Kıbrıs Rum Meclisinin 1950 Enosis Plebisiti ile ilgili almış olduğu karar ile birlikte Kıbrıs sorunu müzakerelerinin yeniden başlayacak olması oldukça önemlidir. Müzakere sürecinin hiçbir sorun olmadan devam etmesini beklemek hayalcilik olduğu için, bu yolda elbette çok değişik düzeylerde krizlerin yaşanma olasılığı vardır.
Kıbrıs sorununun çözümünde en büyük engel, adanın her iki tarafının tüm hücrelerine nüfuz etmiş olan statükodur.
Statüko yapısı itibariyle, siyasi iradeyi sürekli kıskaca almak üzere kurulmuş, gerektiğinde dış destek almaktan geri durmayan, korku ve endişeyi istediği dozda toplumlara şırınga eden, medyayı yönetme konusunda ustalaşmış, toplumların hakim algısını yönetmeye konusunda usta birer aygıt, ya da aygıtlar toplamıdır. Gerektiğinde birbirlerini beslemekten de çekinmeyen bu aygıtların esasen milliyetçilikten beslendiği de ortadadır.
Kıbrıs adası, çok değerli bir coğrafik eksen üzerinde yer alırken, dünya/bölge güçleri de bu değerli coğrafya üzerindeki hegemonyalarını sürdürebilmek adına, adadaki şekillenişe tarih boyunca müdahale etmişlerdir. Bu küçük adanın talihsizliği coğrafyasıdır. Çünkü emperyal güçler için, gerek Doğu Akdeniz gerekse Ortadoğudaki enerji kaynakları üzerinde yaratılmak istenen nüfuz için vazgeçilmez bir toprak parçasıdır.
Bugün Ortadoğu’da enerji paylaşımı üzerine yaşanan yıkımın, katliamın, vahşetin büyük sorumluları ABD, Rusya ve NATO üyesi ülkelerin, Kıbrıs sorununa dahil olmamalarını beklemek mümkün değil. Değil çünkü en azından Doğu Akdenizdeki enerji kaynakları üzerinde kokusu çıkmaya başlayan paylaşım arayışlarının ada ile doğrudan ilişkisi vardır. Dolayısıyla bölgede her tarafın kazanacağı bir model geliştirilemezse bunun adı ciddi gerilim olacak, askeri yöntemlerle hegemonya savaşı gündeme gelebilecektir.
Herkesin kazanacağı modelse tektir. Kim ne isterse desin, adada adil bir federasyon, yerel, bölgesel ve daha geniş düzeyde “tek” ortak kazanım projesidir. Çünkü bunun dışında (konfederasyon, ayrılma, tanınma gibi…) hayali senaryolar, BM Güvenlik Konseyi üyelerinin ya da bahse konu güç odaklarının farklı uluslararası çıkar ilişkilerinden dolayı asla mümkün değildir.
Bu noktada yerel güçler olarak Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum yurtseverlerine, demokratlarına düşen görev, bu büyük resimi gözeterek yerel siyaset üretmek-yönetmek olmalıdır.
Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılmış statükonun Kıbrıslı Türk toplumunun toplumsal varlığı için asla bir güvence olmadığı açıktır. Kendi kendini yönetme konusunda, 42 yıldır fasit daire içerisinde çok az adım atabilmiş ya da atmasına izin verilmiş olan bu toplumsal irade bağlamında çağdaş bir siyasi yapı inşa etmek ancak statüko dediğimiz aygıtlar ya da iktidar odağının izin verdiği sınırlar dahilindedir. Bu sınırlar içerisinde de elbette yapılabilecek işler olabilir. Ancak bunun abartılarak, Kıbrıslı Türklerin siyasi, sosyal ve bürokratik kapasitesini de aşağılayarak, beceri kapasitesinin sorgulandığı bir düzeye indirgenmesi kabul edilemez. Bu sınırlar içerisinde, kimsenin kimseye “gül bahçesi” vaat edemeyeceği gerçeğinden hareketle, dünyaya entegrasyon ve çözümün toplumun her türlü somut veya soyut değer yaratma işlevi ile doğrudan ilintili olduğu kesindir.
Kesin olduğu içindir ki, Kıbrıslı Türk solu siyasi tarihi boyunca önceliğini çözüme, barışa ve federasyona adamıştır.
Bunun dışında bir siyaseti tercih eden sol gelenekler de olmadı değil. Ancak gerçek iki tane değil: Tektir. Ve o gerçek de yaşananları yeniden tekrarlamadan, yaşlanmışlıklardan çıkarılan deneyimler üzerinde yeniden üretilebilir.
Bugün bolca pompalanan bezginlik, usanmışlık, önümüze bakalım, evimizi temizleyelim gibi “öğretilmiş çaresizlik” derslerinin sonunda yol sınırlı bir alanın restorasyonuna da gidebilir.
Bu bir tercihtir ama “ilerici bir pratik” değildir.