Horoz Ali'nin yaşayan en büyük torunu, Ortaköy’ün Çınarı, Halil İbrahim Boran (herkesin bildiği ismiyle Müslüman) amcamızı yitirdik geçen Cumartesi…
Annemin amcası, 1912 Ortaköy doğumlu Müslüman amca, bir anlamda, kendiyle bütünleşmiş bisikletinin kurbanı oldu!..
İlerlemiş yaşına göre hayli dinç görünüyordu oysa… Bisikletiyle (her gün yaptığı gibi) Ortaköy’deki evinden Kermiya’daki anneme giderken (kendi anlatmasına göre, yolda kendisini gören kızların gözü tutmuştu…) düşüp kalçasını kırmış; başarılı bir ameliyatın ardından; küçücük bir embolinin gazabına uğramıştı…
Uzun yaşamasının sırrı, genetik faktörlerdi en başta… Dedesi, Girne Kapısının efsanevi bekçisi Horoz Ali 120’li (1825-1946) yaşlarında; O’nun oğlu (Annemin dedesi, Müslüman’ın babası) Emir Ahmet o kadar uzun yaşamasa da; annesi, Naciye nenem 105 yaşında ölmüştü ne de olsa… Olan bitene kafayı takmaz; “her şey kararında olduktan sonra, zararı yoktur” der; ona göre yer içerdi…
Eski Türkçe öğrendiği (falakalı) okul yılları kısa sürmüş… Kendini bildi bileli hep çalışmış… Koyun otlatmakla başlamış işe, 13 yaşında marangoz çırağı…
26 yıl önce kaybettiği eşi Hıvsiye teyzemin (dedemin baldızı olduğu için, hem yengemiz hem teyzemizdi) fotoğrafını cebinde taşıdı hep… Şimdi O’nun yanında yatıyor…
Torununun torununu gören ender insanlardan… Yıllar önce, aşırı(!) dürüstlüğünden takmışlar ona Müslüman lakabını… O gün bu gündür herkes öyle tanır Halil İbrahim Boran’ı (gerçek adının bu olduğunu ancak ilkokulda öğrenebilmiştim ben).
Üç kez çatıdan düştüğünü; bir kez göçük altında kaldığını; bir kez araba çarptığını; tüm bunlara karşın sapsağlam olduğunu söyler; “ben kedi canlıyım, kolay ölmem” derdi…
“Alaman Harbı” dediği birinci dünya savaşından; delikanlılığında, kendi deyimiyle boyuna posuna bakmadan, bir Ermeni’yi bıçaklamasından (çapkınlık meselesinden T.Ö) ve bu yüzden gönderildiği, Atalasa’daki cezaevi’nde geçirdiği “ıslah günlerinden”; Lefke madeninden komik anılar anlatırdı hep…
En acıklı hikayelere bile bir komiklik katar; hayatın güzel yanlarını öne çıkarırdı…
“Beni sevmeyen yoktur; köpekler bile beni sever…” diyecek kadar, kendiyle barışık; hoşgörülü, sevecen, dürüst kişiliği ve son gününe dek “sağlıklı” yaşamıyla çoktan hak etmişti o sevgiyi…
100. yaşını kutlamaya hazırlandığımız günlerde (15-09-2012) onun için yazdığım “HOROZ ALİ’NİN TORUNLARI” başlıklı yazımı şu satırlarla sonlandırmıştım:
Kardeşleri arasında, kişilikleri, hayata bakışları en çok örtüşen abisinin (dedem Hüseyin Ekinci) baldızıyla evlenmesi de bu ortak değerlerinden olsa gerek… Dedemin, sempatik kardeşinin aksine oldukça sert(!) görünmesi bu gerçeği değiştirmiyordu… Öyle ki, Aşağıda okuyacağınız şiiri dedem için yazmama karşın; Müslüman amcam adına da okuyabilirsiniz…
Onlar, bu insani değerleri (hoşgörülü, sevecen, dürüst, mert, yardımsever vb) hiç kuşkusuz ki dedeleri Horoz Ali’den miras almışlardı…
RÜZGAR DEDEM
Rüzgar dedem hamaldı.
İkizini taşımış anasının karnında…
Dokuz ay sabrı yokmuş
erken kaçmış yuvadan.
Sıkılmaktan değil de
meraktanmış yolculuk…
Rüzgar dedem hamaldı.
Kum taşırdı Mısır’dan…
Aklı evde olsa da,
gözleri hep sokakata
- nere kalkarsa
kantarının topuzu…-
Rüzgar dedem hamaldı.
Düş taşırdı karanlığın bağrından.
Akrebi koç’a boynuzlatır,
Kuyruklu yıldızlara
teneke bağlar
toz sağardı buluttan….
Rüzgar dedem hamaldı.
Aşk taşırdı dağlardan…
Yaşlı bedeni titrer durur da
gönlü durmaz koşardı
uzun saçların dövdüğü
kalçaların ardından…
Rüzgar dedem hamaldı.
Tabutunu da kendi taşıdı
en önde sırtlanıp mezara.
kendi dikti, taşını
kazıdı yazısını:
“HENÜZ İNMEDİ HAYAT
OMUZLARIMDAN…”
Ocak 2001