Elias Dimitriu – AKEL Merkez Komitesi Üyesi ve Yeniden Yakınlaşma Bürosu Sorumlusu
Bugünlerde resmi devlet hitap ettiği temel kitleyi memnun etmek için cömertçe çelenkler koyuyor ve kahramanlar ilan ediyor. Savaşta ölenler için çelenkler, direnişçiler için çelenkler ama aynı zamanda darbeciler için de çelenkler! Böylece tarih şimdiki zamanda güya "farklı akımları bir araya getirmek" için bir araç olarak kullanılıyor.
Ancak bu şekilde geçmişin yaraları sarılıyor mu? Savaşların küllerinden doğan halklar böyle mi yollarına devam ettiler ve genç nesillerin geleceğini yeni temeller üzerinde böyle mi inşa ettiler?
Polonya'daki Auschwitz müzesini ziyaret ettiğimde dikkatimi çeken birçok şeyden biri de bu Nazi cehennemine Almanya'dan yapılan okul ziyaretleriydi. Ve kendi tarihi hakkında farkındalık kültürünü Kıbrıs'taki resmi anlatılarla gayri ihtiyarı de olsa bir karşılaştırmanın sonucu benim için acı vericiydi: Seçmeci bir şekilde ifade edilen "Den ksehno” (Unutmuyorum) söylemleri, özeleştiri eksiklikleri, şoven suçların kınanmaması, yaraları iyileşmesine katkıda bulunacak cesur açıklamalar ve eylemler yapma isteğinin olmaması…
İstisnalar yok mu? Elbette var. Cumhurbaşkanı iken çıkıp da geçmişte Kıbrıslıtürklerin katledildiğinden söz eden Dimitris Hristofyas gibi ya da her iki taraftan da şovenizmin kurbanlarını Kıbrıslıtürk siyasi partilerle birlikte sembolik olarak onurlandıran AKEL gibi… Bir başka istisnayı da toplu katliamlardan sağ kurtulan ve iki toplumun dostluğuna katkıda bulunma yolunu seçen insanlara bu yıl "Barış Ödülü" veren Kıbrıs Barış Konseyi teşkil etti. Bir diğer istisna da kayıpların araştırılmasına katkıda bulunan kişilerin Kıbrısrum ve Kıbrıslıtürk toplumundan bir dizi örgüt tarafından 12 Temmuz’da onurlandırıldıkları etkinlik oldu.
Bir ülkeye sadece tek bir milletin ve tek bir ideolojinin sığabileceğine inanan güçlerin yakın tarihimizde her iki tarafta da şoven güçlerin ağır suçlar işlediği bir gerçektir. Dahası bu güçler “ulus için en iyi olanı” sadece kendilerinin bildiğine ve bunu da kelimenin tam anlamıyla cesetlere basa basa tüm ülkeye dayatma hakkına yalnızca kendilerinin sahip olduğuna dair kibirli bir katiyet duygusuna sahiptiler.
Nice köyleri kana bulayanlar, kadınlara şiddet uygulayanlar, yağmalamalar yapanlar yine onlardı. Ve tüm bunlar 20 Temmuz'da, hatta 15 Temmuz'da dahi başlamadı; daha geriye gitmemiz gerekiyor: 1958'de (her iki toplumda da yaşanan) Solcu avına, 1963'ten itibaren Kıbrıslıtürklerin öldürülmelerine gitmemiz ve emperyalistlerin ellerini ovuşturduğu bu dönemde misillemelerle 1974'e kadar yaşanan şiddet döngüsünü tetikleyen suçlar ve son tahlilde -her zaman olduğu gibi- çoğu kez kurbanların hep masum insanlar olduğu hakkında konuşmamız gerekiyor.
