Görüşmeler bir türlü yeniden başlayamadı. Uzun bir süre Anastasiadis’in güneydeki ekonomik krizin atlatılması gerekçesiyle ertelediği görüşmeler şimdi de ortak açıklama krizi ile geciktiriliyor.
Ortak açıklama gerekli mi?
Bana sorarsanız hiç gereği yok. Ama bunu Temmuz 2012 öncesi Rum tarafının AB dönem başkanlığını bahane ederek görüşmeleri keserken düşünecektiniz.
23 Mayıs ve 1 Temmuz 2008 tarihli toplantılarda Talat ve Hriatofyas tarafından kabul edilen ve ortak açıklamalarla kamuoyuna duyurulan zeminde 3 Eylül 2008’de başlayan görüşmeler o güne kadar ağır aksak sürüyordu.
Nisan 2010’da Cumhurbaşkanı seçilen Eroğlu bu zeminde sayın Talat’ın bıraktığı yerden görüşmelere devam etmeyi kabul etmiş ve Mayıs 2012’ye kadar da önemli bir ilerleme sağlayamasa da devam etmişti.
Ancak bu tarihte Rum tarafının AB dönem başkanlığını bahane ederek görüşmeleri durdurmuştu. Dönem başkanlığı bitince de Rum cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldi. Seçimi kazanan Nikos Anastasiadis “önceliğim ekonomik krizdir, bunu atlatmadan görüşmelere başlamam mümkün değildir” diyerek görüşme sürecini askıda bıraktı.
Eylül ayı geldiğinde iki tarafta da hareketlilik yoktu. Rum tarafı görüşmelere “Hristofyas’ın bıraktığı yerden devam etmeye” niyetli değildi. Eroğlu liderliği de durgunluktan memnun, topu karşı tarafa atarak beklemekteydi.
Bu arada Doğu Akdeniz’de doğal gaz ve petrol yatakları konusunda sondaj, bulunan gaz yataklarının verimliliğinin ölçülmesi için testler ve ekonomik değer belirleme çalışmaları sürdürülüyordu.
Bu hem Kıbrıs’ın, hem de İsrail’in MEB’inde bulunanlar için ayrı ayrı yapılıyordu. Bu işleri de başta Nobel enerji olmak üzere ABD şirketleri, AB üyesi ülkeler ve Rus şirketler yapıyorlar.
Tam bu noktada Uluslararası Kriz Grubu Türkiye/Kıbrıs Projesi Direktörü Hugh Pope’tan bir değerlendirme geldi. Pope İsrail açıklarında keşfedilen gazın boru hattıyla Türkiye’ye gelmesi konusunda, “Kıbrıs sorununu çözmeden bu projenin hayata geçmesi çok zor. Çözüm olmazsa Türkiye kaybetmiş olacak” değerlendirmesinde bulundu.
Hugh Pope açıklamasında Doğu Akdeniz’deki bu gazın Türkiye ve buradan da Avrupa pazarına taşınmasının en ekonomik çözüm olduğunu ve işbirliğinin şart olduğunu, bunun için de başta Türk enerji şirketleri olmak üzere tüm ilgili şirket temsilcilerinin Türkiye’deki yetkilileri ikna çabalarını sürdürdüklerini söyledi. Pope son olarak “Doğu Akdeniz’de herkes bir arada ya da herkes ayrı olacak. Herkesin ayrı olması da ‘pahalı’ya patlayacak” diye konuştu.
Bu gelişmelerle beraber dünyanın Kıbrıs görüşmelerine ilgisi de arttı. BM, ABD, AB her yönden bastırmaya başladı. Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları BM Genel Kurulu sırasında Kıbrıs sorununda ilk kez insiyatif alarak iki temsilcinin karşılıklı Ankara ve Atina’yı ziyaret etmesini kararlaştırdı.
Ekim ayında gerçekleşmesi beklenen bu ziyaret maalesef hala yapılamadı. BM kaynaklarının 4 Kasım’da planladıkları zirve de hala kesinleşmedi. Dahası 4 Kasım’da yapılmayacağı kesinleşti.
Gerekçe basit “Ortak Açıklama metni” üzerinde henüz anlaşılamadı.
Peki tıkanıklık nerede?
Benim duyumlarıma göre tıkanıklık hiç olmaması gereken bir noktada ortaya çıktı. O da Rum tarafının ısrarla 1 Temmuz 2008 tarihli Talat-Hristofyas açıklamasında yer alan “Tek uluslararası kimlik, tek egemenlik, tek yurttaşlık” ifadesini yeni ortak açıklamaya dahil etmek istemesidir. Elbette Türk tarafı bu ifadelerin yer almasına karşı değil. Ama bunun karşısında iç vatandaşlık vb. İfadelerin de ortak açıklamaya girmesini, ya da sadece 23 mayıs ve 1 temmuz 2008 tarihli ortak açıklamalara atıf yapılmasını talep ediyor.
Bu konuda henüz çıkmaz aşılamadı.
Bu arada iki önemli gelişme daha oldu.
Birincisi, Anastasiadis Limasol’da dikilen “Seferi Subaylar Anıtı”nın önceki günkü açılış töreninde “Kıbrıs Rum tarafı diyalog olsun diye diyaloğa oturması yönündeki baskılara boyun eğmeyecek” diyerek, uluslararası toplumun görüşmelerin bir an önce başlatılması için kendilerine baskı yaptığını itiraf etti.
İkincisi de önceki gün yapılan CTP-AKEL görüşmesi ve iki partinin ortak açıklamasıdır.
Bu ortak açıklamada AKEL ve CTP/BG’nin, “bugüne kadarki yakınlaşmalara ve Hristofyas ile Talat’ın ortak açıklamalarına bağlı kalınarak, görüşmelerin, geriye kalan konulara yoğunlaşmak üzere ve daha fazla gecikme olmadan bir an önce liderler seviyesinde tekrar başlaması gerektiği hususunda mutabık kaldığı” açıklandı.
Anastasiadis bu ortak açıklamaya da tepki gösterdi. Anastasiadis iki partinin ortak açıklamasının gerekli olup olmadığını sorgulayarak, “yeni ortak açıklamaya varılması konusunda bizim tarafın çabalarının altının oyulduğu” eleştirisinde bulundu.
Son olarak yine önceki gün basına yansıyan Rum tarafında yapılan bir anket sonuçlarına değinmek istiyorum.
Simerini gazetesinin haberine göre, 2-4 Ekim tarihleri arasında 808 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen ankette, “Çözüm sürecinde, Kıbrıs sorununun çözümü ve ekonominin kurtulması ikileminin gündeme gelip gelmeyeceği” konusunda yüzde 20,3’lük kesim “kesinlikle evet”, yüzde 34,2’lik kesim “belki evet”, yüzde 23,7’lik kesim “kesinlikle hayır” ve yüzde 17,8’lik kesim de “belki hayır” yanıtını verdi.
Buna göre ankete katılanların %54.5’i Kıbrıs sorununun çözümü ile ekonomik sorunların aşılacağına inanıyor. Buna kesin karşı olanlar ise sadece %20’dir. 2004 Referandum’unda %76 hayır oyu çıkan bir toplumda bu %55 önemli bir orandır diye düşünüyorum. Anastasiadis’in uluslararası toplumun baskılarından ve CTP-AKEL ortak açıklamasından rahatsızlığında bu oranın payı olduğunu düşünüyorum.
CTP’nin çözüm çabalarında itici rol oynamasını ve her iki taraftaki siyasi güçlerle görüşmeler yapmasının yararlarının da altını bir kere daha çizmek istiyorum.