Yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız şu zaman diliminde, 1 Mayıs’ı kutlamak, ezilen tüm sınıf, kesim ve bireylerin yanında olmak ve ekonomik, sosyal haklarını yükseltmek adına çalışmak, dayanışma içerisinde olmak, mücadeleyi küresel kılmak çok önemli bir konu.
Bugün dünyada bütünlüklü düşünce sistemlerinin, siyasi değerlerin erozyona uğratılmaya çalışıldığı, ilkelerin, siyasi ahlakın ve toplumsal değerlerin baskı altına alınarak yok edilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Tek düşünce, tek akıl, tek yöntem, tek çözüm, tek model gibi tek tipleştirici, aynılaştırıcı, insan yaratıcılığını ve düşünsel değerlerini yok edici büyük bir akıl tarafından yönetilmeye çalışılıyor dünya. Evet bu da bir akıl…Akılsızlık ya da akıl yitimi değil. Akıl yoksunluğu hiç değil. Büyük bir akıl !
Toplumu sosyal bir yapı olarak kurgulayan her şeye karşı savaş açmış, ortaklığı, ortak değerleri, paylaşımı, birlikte yaşamı, birlikte yaşama dair düşünmeyi, dayanışmayı kırmak için tüm imkanlarını seferber etmiş, sendikalara, sivil toplum örgütlerine hatta değişimden yana siyaset yapan tüm siyasi partilere dahi savaş açmış bir akıl. Siyasetin içini boşaltıp tek tipçi modelleri, daha yeni, en çağdaş diye pazarlayan bu akılın adı Neoliberalizm.
Siyaseti hiçleştirmeye çalışan, küresel sermaye ağının ve gücünün koşulsuz egemenliğini (zihinlerde de) meşrulaştırmaya çalışan bu paradigma, bugüne kadar görülmemiş bir körleştirmeyi de beraberinde getiriyor. Alternatif yaşam ve mücadele alanlarını anında sistem dışına çıkarma konusunda devletin tüm imkanlarını kullanmayı başarılı bir şekilde gerçekleştiren Neoliberalizm, kendini sinsice hakim kılmaya çalışıyor. Bir yere kadar başarıyor da.
Devletin daraltılması adı altında, sosyal yanı sökülüp atılan, şirketleştirilen devlet yapısı ile her türlü devlet imkanını küresel sermayeye açması, şirket devleti kendine hizmet sunan bir oluşuma dönüştürmesi ve bu yöndeki akıl yürütmeyi, dayatmayı, baskıyı kendi sisteminin devamlılığı adına talep etmesi en önemli özelliği... Bu “yeni” durumdan/düzenden/sistemden tüm toplumun kazançlı çıkacağını öne süren Neoliberalizm, bugün çalışanların, emekçilerin, ezilenlerin, mağdur edilenlerin, toplumsal değerlere önem verenlerin en büyük düşmanıdır.
Kapitalizmin bu yeni aşaması, yarattığı körleşme ile, bugüne dek görülmemiş bir tahribata imza atıyor. Zihin tahribatı…
İnsanlık tarihi veya siyasi tarihi gözetmeyen ve salt ileriye bakmak adına önündeki uçurumu görmeyen siyaset yapıcılarının, ilerleme ve gelişme adına kendini bu girdaba kaptırması, 21. Yüzyılda gerçekten tarihin bir ironisi olsa gerek.
İktidar kavramı ile hesaplaşıp, gerçek iktidarın ne işe yaradığını tanımlamadan, ona göre mücadele etmeden, onu önlemeden, parçalamadan; muhalif duruşu her türlü siyasi konuma şamil kılmadan; her geçen gün insanlığı tehdit eden, büyük bir felakete doğru sürükleyen küresel ısınmayı dert etmeden, buna uygun bir yaşam tarzı önermeden, ona uygun yaşamadan ; ezen ezilen ilişkisinin bitmesi için gerekli olan bütünlüklü anlatıların değerini kavramadan; kadının ezilen bir sosyal aktör olarak, toplumsal konumunu hissetmeden, görmeden ve bu yönde gereğini yapmadan; çalışanların, işçilerin, emekçilerin her gün geriletilen haklarına dair küresel mücadele vermeden; sendikal mücadelenin değerini ve sendikaların toplumsal sorumluluklarını ve sosyal rollerini kavramadan; LBGT bireylerin haklarını fark etmeden; demokrasinin dört yılda bir oy vermek demek olmadığını, genişleyen bir model, sürekli gelişen bir yaşam biçimi olduğunu anlamadan…örgütlülüğe inanmadan….bu büyük akla karşı küresel direniş imkanları aramadan... “insan” merkezli bir duruş sergileyebilir miyiz; yol alabilir miyiz?
Tüm bunlar üzerinden özgürlükçü ve eşitlikçi bir radikal mücadele öngörmeden ve Neoliberalizme karşı küresel mücadele ekseni için çaba sarf etmeden 1 Mayıs’ı düşünebilir miyiz?