Denktaş'ın 1974 sonrasında kurdurduğu ve Kıbrıslırum şovenlerin suçlarının kaba ve tek boyutlu bir şekilde sunulduğu “Barbarlık Müzesi”ne ilkokul öğrencisiyken (önceleri zorunlu olarak yapılan) ziyaretlerde pek çok Kıbrıslıtürk travmatik deneyimler yaşadılar. Ancak bir gün tüm suçların; şiddete, tecavüze uğrayan ve kendi toplumları tarafından da damgalanan bir kenara itilen, ötekileştirilen kadınlara karşı işlenen suçların, kendi toplumlarında işlenen siyasi cinayetlerin kurbanı olanlara ve daha sonra kendileri ve hatta aileleri "hain" olarak damgalananlara karşı işlenen suçların, 1958 ve sonrasında Kıbrıslıtürk solculara karşı işlenen suçların 1974 Darbesi’nin kurbanlarına, teslim olan askerlere, sivillere karşı işlenen suçların, toplu cinayetlerle işlenen suçların bir arada sergileneceği bir barbarlık müzesi açsaydık ne kadar akıllıca davranmış olurduk?
Milliyetçiliğin o trajik yükselişinin üzerinden kırk dokuz yıl geçtikten sonra, artık daha akıllıca davranmak zorunda değil miyiz? Kara yıldönümlerinde iki toplumun liderlerinin darbecileri ya da mücahit kahramanları taçlandırmaları yerine, Atlılar-Muratağa-Sandallar, Aşşa, Palekitire, Dohni ve diğer yerlerde sivillere yönelik toplu katliam kurbanı siviller için, "Ortak Acımız" için çelenk koymalarının zamanı ne zaman gelecek?
(AKEL Merkez Komitesi Üyesi ve Yeniden Yakınlaşma Bürosu Sorumlusu İlias Dimitriu’nun “Ortak acımız için bir çelenk yok mu?” köşe yazısı 23 Temmuz 2023 Pazar günü Haravgi gazetesinde yayınlandı).
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...
“Bir görevli olmanın dayanılmaz sıradanlığı...”
Ragıp Zarakolu
İletişim Yayınları, Tanıl Bora’nın editörlüğünde ve çevirmenliğinde hazırlanan faşizm incelemeleri dizisinde peş peşe okunup irdelenmesi gereken araştırmalar yayınlıyor... Bunlar arasında Daniel Lee’nin 2022 Eylülünde ODTÜ felsefe bölümünde doktora yapan Büke Temizler’in tercümesi ile çıkan kitabı: SS-Subayının Koltuğu / Bir Nazinin Gizli Yaşamının Peşinde de var (344 s.)
Daniel Lee, İkinci Dünya Savaşı üzerinde yoğunlaşmış bir İngiliz tarihçi. Londra’da Queen Mary Üniversitesi’nde ders veriyor. Özellikle Fransa ve Kuzey Afrika Yahudilerinin Holocaust hikayesi üzerinde yoğunlaşmış, kitap yazmış: Petain’s Jewish Children: French Jewish Youth and the Vichy Regime, 1940-1942 (Oxford Un. P. 2014).
SS-Subayının Koltuğu, bir film tadında sizi alıp götüren bir kitap. Bir koltuğun döşemesinin altından çıkan belgeler nelere yol açıyor!
“Bütünüyle heyecan verici, sürükleyici… Karanlık bir geçmiş gün ışığına çıkan öykü… Bir dedektif hikayesi gibi gelişiyor… Tarihsel yorumun sürükleyici bir çalışması” diye övgüler aldı kitap.
2011 yılında bir resepsiyonda Daniel Lee bir kadınla tanışır. Annesi Amsterdam’da bir mobilyacıya koltuk götürür onarılması için. Adam yastığın döşemesini söktüğünde, içine sokuşturulmuş Nazi belgeleri ile karşılaşınca iade eder, “Nazi ailesi için iş yapmam!” deyip.
Daniel Lee, aile ile bağ kurup belgeleri devralır ve bir sürü ülke ve arşivdeki macerası başlar.
Koltuk sıradan bir Nazi görevlisine, Dr. Robert Griesinger’e aittir. Görev yaptığı Prag’dan kaçmaya fırsatı olmaz. Ailesi Batı Almanya’ya yerleşir.
Nazi devlet terörü mekanizmasının sıradan bir parçasıdır Dr. Griesinger.
General Kenan Evren diktasının sıradan parçalarını hatırladım ister istemez.
