Yeni bir yıla doğru gittiğimiz bu günlerde hemen hemen her gün gencecik insanların ölüm haberleriyle uyanıyoruz. Bu sabah yataktan kalkmadan yazmayı düşündüğüm yazının giriş cümlelerini tasarlamıştım. Kayseri’deki patlama haberini okuyunca beynim ve yüreğim dondu, cümlelerim kendini imha etti. Gündem ölümün şiddetiyle dolu. Nefes alma imkânımız kalmadı. Yazıyla bir şeylere müdahale edilebileceği inancım da sarsılıyor. En kötüsü bu.
İyi olan tek şey var. Dünyada pek çok insan ile aynı doğrultuda düşündüğümüzü bilmek. Ortak kalp ağrısını hissetmek. Bu ortak kalp ağrısı bir dönüştürme gücüne sahip olabilir mi? Bütün mesele bu…
Bu kalp ağrısı her yerde aslında ama kimileri bunu karşı şiddet ve intikama tercüme ediyorlar. Kandırılmış, yanılsama içinde bir gözbağıyla yürüyen intikam ordusu oluşuyor bir yandan da… Durum çok vahim.
Şiddetin meşrulaştırıldığı, ölümün kutsandığı, barış için çırpınanların cezalandırıldığı bir ülke haline gelmiş Türkiye. Kıbrıs’ta ise salına salına giden korkak bir çözüm masası var. Sokaklara dökülmekten, sesimizi yükseltmekten başka çare göremiyorum ben. Böylesi zamanlarda barış talebinin olabildiğince yüksek sesle işitilmesi önemli.
Dünyada erkek egemenliğinin, maçoluğun, hamaset ve savaş çığırtkanlığının mahkûm edildiğini düşündüğümüz zamanlarda Trump, Putin, Erdoğan gibi üç liderle karşı karşıyayız. Biraz da anti-tezin yükselişi gibi bu. İnsanlık büyük bir sınavdan geçiyor.
Bu tabloya bakıp ahlayıp vahlamaktansa kendi küçük alanlarımızda daha iyi bir dünya için mücadelemizi sürdürmemiz önemli. Savaştayız. Bunu kabul edelim önce… Dünyanın bir yerine süren bir savaş dünyada savaş var anlamındadır. Bu dünya artık “kelebek etkisi” altında bir dünya.
Noel ve yeni yıl kutlamaları için süslenmiş şehirler, kişisel hayatlarımızı ışıtan küçük sevinçler elbette önemli, karalara bürünmek savaşa yenilmektir çünkü… Bütün bu kutlamaların bir yaşamı kutsamaya, gencecik canları elimizden alan savaşı lanetlemeye dönüşebilmesi önemli olan.
Savaş için seferberlik ilan eden liderin karşısına barışın söylemi, şarkıları, kardeşliğin, dayanışmanın, milliyetsiz sevginin kelimeleriyle dikilmeli.
Bütün bu kandırılmış insanların savaşa değil barışa ihtiyacı var. Barış olsa nasıl bir ülkede yaşayacaklarını, hayatlarının nasıl da olumluya doğru gelişeceğini göstermek lazım onlara.
Barışseverlerin sesinin kısılmaya çalışılmasının en önemli nedeni de bu zaten. Savaş’ın bir avuç çıkarcının iktidarını sağlamaktan başka kimseye yararı yok. “Savaşın, daha çok savaşın, ölün, daha çok ölün” diyenin karşısına barışın kelimeleriyle çıkmak bir kan gölünün ortasına konan beyaz güvercinin kanatlarının kanlanması demek olsa da gökyüzünü umutla doldurmaktan başka çare yok.
Devrilen bir barış masasının bir ülkeyi nasıl karanlığa götürebildiği ortada.
Kıbrıs’ta çözüme asılmak, bir an önce kendimizi bu savaş coğrafyasının tuzaklarından kurtarmak için çalışmak zorundayız. Kıbrıs’ta bir çözüm bütün bölge için bir umut, bir model oluşturabilecektir. Şu an Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs üçgeni içindeki barışseverlerin Kıbrıs üzerinden kendilerine yeni bir çıkış yolu arama zamanı. Kıbrıs’ı çözmek barışın hanesine önemli bir çeltik atmak demek.
Bu ortak kalp ağrısında buluşan insanlar olarak Kıbrıs’a yoğunlaşalım derim. Mutlu bir habere, bir kucaklaşmaya çok ihtiyacımız var.
Çözüm pek kolay görünmese de tutunacak bir dal var burada. Kıbrıs’ta olumlu bir gelişme yaşanması bütün coğrafyayı etkileyecek bir dokunuş oluşturabilir. En azından hala bir masa var ortada. “Ya çözeceksiniz ya çözeceksiniz” diyelim onlara. Akıllarımızı birleştirip ne yapmamız gerekiyorsa onu yapalım. Durum vahim. Kaybedecek zamanımız yok.