Geçtiğimiz hafta TC’nin Cumhurbaşkanı’nından bakanlarına kadar pek çok “yetkili” ağız, “Kıbrıs’ta çözüm sürecinden yana olduklarını (SAMİMİYİZ sözcüğüne vurgu yaparak); Mart ya da Nisan’da Referanduma gidilebileceği ve bu süreçte TC’nin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme konusunda kararlı olduklarını dillendirdiler…
Bir yandan, AB üyeliği yolunda, Kıbrıs’taki barış sürecinin öneminden (yenile farkına varmışlar gibi) söz eden bu ağızlar; diğer yandan, ülkelerinin Doğu ve Güney Doğu’sunu savaş alanına döndürmenin provalarıyla uğraşıyorlar…
Aylardır süren, “sokağa çıkma yasağı” insanların özgürlüklerini ortadan kaldırmakla kalmıyor; çocukların, kadınların askerler tarafından öldürülmesinde “gerekçe” olarak da kullanılıyor…
Diyarbakır, Cizre, Şırnak, Silopi ve Sur’da, asker, polis, özel harekat ve korucular tanklarla girdikleri mahalleleri, top atışına tutuyorlar...
Bir çok insan (Suriyeliler gibi) bölgeyi terk etmek zorunda bırakılıyor… Keskin nişancılar çocukları ve kadınları evlerinin önünde vurup; habercilik yapmak isteyen gazetecileri kaçırıyorlar..
Provakasyonlar ve demagoji ile, sürdürülen bu kıyım örtülenmek isteniyor… Cumhurbaşkanı, nüfusun yarısını terörist yada “yandaş” ilan edip hedef göstermekten; “o evlerde, o binalarda o açtığınız hendeklerde yok olacaksınız.” Diye tehditler savurmaktan geri durmuyor…
Şimdi biz bunların SAMİMİYETİ’ne mi güveneceğiz…
Ya da, adamızı “batmayan uçak gemisi” gibi kullananların, “üç garantör çözümün en büyük destekçisi olacak” laflarında mı arayacağız, o SAMİMİYETİ!..
Ortadoğu’da kaynayan kazan, ısındıkça büyüyor… Türkiye, Suriyeleşme sürecine çoktan girmiş… Emperyalist güçler, adamızı, o kazanı daha da karıştıran bir kepçe gibi kullanıyor; biz tüm bunların dışındaymışız gibi kendi uydurduğumuz masalların ninnisiyle uyumaya devam ediyoruz…
Herkes, “Çözüm kapıda” türküleri söylerken; (yukarıda yazdıklarımdan ötürü olsa gerek) benim karamsarlığım artıyor…
Yirmi üç yıl önce, bu köşeden yazdığım satırlar geliyor aklıma… Aşağıdaki isimlerin yerine, bugünkü muadillerini koyarak; olayları da güncelleştirerek (UBP-DİSİ görüşmesi; Davutoğlu, Anastasiadis/Çipras görüşmeleri; Eide’nin açıklamaları vb.) okuyun bu yazıyı…
Bakalım o günden bu güne ne değişmiş?
“Son günlerde toplumu saran yeni bir umut dalgası gündemi oluşturuyor: Kıbrıs’ta bir anlaşma umudu…
Kahvehanelerde, sokakta, evlerde, işyerlerinde karşılaşan insanlar hep bunu konuşuyor günlerdir… Konuşmalarda hep bir ikilem… Olur mu; olmaz mı?
Misafirliğe gittiğiniz evlerde insanlar nasıl olduğunuzu, ne içeceğinizi sormadan; anlaşma olup olmayacağını soruyor.
Kliniğe gelen hastam dişinin ağrısını unutup aynı soruyu soruyor öncelikle…
Hatta -hiç abartma yapmıyorum- düğünlerde damatla gelini beklerken; ya da tebrik kuyruğundaki gündem bile bu…
Umutları onlarca kez boşa çıkarılmış insanlar, her şeye karşın tedbirli… Umudunu açığa vurmak için karşısındakini yokluyor önce…
- Sence anlaşacaklar mı?
Karşı tarafın yanıtını olumlu ise hemen “kanıtlar” sıralanmaya başlıyor…
- Bu sefer masadan kaçmak kolay değil…
- Tabii… Sıkıysa kaçsınlar… Beş tane Güvenlik Konseyi üyesi dikilmiş başlarına… Vay kaçanın haline…
- Baksana, Mitsotakis “Veto”yu kaldırıyor; Demirel onu Karadeniz bilmem nesine alıyor… Yunan’ınan Türkiye anlaştıktan sonra bizimkilere…
- Öyle tabii… Bir da uyduruk Vaftiz töreni ayarladılar… Bu ayakları biz bilmeyiz sanki…
- Ben onu bunu bilmem; bu iş, bu sefer bitti… Yoksa, durup dururken Amerika’nın Omorfo’da işi neydi?
- Ya tapudaki işler ?..
- Yok yok… Bu sefer kimse kaçamaz… Bırak Derviş debelensin, kim dinler?
- Zaten onu dinleyen olsaydı, o adı var kendi yok tabella örgütcüklerinin imza kampanyası boklanmazdı.
- Birileri bükmüştür onların kulaklarını…
- Amerika Saddam’ı dize getirdi, da bizim kıçı kırıkları bırakacak?.. vs.vs…”
(2 Temmuz 1992 Tarihli EKİN GÜNDEMİ’nden)