“Düşük rütbeli görevlilerin, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda neler yaşadığına dair hâlâ çok az şey biliyoruz. Griesinger’in hayatı, Nazi yönetimini mümkün kılan şeyi anlamamızı sağlıyor. Ünlü fanatikler ve katiller, eğer hükümeti ayakta tutan, evrak işlerini yapan, korku ve şiddet tehdidi içlerine işlenmiş, rejimin potansiyel kurbanlarıyla yan yana yaşayan sayısız destekçiler olmasaydı var olamazlardı.”
Bir koltuktan çıkan belgelerin izini süren Daniel Lee, SS: 161.860 Nolu bir Nazinin hikâyesini gün yüzüne çıkarıyor. Sadece kurbanların değil faillerin de bir numarası vardır!
“Sıradan” bir Alman nasıl bir Naziye dönüşebildi ve dönüşümün arkasında yer alan güdüler neydi? Sıradanlığı nasıl bir şeydi ve o sıradanlığı yaratan koşullar neydi?
Bu arada ailenin geçmişi ve anlayış tarzı yanında, 1. Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın içine düştüğü durum neydi? Bunları da yakalıyorsunuz satır aralarında.
Dr. Griesinger neden SS subayı oldu, ne tip bir insandı? Birçok Almanın belleğinde Nazi dönemi adeta kayıttan silinmiş gibidir. Bir milyon üstündeydi sayısı SS görevlilerinin. Aileleri yırtmıştır adeta tarihin o sayfaları. Bu bir dönemi ‘unutma’ ve ‘üzerini örtme’ isteği 1968 gençliğinin yükselişine kadar devam etti.
Aile değerleri Dr. Griesinger’i nasıl şekillendirdi? Annesi Wally’nin günlüklerinden, Protestan ve Yahudi düşmanı bir gazete alan, hayli milliyetçi bir kadın olduğunu anlıyoruz. 1906’da doğan Robert’in kuşağı savaş ve karışıklıklar döneminin çocukları. 1918’de Alman İmparatorluğu’nun çöküşü, anarşi ve iç savaş koşulları. Bolşevik/Spartakist devrim korkusu, İspanyol gribi, darbe girişimleri ve 1923’teki korkunç ekonomik çöküş… Milliyetçi ve Weimar karşıtı bir ailede yetişen Robert liberal demokrasiye şüpheyle bakar… Geleneksel yapılara, sosyal ve siyasi otoriter yapılara dönmektir ona göre çare… Bu genç kuşağın çoğu kendini önemser, soğuk ve sert bir yapıya sahiptir, aşırı duygusaldır. “Wally’nin günlüğüne göre, Griesinger daha ortaokulu bitirmeden, aşırı milliyetçi, oldukça gerici bir karaktere sahiptir.
Dr. Griesinger milliyetçi-ırkçı bir ortamda vasat bir öğrenci olarak yetişir. Üniversitede de vasat bir öğrencidir, hukuk eğitimi alır. 1933’te yaşadığı bölgenin içişleri bakanlığında işe başları ve SS’e katılır.
Griesinger’in önüne 9 Kasım 1938, Kristal Gece gibi Nazi kimliğini sergilemek için muhtelif fırsatlar çıkar. Kristal Gece’de, Stuttgart İtfaiye Teşkilatı yangınlara müdahale etmek bir yana, sinagogun ateşe verilmesine yardımcı olur. Kariyerizm onu, işgal altındaki Prag’da görev almaya iter, kendisi katil olmasa bile, 1941’den itibaren suça ortak olur, soykırımcılarla birlikte çalışır, en acımasız rejimin gönüllü bir parçası olur. Sıradan bir insan olarak…
Dr. Griesinger, Prag’da, zorla çalıştırılmak için toplanan 75 bin Çek erkek ve kadının nakil işlemlerinde görev alır. Savaş sonunda, orada ölür. Cesedi bile bulunmaz.
Nazi iktidarında iş yapıyor olmaktan rahatsızlık duymayan, üstlerinden övgü peşinde, Nazi memuru kimliğiyle neler yaşandığının ve nelere yol açtığının farkında, sıradan biridir Dr. Griesinger.
Koltuğu döşemeciye düşmese ve saklı belgeleri Daniel Lee gibi bir araştırmacının eline geçmese, adı asla bilinmeyecek, herhangi bir Nazi memurudur Griesinger…
Faşizm, sıradan insanını, memurunu, gönüllüsünü bulmakta hiç zorlanmadı. Ne o gün, ne bugün.
