüm (sf. 129-213) 1919-1922 tarihlerini kapsar. Her bölümde Ermenilerin yaşadıkları trajedinin artarak sürdüğünü aktarır. Anlattıkları Türkiye’nin güneydoğusunda geçer ve ABD’ye yolculuğunun başladığı İzmir’le sona erer. Okurken o acılı olayların nasıl başladığına, o bölgelerde barış içinde bir arada yaşamayı sona erdiren kırılmalara, halkların zalimlere, paramiliterlere ve erkin gücünü elinde tutanlara karşı birbirlerini koruma ve kollamalarına tanık oluruz. İşte o acılara tanık olmuş bir din adamı olan Hartunian’ın yazdıkları bu toprakların kadim halklarından olan Ermenilerin parçalanmış kalıntılara indirgendiği süreci kapsıyor. Ayrıca, Avrupalı devletlerin Ermeni sorununa yönelik politikalarını da eleştiriyor. Anlatılanlar adeta bir av partisidir. Erkekleri katledip kadınları ve çocukları Müslümanlaştırmak bir halkı korumasız bırakmaya dönük bir eylemdir. El koymalar sonucu yaratılan mülksüzleştirme de göçlerle sonuçlanır. Siverek özelinde 7 bin Ermeni’ye karşı başlatılan kıyımda 2 bine yakın erkek katledilir 1895’te; yeterli görülmemiş gibi 1904’te yeni katliamlar yapılır. 1908 Ağustos’unda Zeytun’da, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Özgürlük Beyannamesi kutlanır. Çok sürmez katliam başlar. Adana’da 1909’da başlayıp Kilikya’ya yayılan katliamlarda kayıplar artar. 1915 Soykırım süreci ve sonrasında Britanya güçlerinin önünde gerçekleşen 1919 Halep, 1920 Maraş Katliamları ve 1992 İzmir Yangını da Hartunian’ın başından geçen büyük felaketlerdendir. Yaşadıklarını, gördüklerini yazarak tanıklık yapan bir din adamının yazdıkları kanlı ve yanlış geçmişle yüzleşmemiz gerektiğini anımsatan bir sestir. Duyan (okuyan) her duyarlı ve gerçekçi insana bir tür çağrıdır bence geçmişten günümüze. Bu yüzden o acılı sese kulak vermeliyiz diyorum.
(YÜZLEŞME ATÖLYESİ – Tacim ÇİÇEK/Yeni Yaşam Gazetesi – 7.4.2024)