(YENİ YAŞAM GAZETESİ – Ragıp ZARAKOLU – Temmuz 2023).
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR DÜNYADA YAŞANANLAR...
“Bosna’da bir savaş suçlusu hapse girince, ailesi neler yaşadı?”
Olivera Simiç – BIRN
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’ndan (BIRN) Olivera Simiç’in Bosna’da bir savaş suçlusu hapse girince ailesinin neler yaşadığını kaleme aldı. Simiç’in 25.7.2023’te yayımlanan yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Simiç şöyle yazıyor:
*** Bir kez Boşnak savaş suçluları mahkumiyet alıp da hapse gönderilince, bir anda kamuoyunun gözü önünden ve ilgi alanından kayboluyorlar. Bunun sonucunda, cezalarını nasıl çektikleri ve bunun ailelerini nasıl etkilediği hakkında pek az şey biliyoruz.
*** Alen’in hikayesi (bu onun gerçek adı değildir) savaş suçlularının hapsedilmesinin, dışarıdaki ailelerini nasıl etkilediği hakkında bize bir ipucu verebilir. 2021 yılında Bosna devlet mahkemesi, Alen ile birlikte birkaç kişiyi daha sivillere ve savaş esirlerine karşı savaş suçu işlemekten altı seneye kadar hapse mahkum etti. Sırp sivillerin evlerinde silah sakladıkları kuşkusuyla tutuklama emri vermekten mahkum edilmişti.
*** Alen’in oğlu, ailenin bu konudaki iddialarla ilgili neler bildiğini aktarıyor: “Savaşın sona ermesinden sonra, savaşta birşeyler olup bittiğini biliyorduk... Bazı komuşularımız babamla ilgili dedikodu yapıyorlardı, bu dedikodularda babamın elebaşı olduğu, Sırp sivillerin ve ayrıca Hırvatlar’ın ve bazı Boşnaklar’ın zorla gözaltına alınmasına dair emirleri babamın vermiş olduğu konuşuluyordu...”
*** Savaş sona erer ermez, Devlet Araştırma ve Koruma Ajansı, Alen’in komşularından ifade almaya girişmişti... “Bu soruşturma da yedi, sekiz yıl kadar sürmüştü” diye anlatıyor oğlu. “Babam 2002 yılında Uluslararası Polis Görev Gücü IPTF tarafından görevden alınmıştı. Geliri olmaksızın öylece kalakalmıştı, benim de çok düşük bir maaşım vardı. Ailemiz yoksulluk sınırında yaşamaktaydı. O günlerde ben 25 yaşındaydım. Kardeşim öğrenimini sürdürmekteydi. Annem evhanımıydı...”
*** Alen’in işten durdurulmasından sonra IPTF, Alen’in çalıştığı yere girerek burada işlemiş olduğu iddia edilen savaş suçlarına dair kanıt toplamaya çalıştı ve başka şahitlerden de ifadeler aldı. Alen’in mahkemesi on sene devam etti, ailesi bu süreçte avukatlar ve savunma şahitleri için yaklaşık 50 bin Euro harcamış olduklarını söylüyorlar. Avukatlar ve savunmanın şahtileri Bosna’ya her gelişlerinde, aile onların otel, seyahat ve yiyecek masraflarını ödemekteydi.
*** “Komşumuz olan bazı Sırp şahitler, babamın kendilerine karşı herhangi bir suç işlemediğini, tam tersine kendilerine yardım ettiklerini söylediler. Nihayetinde bu geri tepecekti çünkü mahkeme kendisine “Neden onlara yardım ettin de başkalarına etmedin? Bunun nedeni nedir?” diye soracaktı. Yani hafifletici bir gerekçe oluşturmak yerine, mahkumiyetine yardım etti bu ifadeler sonuçta” diyor Alen’in oğlu. Hakim “Eğer bunlara yardım edebildiyse, o zaman elinde güç vardı” demiş.
*** Alen’in oğlu, babasının bazı tutuklulara nasıl yardım etmiş olduğunu da aktarıyor: “Komşularımız, Sırp kadınlar, evimize geliyor, bize turta ve giysi getiriyor, babam da komutan olduğu kampa bunları götürüyordu çünkü kampa bunları sokabiliyordu. Bu tutuklulara yardım etti babam çünkü eşleri babamı tanıyordu...” Ancak mahkeme bunu ağırlaştırıcı bir faktör olarak algılamış. Ailesine göre Alen komutandı fakat sivillerin tutuklanmasına dair kararları kendisi vermiyordu. Ancak mahkeme başka türlü düşünmekteydi.
*** Savaş suçları işlenmiş olduğunu inkar etmeyen aile, Alen’in kişi olarak herhangi bir savaş suçu işlememiş olduğuna inanıyor: “Savaş esnasında yüzlerce diğer polis gibi yalnızca üstlerinin verdikleri emirleri yerine getiriyordu ve onlar da, babamız da konuşturmaya tabi tutuldu” diye anlatıyor Alen’in oğlu.
*** Duruşma esnasında Alen, tutuklanan insanlar için üzgün olduğunu söyledi. Ancak mahkeme Alen’in pişmanlık getirmeyişini dikkate alarak bunu da kararında belirtti. Oğluna göre, o koşullar altında bu pek de mümkün değildi: “Babam yasadışı tutuklamaya maruz kalan insanlara üzülüyor ancak işlememiş olduğu bir suç için neden pişmanlık duysun ki? Eğer suçlu olmuş olsaydı, bunu itiraf ederdi, o zaman pişmanlık duyardı – ancak bu işlere karışmamış olduğu için nasıl pişmanlık getirecekti ki?”
*** On sene boyunca soruşturma altında olan Alen, 2002’de işinden uzaklaştırılmasına karşın 2012’ye kadar aşağı yukarı normal bir hayat sürdürebilmişti, yani duruşmalar başlayıncaya kadar. Soruşturmanın devam ettiği o yıllar boyunca kaçıp mahkemeye çıkarılmaktan kurtulabilirdi ancak yurdunu terketmek istemiyordu. Alen’in bazı meslektaşları, aynı kampta gardiyanlık etmişlerdi – bu kampta tutuklulara karşı savaş suçları işlenmişti, gardiyanlık eden bu diğer meslektaşlar ülkeyi terkedecekti. Ancak Alen ve ailesi, ülkeden ayrılmayı düşünmediler. “Meslektaşları ülkeden kaçtı ancak babam kaldı, tutuklandı ve onların işlemiş oldukları suçların da hesabını vermek durumunda kaldı” diye anlatıyor Alen’in oğlu.
*** Alen’in oğlu babasının hiçbir zaman ülke içinde veya dışında serbestçe hareket etmekten men edilmemiş olduğunu anlatıyor. “Bir kez 2012’de duruşmalar başlayınca tutuklandı babam ve gözaltında kaldı, orada on ay geçirdi. Polis pasaportuna el koydu fakat 2013 yılında serbest bırakıldıktan birbuçuk yıl sonra, ona empoze edilen tüm sınırlamalar da kaldırılmıştı.” Hareket serbestisi üzerindeki sınırlamalar kaldırılmıştı çünkü polis, Alen’in kaşma riski olmadığına kanaat getirmişti diye izah ediyor oğlu.
*** “Babam hiçbir zaman, hiçbir suç işlemedi, trafik suçu bile yoktu babamın. Mahkeme uzun sürdü, pek çok şahit vardı – babam duruşmalar olduğunda senede bir kaç kez mahkeme oturumlarına gidiyordu. Pasaportu da kendisine iade edilmişti, böylece hep birlikte yaz tatiline de çıkmıştık” diye anlatıyor oğlu. “2021 yılında mahkumiyetini çekmek üzere çağrılıncaya kadar serbestçe dolaştı babam” diyor.
*** 2021 yılında duruşmaların başlamasından tam dokuz sene sonra Alen mahkum edilmişti. Bunu temyize götürdü ve yeni bir duruşma yapıldı. Ancak temyiz mahkemesi hızlıydı, sunulan yeni bir kanıt ya da şahit yoktu çünkü. İkinci kez mahkumiyet kararı verildi Alen’e. Mahkumiyetin açıklanmasından altı ay sonra Alen, suçunun cezasını çekmeye davet edildi ve buna gönüllü olarak gitti. Diyabet hastası ve kalp sorunları vardı – kalp sorunları nedeniyle iki stent taktırması gerekiyordu ancak mahkumiyetini ertelemek istemiyordu.
*** Nihayetinde Alen, savaş suçlarına karıştığına dair ilk dedikoduların ortaya çıkmasından 20 sene sonra, hapse girecekti. Hapse giderken oğlu ona eşlik edecekti: “Hiç kimseciklerin bunu yaşamasını istemem. Korkunçtu. Çocuklarımızla, torunlarıyla ve ailemizle evde vedalaştı...”
*** Alen, hapishanedeki diğer mahkumları tanıyordu, onlar da savaş suçlarından mahkum olmuş Sırplar ve Hırvatlar’dı. Aynı hapishanede Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar yatmaktaydı... Alen’in oğlu, serbest bırakıldıktan sonra bu insanların bazılarının hala kendilerini arayıp babalarının durumunu sorduklarını anlatıyor. “Hepsi aynı kuşaktandır. Dostluk kurdular, birbirlerini motive ettiler ki mahkumiyetlerine dayanabilsinler, birbirlerine yardım ettiler...”
*** Alen’in oğlu babasının hapishanedeki eksersiz saatlerinde özellikle tecavüz ve organize suçlardan ötürü hüküm giymiş mahkumlardan kaçındığını, vaktini daha çok savaş dönemi komutanlık yapanlarla geçirdiğini anlatıyor. Hapishane çevresinde günde iki saatlik yürüyüş hakkını, onlarla birlikte yürüyerek geçiriyormuş babası. “Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar, hapishanede birbirleriyle ahbaplık ederek birlikte yiyip içiyorlar” diyor Alen’in oğlu.
*** Savaş suçlarından mahkum edilmiş bu mahkumlar, her yemekten sonra birkaç saat kilit altında tutuluyorlar ancak hücrelerinin kapıları açık... Kendileri için birşeyler satın alabilecekleri bir kantin de var. Fakat Alen’in parası yok ancak oğluları her ay bir miktar para yatırıyor onun adına ki kantinden alış-veriş edebilsin. Diyabet hastası olduğu için çoğunlukla domates ya da düzenli yiyebileceği konserve yiyecekler satın alıyor. Alen’in ailesi hücresindeki kablolu TV parasını da ödüyor. Her haftasonu oğluları aileleriyle birlikte onu münavebe usülü ziyaret ediyor. Bu ziyaretler bir saatle sınırlı...
*** “Her ziyaretimizden sonra annem ağlıyor. Onu hapishanede bırakıp gitmek her defasında bana zor geliyor. Hapishaneye her gidişimiz, bizi hasta ediyor” diye anlatıyor oğlu. Alen şimdi 73 yaşında, her gün hücresinde insülin iğnesi vuruyor kendine. Kendini meşgul etmek maksadıyla hapishanedeki marangoz atölyesine yazılmış, örnek bir mahkum olup erken salıverilmeyi umuyor.
*** “Babam çok munis davranıyor. Hiç kimseciklerin onunla bir sorunu yok. Herkes onun için çok iyi şeyler söylüyor. Hasta olduğu için bir psikoloğu ve bir de doktoru vardır” diyor oğlu. Alen, mahkumiyetinin üçte ikisini çektikten sonra ancak erken salıverilmeye başvurabilir. Altı yıllık mahkumiyetinin ikisini çekmiş durumda. Avukatı, Bosna-Hersek Anayasa Mahkemesi’ne 15 ay önce bir başvuru yaparak, ikinci mahkumiyetin geçersiz sayılmasını istemiş çünkü avukatına göre, Bosna-Hersek’in anayasa ve cezai hukuk prosedürünün yanısıra Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun belli maddeleri dava esnasında çiğnenmişti. Alen ve ailesi, bu konudaki mahkeme kararını hala bekliyor...
(BIRN’de Olivera Simiç’in 25.7.2023’te yayımlanan yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
Bosna devlet hapishanesinin havadan görünümü...